“Gelenekten Gerçeğe”
Papaz Richard
Peter Bennett
(Katolik Bir Papazın Hıristiyan
Oluşu)
Türkçesi: Fikret Böcek
İlk Yıllar
İrlanda’da sekiz çocuklu bir ailede dünyaya geldim. İlk
çocukluk yıllarım mutluluk içerisinde geçti. Babam İrlanda ordusunda Albaydı.
Ben dokuz yaşındayken ordudan emekli olmuştu. İrlanda’nın başkenti olan
Dublin’deki askeri bir kışlada bulunan lojmanlarda kalıyorduk. Ailece oyunlar
oynar doyasıya eğlenceli zamanlar geçirirdik.
Bir çok
İrlandalı gibi biz de Roma Katolik Kilisesi’ne mensup bir aileydik. Babam bazen
ciddi bir şekilde yatağının ucuna çökerek ezberlediği bazı duaları ederdi. Annem
ise örgü örerken, bulaşıkları yıkarken ve hatta sigara içerken İsa’yla
konuşurdu. Bir çok akşam bir araya gelip birlikte Tespih dualarımızı ederdik.
Ailemizden hiç kimse ciddi bir rahatsızlığa kapılmamışsa kiliseye gitmemezlik
etmezdi. Beş ya da altı yaşına bastığımda, İsa Mesih benim için gerçek bir kişi
oluvermişti, ama Meryem de, azizler de gerçek kişiler gibi geliyordu bana.
İsa’yı, Meryem’i ve bütün azizleri bir kaba koyan Avrupalı, Filipinli veya
Meksikalı geleneksel Katolikleri anlayabiliyorum.
Kateşizm
derslerini ilkokulu ve ortaokulu okuduğum Belvedere Cizvit Okulunda aldım.
Cizvitler’in okuluna gitmiş olan her çocuk gibi ben de Tanrı’nın varlığının
sebeplerini ve Papa’nın neden tek gerçek Kilise’nin başı olduğunu beş sebep
vererek açıklayabilecek duruma getirilmiştim. Ruhları Araf’tan kurtarmak ciddi
bir işti. O yaşlarda tam olarak ne dediğimizi bilmediğimiz halde okuldaki
herkesin şu cümleyi ezberlemesi gerekiyordu: “Günahlarından kurtulup
çözülsünler diye ölüler için dua etmek kutsal ve bütünleyici bir şeydir.”
Kilise’nin başı olan Papa’nın dünyanın en önemli insanı olduğu söylenirdi. Bize
öğrettiklerine göre, Papa’nın söyledikleri hemen yasa sayılırdı ve Cizvitler de
O’nun sağ koluydu. Ayin Latince dilinde olduğu halde, ben yine de her gün
ayinlere katılırdım, çünkü ayinlerdeki gizemli hava beni büyülüyordu. Tanrı’yı
hoşnut etmenin en yüce yolunun ayin sırasında İsa’yı tekrar çarmıhta kurban
olarak sunmak olduğunu öğretiyorlardı. Azizlere dua etmeye teşvik ediliyorduk.
Yaşamın bir çok yönü için dua edebileceğimiz azizlerimiz vardı. Hatta bu
azizlerin bazı duaları daha iyi cevaplayacağı söylenerek, bu azizlerin kendi
alanlarında uzmanlaştıkları söylenirdi. Örneğin, bir şeyler kaybeden birisi
Aziz Anthony’ye dua etmeliydi. Ben de çocukken bir sürü şey kaybettiğimden her
gün Aziz Anthony’ye dua ederdim.
On dört
yaşındayken misyoner olmak istediğimi hatırlıyorum. Misyoner olmak isteyen bir kişinin
bu isteği yüreğinde hissetmesi gerekiyordu. Ben de yüreğimde bu hislere
sahiptim. İçimdeki bu çağrı yaşamımı değiştirmemişti. Yaşamım aynı şekilde
devam ediyordu. On altı yaşından on sekiz yaşına kadar çok güzel bir yaşamım
oldu. Akademik ve atletik yönden oldukça yüksek başarılar elde etmiştim.
Annemin hastalığından dolayı tedavi için annemi devamlı
bir şekilde arabayla hastaneye götürmem gerekiyordu. Bir gün hastanenin bekleme
odasında bulduğum bir kitabı okuyarak annemi beklerken, kitapta Markos 10:29-30
ayetlerinin yazılı olduğunu gördüm: ““Size
doğrusunu söyleyeyim” dedi İsa, “Benim ve Müjde'nin uğruna evini, kardeşlerini,
anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakıp da şimdi, bu çağda
çekeceği zulümlerle birlikte yüz kat daha fazla eve, kardeşe, anneye, çocuğa,
toprağa ve gelecek çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak hiç kimse yoktur.” Gerçek Kurtuluş Müjdesi’nin ne olduğunu
anlamadan, yüreğimde gerçekten de misyonerliğe çağrı olduğunu düşündüm.
Kurtuluşu Kazanmaya Çalışmak
1956 yılında
Dominikan Düzeni’ne katılmak üzere ailemi ve arkadaşlarımı bıraktım. Sekiz sene
boyunca papazlığın anlamı, Kilise’nin gelenekleri, felsefe, Thomas Aquinas ve
birazcık da Katolik bakış açısıyla İncil üzerine dersler aldım. Yüreğimde var
olan iman bile kurumsallaştırılıp, Dominikan dini sistemine göre törensel bir
havaya sokulmuştu. Kilise ve Dominikan yasalarına itaat etmek kutsallaşmanın
tek yolu olarak gösteriliyordu. Öğrencilerin
Yöneticisi olan Ambrose Duffy ile geleneksel ve dini yasaların kutsallaşmamızda
nasıl arabulucu olduğu konusunda sık sık konuşurduk. “Kutsal olma” yolunda
ilerlememin yanı sıra sonsuz kurtuluştan da emin olmak istiyordum. Bu konuda
öğretiler vermiş olan Papa 12. Pius’un
şu sözlerini ezberlemiştim: “...Birçok kişinin kurtuluşu, bu amaç için sunulmuş
olan Mesih’in mistik bedeninin kurban edilmesine ve dualarına bağlıdır.”
Mesih’in mistik bedeni Katolik Kiliseleri’nde her ayinde kurban edilir. Bu
şekilde kimin kurtulacağı ve kimin kurtulmayacağı Kilise’nin insafına kalmış
bir şey durumunda olur. Acı çekerek ve bol bol dua ederek kurtuluşa erişme
fikri sadece Papa 12. Pius’un sözleri değil, Fatima ve Lourdes’in de
mesajlarının temelinde yatmaktadır. Ben de, hem acı çekerek hem de bol duayla
kendi kurtuluşumu ve başkalarının kurtuluşunu sağlamaya çalışıyordum.
