Rabbin sevgili ev halkı, İsrail halkının sürgünden dönüp Yeruşalim’in surlarını onarıp şehre tekrar yerleşmelerinin üzerinden yaklaşık 400 yıl geçmişti ve kuşaklar boyudur Yahve kendi halkına hiçbir peygamber göndermemişti. Yüzyıllar önce onları dönemin süper gücü Mısır karşısında zaferli kılıp halkını Mısır’dan çıkaran Yahve daha sonra İsraillerin önünden sayısız ulusları kovarak vaat ettiği toprakları onlara vermişti. Yahve’nin atadığı krallar Davut ve Süleyman zamanında ise İsrail halkı hem ruhsal olarak hem de fiziksel olarak altın dönemi yaşamıştı. Herkes zenginlik içinde yaşıyordu ve Rabbin tapınağı inşa edilmiş, Rab tüm görkemiyle halkıyla birlikte yaşıyordu. Ancak İsrail halkı Tanrılarından uzaklaştıkça Rabbin onlara verdikleri tüm ayrıcalıkları kaybettiler, buna yaşadıkları toprak da dâhildi. Krallıkları ikiye bölündükten sonra önce kuzeydeki İsrail Krallığı, sonra güneydeki Yahuda Krallığı yıkılmış, tüm İsrailliler sürgüne gönderilmişti. Ancak pek azı sürgünden geri dönmüş ve tekrar vaat edilen topraklarda yaşamaya başlamışlardı. Ancak bu defa durum oldukça farklıydı, çünkü bu defa Yahve artık sessizdi, Yahve artık onlara seslenmiyor, sözlerini iletmesi için bir peygamber aralarından çıkarmıyordu. Ve Yahve hiç bu kadar sessiz kalmamıştı.

İşte bunca uzun bir sessizlik döneminden sonra Yahve Eski Antlaşma’nın son peygamberini, yani Vaftizci Yahya’yı göndermişti. Yuhanna 1:19-21’inci ayetlerde halk Yahya’ya: “Sen Mesih misin?” diye sorar ama Yahya, ben Mesih değilim der. “Öyleyse sen İlyas mısın?” diye sorduklarında Yahya hayır der ama şunu ekler: “‘Rab’bin yolunu düzleyin’ diye çölde haykıranın sesiyim ben” diye cevap verir. İşte Yahya’nın düzlemeye geldiği bu yolda yürüsün diye Yahve kendi biricik oğlu İsa Mesih’i dünyaya gönderir. Mesih sadece bir peygamber değildi, Mesih yalnızca bir kâhin değil, Mesih yalnızca bir kral değildi. Üçlü Birlik Tanrısı beden alıp aramızda yaşamaya gelmişti. Mesih’in Yeruşalim’e varışıyla birlikte artık Rabbimiz İsa’nın neden dünyaya geldiğini de tüm dünya görmek üzereydi.

Bugün yakından bakacağımız pasaj Mesih İsa’nın bu dünyadaki hizmetinin artık sonuna doğru geldiğini okuduğumuz bir pasajdır. Rabbimiz hizmetine başlarken ne söylemişti? “Tövbe edin çünkü göklerin krallığı yaklaştı!” Mesih’in Yeruşalim’e girişiyle birlikte de göklerin krallığı artık tüm çıplaklığıyla insanların gözünün önüne serilmek üzereydi, çünkü yalnızca bir hafta içinde Mesih çarmıhta canını verecek ama ölümü yenip mezardan zaferle çıkacaktı. Göklerin krallığı artık hiç olmadığı kadar yaklaşmıştı.

Bugünkü pasajımıza şu üç nokta ile bakacağız:

  • Hazırlık (11:1-3)
  • Peygamberlik (11:4-5)
  • Geçit Töreni (11:6-11)

Vaazımızın ilk noktasına, Mesih İsa’nın Yeruşalim’e girmeden önce nasıl bir “hazırlık” yaptığına bakalım.

Sevgili kardeşler. Rabbimiz Yeruşalim’e ilk defa gelmiyordu. Mesih İsa bir Yahudi olduğu için geçmişte birçok kez Yeruşalim’e gelmişti. Matta 2:41’de şunu okuyoruz: “İsa’nın annesi babası her yıl Fısıh Bayramı’nda Yeruşalim’e giderlerdi.” Yani en azında Mesih İsa, Yeruşalim’e her yıl en az bir kez geliyordu. Ama bu defaki gelişi oldukça farklıydı, çünkü bu defa artık hiçbir şeyi saklamayacak ve hiçbir şeyi reddetmeyecekti. Artık kendisinin Kutsal Yasa ve Peygamberlerin tümünün işaret ettiği ve gelecek dedikleri kişi olduğunu herkesin gözlerin önünde açıklayacaktı. İşte bu yüzden Yeruşalim’e bu gelişi diğerlerinden oldukça farklıydı.