İrlanda’nın Dublin şehri’nin Tallaght bölgesindeki Dominikan manastırında, bazı
ruhların kurtuluşunu sağlamak için kış soğuğunun ortasında soğuk duşlar alırdım
ve bazı zamanlarda da insanların kurtuluşu için çelik bir zincirle sırtıma
vurarak kendime inanılması zor acılar çektirirdim. Dominikan manastırındaki bütün
papazlar bu şekilde kendilerini döverek Araf’taki bazı ruhları ve kendi
ruhlarını kurtaracaklarına inanırlar. Öğrencilerin
Yöneticisi olan Ambrose Duffy de kendisine bu şekilde davrandığından herkes
onu örnek alıyordu. Hatta Papa’nın sözleri bile bizim bu yaşam tarzımızı
desteklemekteydi. İstek ve kararlılıkla derslerimin üzerinde durdum, dua ettim,
kefaret bedelini ödedim, On Emri yerine getirmeye çalıştım ve sayısız Dominikan
kurallarını ve geleneklerini yerine getirmeye gayret ettim.
Dıştan Dolgun — İçten Boş
1963
yılında 25 yaşındayken Roma Katolik papazı olarak atandım ve Roma’daki
Angelicum Üniversitesi’ne Thomas Aquinas üzerine çalışmalarımı tamamlamak üzere
gönderildim. Dışları dolu, içleri boş bir sürü papazla tanıştım. Hemen hemen
her papaz iki yüzlü davranmayı kendilerine alışkanlık edinmiş gibiydiler. Hatta
sabah derslerinde her papazın almak zorunda olduğu teoloji dersleri sırasında
aynı anfide beraber ders aldığım yüzlerce papaz, teolojiyi anlamaya çalışmak
yerine Newsweek ve Time gibi dergileri okumakla
meşguldüler. Kutsal Papa’nın Kutsal Şehri olan Roma’da böyle şeyler nasıl
olurdu? Derslerle ilgileniyormuş gibi görünenler de sadece yüksek bir not alıp
ülkelerindeki Roma Katolik Kilisesi’nde yüksek bir makama gelebilme
peşindeydiler.
Bir gün binlerce Hıristiyan’ın kanının akıtılmış olduğu
Colosseum’a doğru bir yürüyüşe çıkmıştım. Colosseum’da birçok Hıristiyan’ın
öldürüldüğünü herkes biliyor. Ben de gidip onların öldürüldüğü yerde yürümek
istemiştim. Arenanın ortasına çıkıp Mesih’e imanlarından dolayı öldürülmüş olan
erkekleri, kadınları ve çocukları aklımda canlandırdım. Mesih’in onlara
gösterdiği sevgiden dolayı herşeyi göze alan bu gerçek Hıristiyanlar arenanın
ortasında yakılarak veya hedef tahtası durumuna getirilerek ve bazen de aç
aslanlara yem edilerek öldürülmüşlerdi.
Otobüsle geri dönerken bazı gençlerin bizim gibi papazlarla
alay ettiklerini gördüm. Bu gençler Mesih’e olan imanımızdan dolayı bizimle
alay etmiyorlardı. Bizimle alay ediyor olmalarının sebebi, Roma Katolik
sistemini temsil ediyor olmamızdı. Roma’da birçok kişi Roma Katolik Kilisesi’ne
ait olduğunu söylese de aslında gerçekten de bağlı olanların sayısı çok azdır.
Başımdan geçen bu olayı pek fazla düşünmek istemediğimden unutmaya çalıştım. Kutsal
Şehir diye bildiğimiz Roma’nın görkemi aslında papazların dilindeki bir
boşluktan ibaretti.
Bu olaydan sonra bir akşam Sen Clemente Kilisesi’nin
sunağının önünde durup iki saat dua ettim. Yıllar önce okuduğum ve içimde Roma
Katolik Kilisesi’nin bir misyoneri olma düşüncesini canlandıran Markos
10:29-30’daki vaatleri hatırladım. Thomas Aquinas üzerine başlattığım
çalışmalarımın sonucu olarak elde etmek istediğim diplomayı almaktan vazgeçmeye
karar verdim. Bu benim için çok büyük bir karardı, ama uzun dualardan sonra
doğru karar vermiş olduğuma emindim.
Tezimi kontrol edecek olan papaz vermiş olduğum kararı
kabul etmek istemedi. Diplomamı çabucak alabilmem için birkaç yıl önce yazılmış
bir tezi bana önerdi. Bu tezi sanki ben yazmışım gibi kullanabileceğimi, fakat
sözlü savunmamı yapmam gerektiğini söyledi. İşte bu durum beni gerçekten de
aşırı derecede rahatsız etti. Birkaç hafta önce sokaklarda, deri botları ve
mini etekleriyle kendilerini pazarlamaya çalışırken gördüğüm fahişelerden
farkımız kalmamıştı. Bu papazın yapmamı önerdiği şey günahın alâsıydı ve buna rağmen bu papazda
günaha karşı bir tınlama bile yoktu. Üniversitedeki akademik çalışmalarımı
tamamlayıp, kararımda durarak diplomamı almadan ayrıldım.
Roma’dan döndüğümde, Roma Katolik Kilisesi beni Cork
Üniversitesi’nde üç yıl ders vermeye atamıştı. Misyonerlik çağrım üzerine çok
düşünüp dua etmiştim. Bir gün sürpriz bir şekilde, 1964 Ağustosunun sonuna
doğru Trinidad ülkesine misyoner olarak atanmıştım.
Gurur, Günah, Ve Yeni Bir Açlık
1 Ekim 1964
tarihinde Trinidad’a vardım ve yedi sene boyunca başarılı bir papazlık yaşamım oldu. Roma Katolik sistemine göre gerekli olan
bütün görevlerimi yerine getiriyordum ve bir çok kişinin ayine katılmasını
sağlıyordum. 1972 yılında Katolik Karizmatik Hareketi’nin içindeydim. Daha
sonra, aynı yılın 16 Martında bir ayinde iyi bir papaz olduğum için Rab’be
şükredip Rab’bin beni daha iyi bir papaz yapması için alçaltmasını istedim. Aynı
günün akşamı çok kötü bir kaza geçirdim. Başımın arkası kötü bir şekilde
yarılmıştı ve omurgam kaburgalarımla birlikte birkaç yerden kırılmıştı.
Neredeyse ölecektim. Bir daha ayağa kalkıp kalkamayacağımı bilmiyordum. Uzun
bir süre yatağımda acılar içinde kıvranırken, Katolik sistemindeki yazılı
duaları okumak hiçbir işe yaramıyordu.
Kazadan sonraki haftalarda çekmiş olduğum acılardan
sonra ilk kez direk kişisel dualarda rahatlık bulmaya başladım. Katolik Dua Kitabındaki (Breviary: papazlar
için resmi dua kitabı) duaları ve Tesbih dualarını bırakıp Kutsal Kitap’ın bazı
bölümlerini okuyarak dua etmeye başladım. Bu benim için çok yavaş bir süreçti. Kutsal
Kitap okuyarak neler yapabileceğimi bilmiyordum. Doğru dürüst Kutsal Kitap’ta
neler olduğunu bile bilmiyordum. Yıllardır
öğrendiğim şeyler Katolik Kilisesi’nin gelenekleri ve uygulamalarıyla ilgili
olan şeyler olduğundan Kutsal Kitap hem önemini yitirmişti, hem de gerekli
olduğu zamanlarda raftan çıkardığımız bir kitap durumuna düşmüştü. Katolik
Kilisesi’nin öğretileri beni Kutsal Kitap’a güvenmeye değil, Kutsal Kitap’tan
şüphelenmeye itmişti. Yıllarca Thomas Aquinas’ın felsefesi ve teolojisi üzerine
yaptığım çalışmalar, beni Kutsal Kitap bilgisi konusunda acizleştirmişti. Rabbi
bulmak için Kutsal Kitap’ı açmak haritasız bir şekilde karanlık bir ormana
girmek gibi bir şeydi.
O yılın sonunda başka bir kilisede göreve tayin olduğumda,
yıllarca birlikte olduğum bir Dominikan arkadaşımla birlikte görev yapacaktık.
İki sene boyunca birlikte Pointe-a-Pierre kilisesinde çalışacaktık. Birlikte
kitap okuduk, ders çalıştık ve dua ettik. Katolik sisteminde öğrendiklerimizin
hepsini uyguladık. Gasparillo, Claxton Bay, ve Marabella köylerinde topluluklar
oluşturduk. Katolik Kilisesi sistemine
göre çok başarılı sayılıyorduk. Birçok kişi ayinlerimize katılıyordu. Kateşizm
bir çok okulda ve hatta devlet okullarında bile öğretiliyordu. Kişisel olarak
Kutsal Kitap’ı incelemeye devam ediyordum. Kutsal Kitap’ın yaptığımız işlere ne
katkısı vardı, ne de yadımı dokunuyordu. Kutsal Kitap’ı inceledikçe Rab’bi ne
kadar az tanıdığımı görüyordum. Katolik Kilisesi olarak yaptığımız herşey
Kilisenin sistemine göre gidiyordu. Kutsal Kitap’ın yönlendirişi veya bu
konulardaki yorumları kilise tarafından önemsenmiyordu. İşte bu sıralarda Filipililer 3:10-11 yüreğimdeki
isteği değiştirmeye başladı: “Ölümünde
O'nunla özdeşleşerek O'nu tanımak, dirilişinin gücünü ve acılarına ortak
olmanın ne demek olduğunu bilmek ve böylece ne yapıp yapıp ölümden dirilişe
erişmek istiyorum.”
İşte bu sıralarda Katolik Karizmatik Hareketi de bütün
hızıyla yaygınlaşıyordu. Biz de bu öğretileri çalıştığımız köylere yayıyorduk.
Bu yeni hareketten dolayı Kanadalı bazı Hıristiyanlar bizimle paylaşmaya
gelmişlerdi. Onların bize öğrettiklerinden bir sürü şey öğrenmiştim ve
özellikle şifa için dua konusunda öğretiler veriyorlardı. Şifa duası konusunda
söyledikleri şeyler Kutsal Kitap’a dayandırılmıyordu. Tamamen tecrübelere, insanların yaşadıkları
olaylara dayandırılan karizmatik öğretileri, Katolik sistemine kolayca
girebiliyordu. Şifa duasını Kutsal Kitap’a dayandırmış olsaydılar, bu öğreti kesinlikle
Katolik Kilisesi’nde yayılmazdı. Ben yine de kendimi Kutsal Kitap’a vermeye
devam ettim. Zaman içerisinde Kutsal Yazılar’ı yetkili bir kaynak olarak
görmeye başlamıştım. Artık Kutsal Yazılar’ı Kutsal Yazılar’la karşılaştırmaya
başlamıştım. Katolik sistemi Kutsal Yazıları gelenekleriyle karşılaştırırken,
Karizmatik Hareket ise Kutsal Yazıları tecrübeleriyle karşılaştırmaktaydı. Kanadalılar’dan birisinin şifa konusunda
vermiş olduğu ayetlerden birisi Yeşaya 53:5’ti, “Oysa,
bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o
eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun
yaralarıyla şifa bulduk.” Ama Yeşaya 53’ü daha derin bir şekilde
incelediğimde, Kutsal Kitap’ın günahı ortadan kaldırmak için günahlının yerine
başka birisinin geçmesinin şart olduğunu öğrettiğini anladım. Mesih benim yerime ölmüştü. Günahımın
bedelini ödemek için hiçbir çaba göstermeme veya Mesih’le işbirliğine gitmeme
gerek yoktu. “Eğer bu, lütufla olmuşsa, iyi işlerle
olmamış demektir. Yoksa lütuf artık lütuf olmaktan çıkar!” Romalılar 11:6. “Hepimiz
koyun gibi yoldan sapmıştık, Her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de RAB
hepimizin cezasını ona yükledi.” (Yeşaya 53:6).
İnsanların beni rahatsız etmesi beni öfkelendirebiliyordu.
Bu da çok açık bir günahtı. Bu günahlarım için birçok kez af dilediysem de esas
günahlılığımın Adem’den bana miras gibi geçen ırsi günahtan dolayı doğamın
tamamen bozuk olduğunu görememiştim. Kutsal Yazılar’daki gerçek şöyle diyor: “Yazılmış olduğu gibi:
“Doğru kimse yok, tek kişi bile yok.” (Romalılar
3:10), ve “Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı.”
(Romalılar 3:23). Katolik
Kilisesi, insanın Adem’den gelen günahlı doğasının bebek vaftiziyle tamamen
ortadan kalkmış olduğunu öğretmektedir. Katolik Kilisesi, bebekken vaftiz
olduğumdan, orijinal günahın artık beni etkileyemeyeceğini öğretmişti. Halâ bu öğretiye inanıyordum, fakat
yüreğimde biliyordum ki günahlı doğamın Mesih tarafından henüz fethedilmemişolduğunun
farkındaydım. “Ölümünde
O'nunla özdeşleşerek O'nu tanımak, dirilişinin gücünü bilmek” (Filipililer 3:10) halâ yüreğimde arzuladığım bir istekti.
Gerçek Hıristiyan yaşamını sadece ve yalnızca Mesih arabuluculuğuyla yaşayabileceğimi
biliyordum. “Ölümünde O'nunla
özdeşleşerek O'nu tanımak, dirilişinin gücünü bilmek” ayetini arabamın direksiyonuna ve kolayca görebileceğim birçok yere
yapıştırmıştım. İşte,
devamlı bir şekilde bu duayı ediyordum. Dualarımıza cevap veren Rab, bu duama
cevap vermeye başlamıştı.