Hazırlık (11:1-3)

Mesih İsa yaklaşık bir hafta önce Yeruşalim’e yalnızca 2.5 km uzaklıktaki Beytanya’ya gelmişti. Ve burada şuana kadarki yaptığı en büyük mucizelerden birini yapmıştı. Dört gündür ölü olan Lazar’ı İsa: “Lazar, dışarı çık!” diyerek ölümden diriltir ve kendisi için şunu söyler: “Diriliş ve yaşam Ben’im. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır” (Yuhanna 17:25). Dünyadaki hizmetinin sonuna yaklaştıkça hem daha büyük mucizeler gerçekleştirir hem de kendisi hakkında daha cesur iddialarda bulunur. Çünkü artık dünyaya gelme amacını gerçekleştirmekten yalnızca bir hafta uzaklıktadır. Göklerin krallığı artık bir kişinin elini uzatıp tutabileceği kadar yaklaşmıştır.

Bir hafta önce ölümünden bile daha güçlü olduğunu ilan eden Mesih İsa, yine Beytanya üzerinden, Zeytin Dağının yanından Yeruşalim’e doğru yola çıkar. Gerçekleştirdiği aklı almaz mucizeler ve kendisi hakkında iddia ettiği şeylerden dolayı O’nu büyük bir kalabalık takip etmektedir. Mesih İsa’nın Yeruşalim’e girdiği hafta da Fısıh Bayramı haftasıdır, birçok Yahudi yılın bu zamanında Yeruşalim’e Fısıh bayramını kutlamak için gelirdi. Yeruşalim’e giden yollar zaten kalabalıkken İsa’yı izleyen kalabalıkla birleşince oldukça büyük bir grubun Mesih İsa ile Yeruşalim’e doğru gittiği tahmininde bulanabiliriz. Peki, O’nu takip eden bu insanlar İsa’yı neden takip ettiklerini ne kadar anlıyorlardı? İsa’nın öğrencileri gerçeğin ne kadar farkındaydılar?

Luka 19:11’de şunu okuyoruz: “Oradakiler bu sözleri dinlerken İsa konuşmasını bir benzetmeyle sürdürdü. Çünkü Yeruşalim’e yaklaşmıştı ve onlar, Tanrı’nın Krallığı’nın hemen ortaya çıkacağını sanıyorlardı.” Yahudiler’in beklediği Mesih onları pagan ulusların elinde kurtaracak bir kraldı, onlar için savaşacak ve düşmanlarını yenecek olan bir kurtarıcıydı. Onların beklediği Mesih dünyasal bir kraldan daha fazlası değildi. Rab Tanrımızın onlara Mesih hakkında önceden bildirdiği peygamberliklerin neredeyse tümünü görmezden gelip O’nun Davut’un soyundan gelecek olan bir kral olduğu dışında başka bir şeye neredeyse odaklanmamışlardı, lakin Mesih’in nasıl bir kral olacağı konusunda dahi yanılıyorlardı. Yuhanna 18:36’da İsa şöyle der: “Benim krallığım bu dünyadan değildir. Krallığım bu dünyadan olsaydı, yandaşlarım, Yahudi yetkililere teslim edilmemem için savaşırlardı. Oysa benim krallığım buradan değildir.” Mesih üç kez ölüp dirileceğini söylediği on iki öğrencisi bile aslında olan biteni anlamıyorlardı: “Onlar bu sözleri anlamıyor, İsa’ya soru sormaktan da korkuyorlardı” (Markos 9:32). Mesih’i takip eden kalabalığın bir hafta içinde olacak şeyler hakkında en ufak bir fikri yoktu.