En Önemli Soru
İlk olarak, Tanrı’nın Kutsal Kitap’taki Sözleri’nin kesin
gerçekler olduğunu ve Kutsal Yazılar’ın hatasız olduğunu keşfettim. Katolik
Kilisesi, Tanrı’nın Sözü’nün göreceli olduğunu öğretmişti ve Kutsal Yazılar’ın
bir çok konudaki doğruluğunu sorguluyordu. Artık Kutsal Kitap’a
güvenilebileceğini anlamaya başlıyordum. Konkordans (ABC Dizini) ile geniş bir
araştırma yaparak Kutsal Yazılar’ın Kutsal Yazılar hakkındaki sözlerini
araştırdım. Kutsal Yazılar’ın çok açık bir şekilde, Kutsal Kitap içerisinde
bulunan bütün Sözler’in Tanrı’dan olduğunu öğretmekte olduğunu ve bütün bu
Sözler’in tamamen kesin gerçekler olduğunu keşfettim. Kutsal Kitap’taki tarih
doğrudur. Kutsal Kitap’taki vaatler doğrudur. Kutsal Kitap’taki peygamberlikler
doğrudur. Kutsal Kitap’ta geçen ahlakla ilgili buyrukların hepsi doğrudur.
Kutsal Kitap’ta Hıristiyanlar’ın nasıl yaşamaları gerektiğiyle ilgili öğütlerin
hepsi doğrudur. “Kutsal Yazılar'ın tümü Tanrı
esinlemesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek, doğruluk konusunda eğitmek
için yararlıdır. Bunlar sayesinde Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak
yetkin olur.” (II Timoteus 3:16-17).
Bu gerçeği, Kanada’nın Vancouver şehrine ve ABD’nin
Seattle şehrine yaptığım gezilerde keşfettim. St. Stephen Katolik
Kilisesi’ndeki bir dua grubuna bir konuşma yapmam gerekiyordu. Konuyu benim
belirlememi istediklerinden, ben de Tanrı’nın
Sözü’nün kesin otoritesi konusunu işledim. İlk defa böyle bir gerçeğin
farkına varıyordum ve ilk defa böyle bir gerçek üzerine konuşma yapıyordum. Bu
konuşmadan dolayı papazlıktan bile atılabilirdim. Daha sonra, Kanada’nın
Vancouver şehrindeki 400 kişilik bir Katolik kilisesinde de aynı konuda konuşma
yaptım. Elimdeki Kutsal Kitap’ı açıp şu gerçeği tüm dinleyicilere ilan ettim: “İmanla
ve ahlakla ilgili her konudaki kesin ve son otorite Tanrı’nın Kendi Sözü olan
Kutsal Kitap’tır.”
Üç gün
sonra Vancouver’ın başpiskoposu James Carney beni ofisine çağırdı. Resmi bir
şekilde susturulmuştum ve başpiskopos James Carney’nin sorumluluğundaki
yerlerde öğreti vermem yasaklanmıştı. Eğer kendi başpiskoposum olan Anthony
Pantin bir tavsiye mektubu göndermemiş olsaydı, cezamın daha da kötü olacağını
söylemişlerdi. Bu olaydan hemen sonra Trinidad ülkesine geri dönmek zorunda
kaldım. Suçum, Kutsal Kitap’ın iman ve ahlakla ilgili her konuda kesin ve son
otorite olduğunu söylemiş olmamdı!
Kilise-Kutsal Kitap İkilemi
Halâ Point-a-Pierre’nin papazıydım.
Öğrenciyken bana katı kuralcılığıyla örnek olmuş olan eski okul başkanım Ambrose
Duffy benimle birlikte çalışmaya atanmıştı. Artık içimdeki serüven başlamıştı.
İlk başlarda biraz zorlanmama rağmen, daha sonra Amrose Duffy ile çok yakın
dost oluvermiştik. Ona Kutsal Kitap’ta neler keşfettiğimi anlatmaya başladım.
Söylediklerimi büyük bir ilgiyle dinleyip beni bu düşünceye iten sebebin ne
olduğunu soruyordu. Andrew Duffy’de Dominikan kardeşlerime açılacak bir kapı
görüyordum ve onun arabuluculuğuyla Başpiskopos’un evindekilere bile
açılabilirdim. Fakat belli bir süre sonra Ambrose Duffy ani bir kalp krizi
geçirip öldü. Bu ölüm beni çok üzmüştü. Kendi aklımda, Ambrose’un Kilise-Kutsal
Kitap ikilemine cevap verebilecek tek kişi olduğunu düşünüyordum. Kilise-Kutsal
Kitap ikilemi her zaman benim de aklımı kurcalıyordu. Ambrose’un bana ve diğer
Dominikan kardeşlerime bu gerçekleri açıklamasını ümit ediyordum. Onun
cenazesinde ben vaaz verdim ve üzüntüm çok derindi.
Filipililer 3:10-11’deki duayı etmeye devam ettim: “Ölümünde O'nunla özdeşleşerek O'nu tanımak, dirilişinin gücünü ve
acılarına ortak olmanın ne demek olduğunu bilmek ve böylece ne yapıp yapıp
ölümden dirilişe erişmek istiyorum.” Rab İsa Mesih’i daha iyi tanımak
için kendi günahlılığımı daha iyi anlamam gerekiyordu. Kutsal Kitap’a göre (1
Timoteus 2:5) benim yaptığım papazlık görevi kesinlikle yanlıştı. Katolik
Kilisesi papazı olarak insanlarla Tanrı arasında arabuluculuk yapıyordum.
Kutsal Kitap ise tek “arabulucunun” İsa Mesih olduğunu söylüyordu. Fakat buna
rağmen, Katolik Kilisesi bütün papazlık sistemini arabuluculuk düzenine göre oturtmuştu.
Kutsal Kitap’ın sözlerinin buna tezat oluşturması beni düşündürmüştü. “Çünkü tek Tanrı ve Tanrı'yla insanlar
arasında tek arabulucu vardır. O da insan olan ve kendisini herkes için fidye
olarak sunmuş bulunan Mesih İsa'dır.” (I Timoteus 2:5) Kiliseme gelen
herkes bana saygı gösteriyordu. Beni insanların günahıyla Tanrı arasındaki
bağlantı olarak görüyorlardı. Bunun için de neredeyse bana tapar duruma
gelmişlerdi. Kendi kendime şöyle akıl yürütüyordum: “Eğer dünyanın en büyük
kilisesi olan Katolik Kilisesi böyle düşünüyorsa, ben kimim ki kendi günahımı
sorguluyorum?” Evet, bu şekilde günahlılığımı düşünmemeye çalışıyordum. Fakat
yine de içimdeki karmaşa sürüyordu. Meryem’e tapınmayı, azizlere tapınmayı ve papazlara
tapınmayı artık günah olarak görmeye başlamıştım. Meryem’e, azizlere ve papazlara
tapınan bir kişi Kutsal Kitap’a göre Hıristiyan olamazdı. Meryem’in ve bütün
azizlerin arabuluculuğunu reddetmeye hazır olsam da, papazlığı reddetmeye
yanaşamıyordum. Çünkü bütün yaşamımı papazlığa adamıştım.
Bocalama Yılları
Meryem,
azizler ve papazlık konuları içimde bocaladığım sadece birkaç konudan
bazılarıydı. Yaşamımın her alanını kim yönlendiriyordu? Ve yaşamımın Rabbi
kimdi? Kutsal Yazılar’daki İsa Mesih mi, yoksa Roma Katolik Kilisesi mi? Rabbim
ve Kurtarıcım İsa Mesih miydi, yoksa Roma Katolik Kilisesi miydi? Özellikle
Sangre Grande şehrinde papazlık yaptığım son altı yıl içerisinde bu soru aklımı
oldukça zorladı. (1979-1985). Çocukluğumdan beri Roma Katolik Kilisesi’nin iman
ve ahlakla ilgili her konuda en yüce otorite olduğu beynime kazınmıştı.
Değişmek imkânsız gibi görünüyordu. Roma sadece
en yüce otorite olarak değil, aynı zamanda “Kutsal
Anne” olarak da anılıyordu. Nasıl olur da “Kutsal Anne’ye” karşı çıkabilirdim. Kutsal Anne’nin sakramentlerini
insanlara sunup, bu insanları Kutsal Anne’ye bağlı kılmakla görevlendirmiştim.
1981 yılında New Orleans, ABD’de bir konferansta kendimi
tekrar Roma Katolik Kilisesi’ne hizmet etmeye adadım. Bundan sonra Trinidad’a
geri dönüp gerçek sorunlarla uğraşmaya başladığımda Tanrı’nın Sözü’nün otoritesine
geri döndüm. Artık içimde büyük bir gerilim başlamıştı. Bazen Roma Kilisesi’ni
en yüce otorite olarak görüyordum. Sonra da bunun doğru olmadığı sonucuna varıp,
Kutsal Kitap’ın tek otorite olduğu sonucuna varıyordum. Kutsal Anne’ye mi,
yoksa Kutsal Kitap’a mı bağlıydım? Kutsal Roma ile Kutsal Kitap arasında
bocalayıp duruyordum. Bir kişinin iki efendiye kulluk edemeyeceğini biliyordum.
Tanrı’nın Sözü’nün kesin otoritesini Roma Kilisesi’nin otoritesinin altında tutuyordum.
İçimdeki bu zıtlıklar Sangre Grande Kilisesi’ndeki
heykelleri kaldırmama neden oldu. Kilisede Aziz Francis’in ve Aziz Martin’in
dört heykeli bulunuyordu. Bunların hepsini teker teker kaldırıp kırmıştım.
Çünkü, Tanrı’nın Sözü “On Emir’de”heykeller
hakkında çok açık bir şekilde şu buyruğu vermektedir: “Kendine
yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan
herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın.” (Mısır’dan Çıkış 20:4). Fakat kiliseme
katılan bazı kişiler, Meryem’in ve azizlerin heykellerini kaldırmama karşı
çıktıklarında, onlara Kutsal Yazılar’ın daha üstün bir yetkiye sahip olduğunu
ve artık bu heykellere dua etmemeleri gerektiğini anlattım. Roma Kilisesi Kutsal Yazılar’ın
da üstünde olduğunu iddia ediyordu. Kanon 1188’de şöyle diyordu: “İnananların
derin saygı göstermeleri için kutsal heykellerin kiliselerde bulunması
şarttır.” Papazlık görevim boyunca, insanların
heykellere dua etmelerine izin vererek Tanrı’nın Sözü’nü insanın sözlerinin
altında tuttuğumu görmemiştim.
Kendi Hatam
Tanrı’nın
Sözü’nün kesin otorite taşıdığını öğrenmiş olmama rağmen, Roma Katolik
Kilisesi’ni Tanrı’nın Sözü’nden üstün tutmaya devam ediyordum. Hatta Roma
Katolik Kilisesi’nin bir çok konuda Kutsal Kitap’la çelişmesine rağmen, ben
yine de Roma’nın otoritesini üstün görüyordum. Bu nasıl olabilirdi? Öncelikle,
bu benim hatamdı. Eğer Kutsal Kitap’ın otoritesini en yüce otorite olarak kabul
etmişsem, o zaman Kutsal Yazılar
tarafından ikna edilip arabulucu papazlık görevimi bırakmış olmam gerekirdi.
Bugün bir çok papazın içinde bulunduğu durum gibi, papazlık benim için çok
değerliydi. Yurtdışından bile Missa Ayinlerine gelenler oluyordu. Kilisemize
gelenler kutsal yağlarımızı, kutsal suyumuzu, madalyalarımızı, heykellerimizi,
resmi elbiselerimizi, dini törenlerimizi görmeye geliyorlardı ve tek bir kelime
bile etmiyorlardı. Ben de dahil, hiç
kimse bu şeylerin kökenini sorgulamıyordu. Roma Katolik Kilisesi’nin harikulade
stili, sembolizmi, müziği ve artistik tadı bir çok kişiye büyüleyici geliyordu.
Kilisedeki tütsüler sadece keskin kokuya sahip olmakla kalmıyor, aynı zamanda
gizemli, sırlarla dolu bir hava yaratıyordu.
Dönüm Noktası
Yirmi iki
senelik papazlık yaşantım boyunca hiç kimse beni sorgulamamıştı. Bir gün bir
kadın bana şöyle bir şey sordu: “Siz Roma Katolikleri bir çeşit tanrısallık
sergiliyorsunuz, ama bu tanrısallığın gücünü reddediyorsunuz.” Bu sözler bir
süre canımı sıkmıştı, çünkü kilisemizde kullandığımız ışıklar, kilise
bayrakları, müzik, gitarlar ve davullar benim için önemli şeylerdi. Herhalde
Trinidad adasında benimki kadar renkli cübbelere, bayraklara ve dini düzene
sahip başka bir papaz yoktu. Gözlerimin önünde olan gerçeği yaşamıma
uygulamamıştım.