Mesih İsa Fısıh Bayramı kutlamaları sırasında Yeruşalim’e gittiğini söylemiştim, peki sizce Üçlü Birlik Tanrısı’nın bu zamanı seçmesinin bir nedeni var mıydı yoksa bu sadece bir rastlantı mıydı? Elbette ki bu bir rastlantı değildi. Tanrı, halkını Mısır’dan çıkarmadan önce Mısır’ın üzerinden geçmiş ve kapı sövelerinde kurban edilen kuzunun kanı bulunmayan evlerdeki ilk doğanların canını almıştı. Kuzunun kanı sayesinde Rabbin Ruhu İsraillerinin üzerinden geçerken onları ölümle denememişti. Bakın daha Mesih hizmetine yeni başlamışken Vaftizci Yahya İsa’yı görünce ne diyor: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!” (Yuhanna 1:29). İşte Mesih kendisini Fısıh bayramı sırasında günahları bağışlatan kurban olarak sunmak için Yeruşalim’e gelir. Pavlus’un da dediği üzere: “Çünkü Fısıh kuzumuz Mesih kurban edildi” (1 Korint. 5:7). İsrailliler bir komutan, bir kral beklerken göklerin krallığı bir sıpaya binmiş kurban kuzusu olarak Yeruşalim’in kapılarından içeri girer, çünkü bu kral kendi kanıyla halkını ölümün ve günahın gücünden kurtaracaktır.

İşte bu yüzden Rabbimiz nasıl bir kral olduğunu anlamaları için bir büyük ve görkemli bir at arabası ya da krallara layık bir atın sırtında girmez Yeruşalim’e. Davut Oğlu, kendisine ait olan bu şehre yalnızca bir sıpa üzerinde girer, ve bu sıpayı da yalnızca ödünç alır. Tüm yaratılışın aracılığıyla yaratıldığı Oğul Tanrı, doğumunda olduğu gibi ölümüne giden son günlerinde de bizleri şaşkınlık içinde bırakmaya devam eder. Tüm her şeyi bir kenara bıraksak bile Mesih bir hafta önce Lazar’ı ölümden dirilmişti, yalnızca bu yüzden bile görkemli bir karşılamayı hak edebilirdi. Lakin kendisinin halkını kurtarmak üzere dünyaya gelen Mesih olduğu bilinsin diye, kendisi için önceden bildirilen şu sözleri yerine getirdi: “Siyon kızına deyin ki, ‘İşte, alçakgönüllü Kralın, Eşeğe, evet sıpaya, Eşek yavrusuna binmiş Sana geliyor.’”

Peygamberlik (11:4-5)

Bu da bizi ikinci noktamıza, yani tamamlanan “peygamberlik” pasajına getiriyor.

Bu kitabın yazarı olan Matta, birçok yerde olduğu gibi burada da Mesih’in beklenen kurtarıcı olduğunu göstermek için Eski Antlaşma vaatlerini yerine getirdiğini bizlere hatırlatıyor. Ve Rabbin geçmişte peygamberleri aracılığıyla gelecek olan Mesih’in nasıl biri olduğunu açıkça söylemesine rağmen İsrail halkının bunu kavramaktan oldukça uzak olduklarını görüyoruz. Matta’nın alıntı yaptığı peygamberlik sözleri Zekeriya 9:9-10’uncu ayetlerdebuluyoruz: “Ey Siyon kızı, sevinçle coş! Sevinç çığlıkları at, ey Yeruşalim kızı! İşte kralın! O adil kurtarıcı ve alçakgönüllüdür. Eşeğe, evet, sıpaya, Eşek yavrusuna binmiş sana geliyor!  Savaş arabalarını Efrayim’den, Atları Yeruşalim’den uzaklaştıracağım. Savaş yayları kırılacak. Kralınız uluslara barışı duyuracak, Onun egemenliği bir denizden bir denize, Fırat’tan yeryüzünün uçlarına dek uzanacak.”

Rab, halkına olan sevgisini ve yakın ilgisini ifade eden “Siyon kızı” tabiriyle seslenerek onlara bekledikleri iyi haberi hatırlatır: işte kralın! Ve yürekten alçakgönüllü, şefkatli olan Mesih, alçakgönüllü bir kraldan başka ne olabilirdi ki? Bu kralın alçakgönüllü olmasının tek nedeni de şudur: Babasının isteğini yerine getirmek için bu dünyaya gelmesidir. Peki, Babasının isteği neydi? İsa Yuhanna 6:39-40’da bize şunu söyler: “Beni gönderenin isteği, bana verdiklerinden hiçbirini yitirmemem, son gün hepsini diriltmemdir. Çünkü Babam’ın isteği, Oğul’u gören ve O’na iman eden herkesin sonsuz yaşama kavuşmasıdır. Ben de böylelerini son günde dirilteceğim.” Oğul Tanrı, işte bu yüzden kendini alçaltmış, insan benzeyişine bürünmüş ve çarmıhta utanç dolu bir ölüme bile boyun eğmiştir. “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun” (Yuh. 3:16). Çünkü adaletin sağlanması ve Tanrı halkının aklanması için günahın ücreti olan ölümün ödenmesi gerekiyordu, ve bunu da Fısıh kurbanı olan Tanrı kuzusu dışında başarabilecek kimse yoktu.