1985 yılının Ekim ayında, Tanrı’nın lütfu, yaşamaya
çalıştığım yalandan daha üstün çıktı. Kendimi inanmadığım bir yaşama
zorluyordum. Bunun için bir süreliğine Barbados’a gidip dua ettim. Gerçekten de
kendimi iki otoritenin arasında sıkışmış hissediyordum. Tanrı’nın Sözü
gerçekten de en kesin gerçektir. Sadece ve yalnızca Tanrı’nın Sözü’ne itaat
etmeliyim. Ama aynı zamanda Katolik Kilisesi’nin otoritesini en yüce otorite
olduğuna ve bu otoriteyi yücelteceğime yemin ettirilmiştim. Barbados’ta
okuduğum bir kitapta Kutsal yazılar’a göre Kilise’nin tanımı olarak
“inanlıların paydaşlığı” tanımı yapılıyordu. Yeni Antlaşma’da Kilise’de bir
hiyerarşinin varlığından bahsedilmez. Papazlar sınıfının inanlıların üzerinde
bir kitle oluşturmasıyla ilgili hiçbir şey yoktur. Rab İsa Mesih’in Kendisi
şöyle diyor: “Kimse sizi ‘Rabbî' ( yüce efendi) diye
çağırmasın. Çünkü sizin tek öğretmeniniz var ve hepiniz kardeşsiniz.” (Matta 23:8). Kilisenin
tanımının “paydaşlık ve birliktelik” olduğunu görmem Roma Katolik Kilisesi’nin
otoritesini savunmayı bırakıp, sadece ve yalnızca Rab İsa Mesih’in otoritesine
girmemi sağladı. Katolik Kilisesi’nde “Papa, Papaz, Piskopos” diye tanıdığım
kişilerin Kutsal Yazılar’a göre gerçek inanlılar olmadıklarının farkına
varmıştım. Katolik Kilisesi’nin öğretileri ve bu öğretilere inananlar
Hırsitiyan değildiler. Papazlar sadece dindar insanlardı. Papazlar, Meryem’e, Tespih’e ve Roma’ya bağlı dindarlar
kitlesinden başka bir şey değillerdi. Katolik papazlığına devam edenlerin,
Mesih’in kurtuluş görevini tamamladığının farkında olduklarını zannetmiyorum.
Mesih’in yapmış olduğu iş mükemmel bir şekilde tamamlanmıştır. Mesih’in kanı
insanların günahlarını ortadan kaldırabilecek tek güçtür ve bunun için özel arabulucuya
gerek yoktur. Katolik papazları kendi geleneklerinde söylenenleri aynen yerine
getirmeye çalışarak Kutsal Yazılar’ı dışlamaya çalışmaktadırlar. Günahların
kefareti için insanın çaba göstermesi gerektiğini öğretirler. İnsanların acı
çekmesinin kurtuluşları için gerekli olduğunu öğretirler. Kurtuluş için iyi
işlerin şart olduğunu öğretirler. Bütün bunları Kutsal Kitap’tan değil, kendi
geleneklerinden çıkarmaktadırlar. Bütün Katolik gelenekleri “Lütuf Müjdesi’nden”
değil, insanın iyi işlerine dayanmasından kaynaklanıyor. Tanrı’nın lütfuyla, Roma Kilisesi arabuluculuğuyla
ya da kendi işlerimle veya seçimimle değil, sadece ve yalnızca Tanrı’nın
lütfuyla kurtulacağımı gördüm: “İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu
sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi
işlerin ödülü değildir.” (Efesliler 2:8-9).
Yeni Yaşam: Yaş 48
Hem Roma
Katolik Kilisesi’nin doktrinlerine bağlı kalmak hem de İsa Mesih’e itaat etmek
olanaksız olduğundan Roma Kilisesi’ni terk ettim. 1985 yılının Kasım ayında
Trinidad’dan ayrılıp Barbados’a gittim. Barbados’ta yaşlı bir çiftin evinde
kaldım. Trinidad tropik iklimde olduğundan üzerimde sadece yazlık kıyafetler
vardı. Cebimde çok az para olduğundan bir şey yapamıyordum. Elbise ve Kanada’ya
yol parası için Rabbe dua ettim. Bu isteğimi Rab’den başka hiç kimseye
söylemediğim halde her iki duam da cevaplandı.
45 derecelik tropik iklimden çıkıp, karlı Kanada’ya
vardım. Vancouver’de bir ay kaldıktan sonra ABD’ye geldim. Hiçbir mal varlığım
yoktu. Rabbin tüm ihtiyaçlarımı karşılayacağını biliyordum. Kırk sekiz yaşımda
hayata yeniden başlıyordum. Elimde Rab İsa Mesih’ten başka, ne ABD’de oturma
izni, ne bir sürücü belgesi, ne de para vardı.
Washington eyaletinde çiftlikleri bulunan Hıristiyan bir
çiftin evinde altı ay kaldım. Bu çifte Roma Katolik Kilisesi’ndeki papazlığımı
bıraktığımı, İsa Mesih’i Rabbim ve Kurtarcım olarak kabul ettiğimi ve Kutsal
Kitap’ın tek otorite olduğuna inandığımı söyledim. Bütün bu açıklamalarıma
rağmen bana sordukları soru şuydu: “İçinde onlara karşı bir kırgınlık, öfke var
mı?” Altı ay boyunca bana her konuda yardımcı oldular. Dua ve şefkatle her
konuda bana yardımcı olup, içimde kimseye karşı tepkiyle hareket etmememi
sağladılar. Onlar da Roma Katolik dininden çıkıp Hıristiyan olduklarından
içinde bulunduğum durumu anlayabiliyorlardı. Dört gün onların evinde kaldıktan
sonra tövbe ederek kurtuluşun meyvelerini görmeye başladım. Devamlı bir şekilde
aynı günahlarım için af dileyip tövbe etmeme gerek kalmayacaktı. Evet, Rab İsa
Mesih beni bir kez kurtarıp, tam bir şekilde kurtarmıştı. Bütün acılarımı artık
ona bırakıp, O’ndaki gerçek huzuru hissdebiliyordum. Sonunda 48 yaşındayken,
sadece ve yalnızca Tanrı’nın Sözü’nün yetkisiyle ve sadece ve yalnızca
Tanrı’nın lütfuyla İsa Mesih’in çarmıhta benim günahlarıma kefaret olarak ölmüş
olduğunu kabul ettim. Tüm görkem sadece ve yalnızca Rab İsa Mesih’indir.
Kaldığım
çiftlikte bana her konuda yardımcı olan bu Hıristiyan çift beni ruhsal ve
fiziksel yönden bereketlemişti. Bir süre sonra Hıristiyan bir kızla tanışıp
evlendim. Birlikte Georgia eyaletinin Atlanta şehrine yerleştik. Her ikimiz de Atlanta’da
çalışmaya başladık.
Gerçeğe Sahip, Gerçek Bir Misyoner
1988
yılının Eylül ayında Hıristiyan
misyonerleri olarak uzak doğuya gittik. Hiç ummadığımız şekilde, Rabbin
lütfuyla bir çok meyve gördük. Bir çok kişi Kutsal Kitap’ın otoritesini
görüyor, rab İsa Mesih’in ölümünün ve dirilişinin gerçek amacını anlıyor ve Rab
İsa Mesih’e iman ediyordu. İsa Mesih’in yaptıklarını anlatmak için sadece ve
yalnızca Kutsal Kitap kullanıldığında, insanların İsa Mesih’in yaptıklarını
anlamalarının çok daha etkili olduğunu keşfettim. Bunu keşfetmeden önce Katolik
Kilisesi’nin geleneklerini, tecrübelerimi, geçmişteki mucize olaylarını ve
Kilise’nin otoritesini kullanıyordum. 22 sene boyunca Kutsal Kitap’tan yoksun
bir şekilde sahte bir kilisenin yobazlaşmış sahte geleneklerini anlatan bir
misyonerdim. Fakat şimdi Tanrı’nın yaşayan Sözü’nü anlattığımda insanların
yaşamlarının değiştiğini görüyorum.