Geçit Töreni (11:6-11)

Altıncı ayetten itibaren İsa’nın artık Yeruşalim’e doğru yola çıktığını okuyoruz, bu da bizi vaazımızın son noktasına, “geçit törenine” getirmektedir.

Yeruşalim’e doğru gitmekte olan bu kalabalık hakkında Markos şunu söyler: “Yola çıkmış Yeruşalim’e gidiyorlardı. İsa önlerinde yürüyordu. Öğrencileri şaşkınlık içindeydi, ardından gelenler ise korkuyorlardı” (Markos 10:32). Öğrencileri şaşkındı çünkü İsa’nın neden Yeruşalim’e gittiğini, kendisinin onlara defalarca söylemesine rağmen, hala anlayamamışlardı. İsa’yı takip edenler de korkuyorlardı çünkü ne olacağını bilmiyorlardı. Luka 19’da da değindiğimiz üzere, İsa kendini kral ilan edip Roma imparatorluğuna savaş mı açacaktı; yoksa önce ordusunu kurmak için bir süre Yeruşalim’de mi kalacaktı; yoksa Romalılar İsa’yı yakalayıp O’nu takip edenleri de idam mı edeceklerdi, bilmiyorlardı! Herkeste bir endişe ve merak söz konusuydu, Yeruşalim’e hiç korkmadan herkesin önünde yürüyerek ilerleyen Mesih’in ne yapacağını kimse bilmiyordu.

Dünyaya geldiği andan itibaren bu anın geleceğini her daim bilen İsa Mesih, öleceğini bildiği şehre doğru yürür ve yürüyüşünde ne bir tereddüt vardır ne de aklında geri dönmek. Babasının kendisine verdiği görevi tamamlamadan bu dünyadan ayrılmayacaktır.

Ülkemizin önemli şairlerinden biri olan Nazım Hikmet ölümle yüzleşen insan hakkında şunu söyler: “İnsan, öleceğini / bile bile / nasıl yaşar? /// Ya çıldırır / ya da öleceğini / unutur…” Hangi birimiz ölümü düşünerek yaşamına devam edebilir? Hangi birimiz harika bir havada dışarda yürürken, en sevdiğimiz yemeği yerken, sevdiklerimiz yanı başımızdayken ölümü düşünürüz? Ölüm düşünmek istemediğimiz, varlığını unutmak için orda olduğunu bildiğimiz halde hiç o tarafa doğru bakmadığımız bir gerçeklik olarak yaşamlarımızda durmaktadır. Yaşamını ölümsüzmüşçesine sürdüren insanın aldanmışlığına karşın, Mesih İsa ölümle her an yüz yüze yaşamış, kendi canını kimsenin almasına yetkisi olmadığı için, canını kendisine ait olanlar için feda etmiştir. Her Pazar Rabbin sofrasında okuduğumuz gibi: “Bu sizin için feda edilen bedenimdir, bu sizin için akıttığım kanımdır.” Kutsal Kitap bizlere, hatırlayın, unutmayın, der. Çünkü Rab Mesih bizler için ölümle yüzleşmesine rağmen Yeruşalim’e doğru korkusuzca yürümeye devam etmiştir. Hatırlayın, hiçbir zaman unutmayın.

İsa’nın Yeruşalim’e geldiği haftanın Fısıh bayramı kutlamaları sırasında olduğunu ve İsa’nın Yeruşalim’in yılın en kalabalık zamanlarından birinde bu şehre geldiğini okumuştuk. Mesih İsa her ne kadar büyük bir kalabalığın önünde Yeruşalim’e doğru yürüyor olsa da aslında kendisinin önünde de oldukça büyük bir kalabalık vardı, Yeruşalim bayramdan dolayı zaten oldukça kalabalıktı. Gerek onu takip edenler gerekse de şehre ondan önce varanların büyük bir bölümünün giysilerini ve bazı dalları Mesih’in yolunun önüne serdiklerini okuyoruz. Bu bizlere Eski Antlaşma döneminde İsraillilerin krallarına davranışlarını hatırlatır. Örneğin Yehu kral olmadan önce şunu okuyoruz: “Bunun üzerine hepsi hemen cüppelerini çıkarıp merdivenin başında duran Yehu’nun ayaklarına serdi. Boru çalarak, ‘Yehu kraldır!’ diye bağırdılar” (2 Krallar 9:13). Yani insanları yaptığı bu hareket aslında İsa’yı bir kral olarak gördüklerinin bir işaretiydi. Ve İsa’ya nasıl seslendiklerine bakın: “Davut Oğlu’na hozana! Rab’bin adıyla gelene övgüler olsun, En yücelerde hozana!” İsa’ya Davut oğlu, yani tahtın varisi olarak seslendiler. Hozana ise “şimdi kurtar” demektir. Halkın aradığı kurtuluş da ruhsal bir kurtuluştan daha ziyade etnik bir temel üzerine kurulu bir krallığın inşasına tanık olma istekleridir. Tanrı’nın Davut aracılığıyla kurduğu güçlü bir krallığın tekrar kurulduğuna tanık olmak isterler. Ve aynı zamanda 118. Mezmur’dan alıntı yaparlar, Mezmur 118:25-26’da şöyle der: “Ne olur, ya RAB, kurtar bizi,  Ne olur, başarılı kıl bizi! Kutsansın RAB’bin adıyla gelen! Kutsuyoruz sizi RAB’bin evinden.” Yani Yeruşalim şehrine girmek üzere olan İsa’yı karşılayan kalabalığın “Davut Oğlu’na hozana! Rab’bin adıyla gelene övgüler olsun, En yücelerde hozana!” bağırışlarını daha anlaşılır olması açısından şu şekilde tercüme edebiliriz: “Tahtın varisi bizi şimdi kurtar! Rab yapacağın işte seni kutsadı ve getirdiğin kurtuluş da en yükseklerdendir, şimdi kurtar bizi!” İşte oradaki Yahudilerin söylediği ve duyanların da tam olarak anladıkları buydu, Yeruşalim’e bir kral geliyordu, Yeruşalim’e Tanrı’nın geleceğini vaat ettiği Davut’un soyundan gelen bir kişi geliyordu. İşte bu yüzden onuncu ayette de okuduğumuz gibi, bütün kent İsa’nın şehre girişiyle çalkalandı. Grekçe aynı zamanda, deprem oluyormuşçasına sarsıldı olarak da çevirebiliriz.

Yeruşalim’e gelen yıldız bilimcilerden Mesih İsa’nın doğum haberini alan Yeruşalim halkının nasıl tepki verdiğini hatırlıyor musunuz? Matta 2:3’te bu sorunun cevabını bulabiliriz: “Kral Hirodes bunu duyunca kendisi de bütün Yeruşalim halkı da tedirgin oldu.” Mesih’in doğumu sırasında tedirgin olan Yeruşalim halkı şimdi ise adeta bir deprem olurmuşçasına sarsılıyordu. İsa’nın adını elbette duymuşlardı ama İsa üç yıl boyunca daha çok Celile bölgesinde hizmetini sürdürmüştü. İsa, Celileliler ve Yeruşalim’in kuzeyinde yaşayan Yahudiler tarafından daha çok tanınıyordu, bu yüzden de O’nun kim olduğundan bahsederken bile O’nun kimliğini Celile bölgesinden ayırt edemiyorlardı. Yeruşalim’de yaşayanların çoğu büyük bir ihtimalle Mesih İsa’yı daha önce görmemişlerdi, bu yüzden O’nun kim olduğu kendi aralarında hem bir endişe hem de bir merak konusuydu. O’nu tanımayanların O’nun için söyleyebildiği tek şey İsa’nın bir peygamber olduğuydu, daha fazlası değil.