İsa Mesih’in bana verdiği bol
yaşamı anlatmak için Pavlus’un sözlerinden başka bir şey söylememe gerek yok: “Böylece Mesih İsa'ya ait olanlara artık
hiçbir mahkûmiyet yoktur. Çünkü yaşam veren Ruh'un yasası, Mesih İsa sayesinde
beni günahın ve ölümün yasasından özgür kıldı.” (Romalılar 8:1-2). Sadece Roma Katolik sisteminden özgür bırakılmakla
kalmamıştım, fakat aynı zamanda Mesih’te yeni bir yaratık olmuştum.
Sadece ve yalnızca Tanrı’nın lütfuyla bana verilen imanla aklanıp, papazken
yaptığım ölü işlerimden kurtulup yeni bir yaşama geçmiştim.
Lütuf Müjdesine Tanıklık
Keşke 1972 yılında Rab’bin bedenlerimize şifa verdiğini
söyleyen Katolikler, günahlı bedenlerimizin hangi otoriteyle Tanrı’yla
barıştırılmış olduğunu da anlatsaydılar. Kutsal Kitap, İsa Mesih’in bizim
yerimize fidye olarak çarmıha gittiğini öğretmektedir. Yeşaya 53:5 bu gerçeği
şöyle anlatıyor: “Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun
bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için
gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk.” Benim günahlarım için çekmem gereken cezayı Mesi’in Kendisi
çekti. Baba Tanrı’nın önünde, İsa Mesih’in benim kurban Kuzum olduğuna
inanıyorum.
Yeşaya kitabı Rabbimiz’in
çarmıha gerilişinden 750 yıl önce yazılmıştı. Mesih’in çarmıhtaki ölümünden
kısa bir süre sonra Petrus şöyle yazıyor: “Bizler günah karşısında
ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde
yüklendi. O'nun yaralarıyla şifa buldunuz” 1 Petrus 2:24.
Adem’in günahından dolayı günahlı doğalara sahip olduğumuz
için günah işleyip Tanrı’nın görkeminden uzaklaştık. Mesih’te değilsek ve O’nun
bizim yerimize öldüğünü bilmiyorsak, Kutsal Tanrı’nın huzuruna nasıl çıkarız?
Yeniden doğmamız için Tanrı bize iman veriyor. İşte bu şekilde Mesih’in
kefaretini kabul edebiliyoruz. Bu kefareti ne kendi gücümüzle, ne de kilisenin
gelenekleriyle anlayabiliriz. Günahlarımızın cazası için gerekli olan ödemeyi,
Kendisi günahsız olan Mesih yaptı. İşte, gerçek Kurtuluş Müjdesi’nin çağrısı
budur. İman yeterli midir? Evet, yeniden doğmanızı sağlayan iman yeterlidir.
Tanrı’dan doğan iman, sizi tövbeye itip iyi işler yapmanızı da sağlayacaktır: “Çünkü
biz Tanrı'nın yapıtıyız, O'nun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere
Mesih İsa'da yaratıldık.”
(Efesliler 2:10). Tövbe ederek geçmiş yaşam tarzlarımızı ve geçmiş
günahlarımızı geride bırakmış oluyoruz. Bu durum tekrar günah işleyemeyeceğimiz anlamına gelmiyor.
Tövbe edip yeni yaşama başlamamız Tanrı’nın huzurundaki konumumuzun değişmiş
olduğu anlamına geliyor. Gerçekten de Tanrı’nın çocukları olmuş oluyoruz. Eğer
günah işliyorsak, Baba Tanrı’yla olan ilişkimizde bir aksama var demektir ve bu
sorun çözümlenebilir. Mesih’in kanıyla bir kez kurtulmuş olan bir kişi sonsuza
dek kurtulmuş sayılır ve bu kurtuluş hiçbir zaman kaybolmaz. Roma Katolik
sistemi, kurtuluşun insanın özgür iradesiyle ve iyi işleriyle kazanıldığını
ileri sürer. İşte bu nedenle kurtuluşunu kazandığın gibi kaybedebileceğini de
öğretir. Kutsal Kitap ise Roma Katolik dininin iddialarını yalanlar. İbraniler
10:10 şöyle diyor: “Tanrı'nın bu isteği uyarınca, İsa
Mesih'in bedeninin ilk ve son kez sunulmasıyla kutsal kılındık.” İsa Mesih’in çarmıhta tamamladığı
görev gerçekten de tamamlanmıştır ve yeterlidir. “İsa şarabı tadınca, “Tamamlandı!” dedi ve başını eğerek ruhunu teslim
etti.” (Yuhanna 19:30). Mesih’in Çarmıh’ta sizler için tamamlamış olduğu
işe güvendiğinizde Kutsal Ruh size yepyeni bir yaşam verecektir.
Şimdiki Görevim
Şimdiki
gömrevim, İsa Mesih’in Kurtuluş Müjdesi’ni ABD’nin kuzey batısında anlatmaktır.
Pavlus’un Yahudi kardeşleriyle ilgili söylediklerini ben de çok sevdiğim
Katolik dostlarıma söylüyorum: Katolikler için yüreğimdeki arzum ve devamlı
ettiğim duam, onların Rab İsa Mesih’te kurtuluşa erişmeleridir. Birçok
Katoliğin Tanrı’yı aradığına tanığım. Ne yazık ki, Tanrı’yı arama yolları
Tanrı’nın Sözü’ne değil, kilise geleneklerine dayandırılıyor. Eğer
Filipinler’deki ve Güney Amerika’daki Katolik dostlarımızın Tanrı’ya ulaşmak
için denemekte olduğu binbir türlü çabayı bilseydiniz, yüreğimden geçenleri siz
daha iyi anlardınız: “Rab, Katolik dostlarımızın Sana ulaşmaya çalışırken
çektikleri acıları ve zorlukları anlamamız için bizi onlara karşı daha şefkatli
yap. Katolikler’in yüreklerindeki acıyı anlarken onlara senin lütufla dolu
Kurtuluş Müjden’i sevgiyle açıklayabilmemizi sağla. Onlara Çarmıh’taki işinin
“tamamlanmış” olduğunu anlatabilmemizi sağla diye dua ediyorum.”
Bir Katolik
olarak Kilise geleneğini bırakıp Kutsal
Kitap’ın öğretilerine geçmemin ne kadar zor olduğunu tanıklığımda gördünüz. Eğer
Rab, Sözü’nde bir şey yapmamızı istiyorsa, Rabbin isteğini yerine getirmek
zorundayız. Roma Katolik Kilisesi’nin “dindar ve tanrısal şekli” bir Katoliğin,
esas sorunların kökenini görmesini zorlaştırmaktadır. Gerçeği hangi otoritenin
bakış açısıyla gördüğümüze karar vermemiz gerekir. Roma sistemi gerçeği sadece
kendi otoritesi altına girersek göreceğimizi iddia ediyor. Roma Katolik sisteminin
kendi sözlerine bakacak olursak Kanon 212, Kısım 1 şöyle der: “Sorumluluğunun
bilincinde olan Hıristiyan bir kişi, inancın öğretmenleri ve Kilise’nin
önderleri olarak Mesih’in temsilcileri olan kutsal papazları izlemelidirler.” (
2.Vatican Konseyi II , Kanan Yasası Kodu Papa John-Paul II tarafından
1983 yılında onaylanmıştır). Fakat Kutsal Kitap’a göre, gerçek sadece ve
yalnızca Tanrı’nın Kutsal Yazılar’ı tarafından öğretilir. İnsanların
ürettikleri geleneklerden dolayı Reformasyon başlamıştır. Kilise’ye giren bütün
sahte öğretiler insanın geleneğiyle girdiğinden Reformasyon sırasında Kilise’yi
ilk özüne kavuşturma hareketi başlamıştır. Reformcular, Roma Katolik sisteminin
geleneklerine karşı Kilise’yi şu gerçeklere geri çağırmışlardır: “Sadece ve yalnıza
KUTSAL YAZILAR, Sadece ve yalnızca LÜTUF, Sadece ve Yalnızca İMAN, Sadece ve
Yalnızca İSA MESİH, Sadece ve yalnızca TANRI’NIN YÜCELİĞİ.
Bunları Sizinle Neden Paylaşıyorum?
Bu
gerçekleri sizinle paylaşmamın sebebi, Tanrı’nın sağladığı kurtuluş yolunu bilmeniz
içindir. Katolikler olarak temel hatamız Tanrı’nın bize verdiği yardımı bizim
kendi gücümüzle alabileceğimizi zannetmemizdir. İşte, her Katolikte olan bu
önyargı, Katolik Kateşizmine bile girmiştir. 1994 yılında ABD’de basılmış olan
ve Katolik Kilisesi’nin temel öğretisi olarak kabul edilen “Catechism of the Catholic Church”
(Katolik Kilisesi’nin Kateşizmi) adlı kitabın 2021 numaralı maddesinde şöyle
diyor: “Lütuf, evlatlığa alınmış çocuklar olmamız için Tanrı’nın bize verdiği
yardımdır.” (Çevirmenin notu: Türkçe çevirisinde Lütuf kelimesi yerine Nur
kelimesi kullanılmıştır, fakat orijinal baskısında Lütuf diye geçmektedir).
Bu bakış açısıyla, bilmeden Kutsal Yazılar’ın lanetlemiş
olduğu bir öğretiye inanmış oluruz. Tanrı’nın lütfunun Katolik Kateşizmi’ndeki
tanımı insanın kendi uydurmasından ibarettir. Çünkü Kutsal Yazılar’ın da
devamlı üzerinde durduğu gerçek, inanlıların Tanrı’yla olan ilişkisinin “iyi işlere değil,” sadece ve yalnızca
Tanrı’nın lütfuna dayandığıdır. “Nitekim, iyi işlerine bakmaksızın
Tanrı'nın aklanmış saydığı kişinin mutluluğu…” (Romalılar 4:6). “Çünkü insanın,
Yasa'nın gereklerini yaparak değil, iman ederek aklandığı kanısındayız.”
(Romalılar 3:28). “İman yoluyla, lütufla
kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır. Kimsenin
övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir.” (Efesliler 2:8-9). İnanlıların
kurtuluşlarına karşılık verdiklerini ve kurtuluşlarında Tanrı’yla ortaklığa
gittiklerini söylemek ve Tanrı’nın lütfunu sadece “bir yardım” olarak göstermek
Kutsal Yazılar’daki gerçeği reddetmektir.
“Eğer bu, lütufla olmuşsa, iyi işlerle
olmamış demektir. Yoksa lütuf artık lütuf olmaktan çıkar!” (Romalılar
11:6).
İsa Mesih’teki “doğruluk armağanı” gerçekten de bir
armağandır. Bu armağan Mesih’in Çarmıh’ta gerçekleştirmiş ve tamamlamış olduğu
zaferden dolayı kurtuluşumuz için yeterlidir. “Çünkü ölüm bir tek adamın
suçu yüzünden o tek adam arabuluculuğuyla egemenlik sürdüyse, Tanrı'nın bol
lütfunu ve aklanma bağışını alanların bir tek adam, yani İsa Mesih sayesinde
yaşamda egemenlik sürecekleri çok daha kesindir.” (Romalılar 5:17).
Bir Kişi birçokları için
yaşamını feda etti. Evet Rabbimiz İsa Mesih’in Markos 10:45’te de dediği gibi; “Çünkü
İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için
fidye olarak vermeye geldi.” Evet, Mesih Kendi yaşamını bizler için feda ederek bizlerin
kurtuluşunu sağlıyor: “Çünkü bu benim kanımdır, günahların
bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır.” (Mata
26:28).
Petrus şöyle diyor: “Nitekim Mesih de bizleri
Tanrı'ya ulaştırmak amacıyla doğru kişi olarak doğru olmayanlar için günah
sunusu olarak ilk ve son kez öldü. Bedence öldürüldü, ama ruhça diriltildi.” (I Petrus 3:18).
Pavlus’un öğretisi 2 Korintliler
5:21’de şöyle özetleniyor: “Tanrı, günahı bilmeyen Mesih'i bizim
için günah sunusu yaptı. Öyle ki, Mesih sayesinde Tanrı'nın doğruluğu olalım.”
Sevgili okuyucular, bu gerçekler Kutsal Kitap’ta
açıklanmaktadır. Tanrı, bu gerçeklerin kabul edilmesini emrediyor. “Tanrı'nın
Egemenliği yaklaştı. Tövbe edin, Müjde'ye inanın!” (Mark 1:15).
Katolik sistemi içerisinde yoğrulmuş olan bizlerin tövbe
etmesine engel olan bazı gelenekler var. Örneğin, “iyi işler yapmak,”
“kurtuluşumuzu hakederek kazanmak,” “yeterince iyi olmak,” gibi konular
sistemin aklımıza yerleştirdiği konulardandır. Fakat İsa Mesih karşılıksız
olarak, haketmemize gerek kalmadan bizlere lütfunu akıtarak doğruluk armağanını
vermiştir. İşte Katolik sistemi Kutsal Yazılar’daki bu gerçeği kabul
edememektedir. Tanrı’nın emrettiği bir şeyi yapmayı reddetmek, Pavlus’un
zamanındaki dindar Yahudiler’in günahından farksızdır. “Tanrı'nın öngördüğü doğruluğu
anlamadıkları ve kendi doğruluklarını yerleştirmeye çalıştıkları için Tanrı'nın
öngördüğü doğruluğa boyun eğmediler.” (Romalılar 10:3)
Tövbe Edin ve Tanrı’nın Lütufla
Kurtuluş Müjdesi’ne İman Edin!