İşte İsa, Yeruşalim’e zafer alayında yürüyen bir kral gibi karşılanarak girer. Lakin Mesih’in zafer geçiti onu karşılayanların umdukları sonucu ortaya çıkarmaz. İsa Yeruşalim’e varır varmaz gerçekleştirdiği ilk eylem tapınağın etrafındaki satıcıları kovmak olur. Pasajımızdan yalnızca bir ayet sonra Matta 21:12-13’te şunu okuyoruz: “İsa, tapınağın avlusuna girerek oradaki bütün alıcı ve satıcıları dışarı kovdu. Para bozanların masalarını, güvercin satanların sehpalarını devirdi. Onlara şöyle dedi: ‘Evime dua evi denecek’ diye yazılmıştır. Ama siz onu haydut inine çevirdiniz!” Hatırlarsanız az önce tüm halkın “Davut Oğlu’na hozana” diye hep birlikte bağırdığını okuduk, ama İsa tapınaktaki satıcıları kovduktan hemen sonra bakın ne okuyoruz: “Ne var ki, başkâhinlerle din bilginleri, O’nun yarattığı harikaları ve tapınakta, “Davut Oğlu’na hozana!” diye bağıran çocukları görünce öfkelendiler.” “Şimdi kurtar bizleri” diye bağıranların susturulması ve Davut Oğlu’nun getirdiği kurtuluşun reddedilmesi çok da uzun sürmedi.

Sevgili kardeşler, Mesih İsa’nın getirdiği kurtuluşun kendi kafalarındaki kurtuluş olmadığını anlayan, daha doğrusu Tanrı’nın sağladığı kurtuluşun ne olduğunu anlamayıp bundan dolayı Mesih’i reddeden bazı Yahudiler yalnızca birkaç gün içinde bağrışlarını “şimdi kurtar, hozanadan,” “çarmıha gerilsin” bağrışlarına değiştirirler. O’nu kral gibi karşılayan bu halk, yalnızca birkaç gün sonra bir katili Mesih’e tercih ederler. Matta 27’de şunu okuyoruz: “Her Fısıh Bayramı’nda vali, halkın istediği bir tutukluyu salıvermeyi adet edinmişti. O günlerde Barabba adında ünlü bir tutuklu vardı. Halk bir araya toplandığında, Pilatus onlara, ‘Sizin için kimi salıvermemi istersiniz, Barabba’yı mı, Mesih denen İsa’yı mı?’ diye sordu… ‘Barabba’yı’ dediler. Pilatus, ‘Öyleyse Mesih denen İsa’yı ne yapayım?’ diye sordu. Hep bir ağızdan, ‘Çarmıha gerilsin!’ dediler. Pilatus, ‘O ne kötülük yaptı ki?’ diye sordu. Onlar ise daha yüksek sesle, ‘Çarmıha gerilsin!’ diye bağrışıp durdular” (Matta 27:15-17,21-23). Ancak peygamber Yeşaya’nın da dediği gibi: “Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, Acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, Vurulup ezildiğini sandık. Oysa bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk” (Yeşaya 53:4-5).

Mesih’in bu çabası, kararlılığı ve adanmışlığı olmasaydı bugün bizler Sodom gibi olur, Gomora’ya benzerdik. Mesih o gün Yeruşalim’e doğru korkusuzca yürümeseydi, Tanrı’nın kendisine verdiği bu kâseden içmeyi reddetseydi bizler hala Mesihsiz ve bu dünyada umutsuz yaşıyor olacaktık. Bu yüzden sevgili kardeşler, Rabbin bizlere sağladığı kurtuluşun değerini bilelim, bir hazine bulmuşçasına O’na sahip çıkalım. Eğer yalnızca Pazar günleri kiliseye gelip “kurtar bizi Tanrım” ya da “Rabbin adına övgüler olsun” diye haykırdıktan sonra haftanın kalan altı gününde O’nu hiç tanımıyormuşuz gibi yaşarsak, önce O’nu öven ama birkaç gün sonra çarmıha gerilmesini isteyen bu kişilerin düştüğü tuzağa biz de düşmüş olmaz mıyız? Tanrı’ya hak ettiği övgüyü ve saygıyı yalnızca Pazar günü O’na verirsek, ama diğer günlerde Tanrı’dan uzak ve O’nu tanımıyormuşuz gibi yaşarsak İsa’yı Yeruşalim kapısında kral gibi karşılayıp daha sonra varlığını unutan kişilerden ne farkımız kalır?

Bu yüzden Mesih’in bedeni ve kanı ile gerçekleştirdiği yeni antlaşma aracılığıyla bizlere verilen yeni yaşamlarımızı Tanrı’ya yaraşır bir şekilde yaşayalım. Mesih sayesinde canlarımızın kurtuluşuna eriştiğimizi bilerek sevinelim ve sevincimizi herkesle paylaşalım. Çünkü bizler bir zamanlar kayıptık ama Mesih İsa sayesinde bulunduk!

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla. Âmin.