Neden Çarmıhta Bizler için Ölmesi Gerekti? | Matta 10

Çağdaş Coşkun tarafından

19 Mart 2023 (11. hafta) | Çarmıha Giden Yol, Vaazlar

Rabbin sevgili ev halkı, paskalya, yani diriliş bayramımıza yaklaşırken Mesih’in doğasına, neden çarmıhta bizler için ölmesi gerektiğine ve bizlerin Mesih’in benzerliğine her gün daha çok dönüştüren Kutsal Ruh’un bizlerden neler yapmamızı istediğine bakmaya devam ediyoruz. Geçen hafta Rabbimiz Mesih İsa’nın yürekten şefkatli ve alçakgönüllü bir kurtarıcı olduğunu okuduk ve Mesih’in kanı aracılığıyla kurtarılmış olan bir kişinin de Kurtarıcısı gibi şefkatli ve alçakgönüllü olması gerektiğine bakmıştık. Çünkü alçakgönüllülüğün Tanrı’nın bizlerin hayatında mutlaka olmasını istediğini okumuş ve hayatlarımızda Tanrı’nın diğer Mesihsel erdemleri de üzerine inşa ettiği bir temel olduğunu görmüştük. Bu hafta da, yaşayan Rabbin diri sözlerine bakarak, “Çarmıha giden bu yolda” Mesih İsa’nın bizlere bugün nasıl seslendiğine ve bizlerden hangi alanlarda kendisine benzememizi istediğine bakmaya devam edeceğiz.

Rabbin Sözleri, yani Kutsal Kitap’ın tümü, hiçbir zaman anlaşılması kolay sözler olmamıştır, çoğu zaman imanlılar için bile, öyle değil mi? Rabbimiz bizlere Kutsal Ruh’u aracılığıyla yardım edip sözlerini yürekten anlama ayrıcalığını verdiği zamanlar da bile, Kutsal Kitap’ı gerek teolojik nedenlerden, gerek kültürel arka planından, gerek başka dillerden çevrilmiş olmasından gerekse de çeşitli farklı sebeplerden dolayı anlamakta zorlanabiliyoruz. Bazen de karşımıza öyle ayetler çıkıyor ki, anlaması diğer ayetlere kıyasla oldukça güç pasajlar olabiliyor. İşte bu pasajlara “zor söylemler” denmektedir. Bugün bakacağımız ayetler de İsa’nın “zor söylemlerinden” biridir çünkü eğer pasajın bağlamına bakmazsak ve Mesih İsa’nın diğer söylemleriyle karşılaştırmazsak bu “zor söylemler” dediğimiz pasajları oldukça yanlış bir şekilde anlayabiliriz; hatta gerçek anlamına tamamen zıt bir şekilde bile.

Örneğin, bu bakacağımız pasajın gerek müjdeyi başkalarıyla paylaştığım zamanlarda olsun, gerekse de bazı televizyon programlarında olsun, bağlamından çok farklı şekillerde kullanıldığına tanıklık ettim. İnsanların Matta 10’u açıp bana: “Bak işte, sizin Tanrınızın kendisi bile dünyaya neden geldiğini açıkça söylüyor, aileleri parçalamak ve insanlar arasına düşmanlık tohumları yerleştirmek için.” Bu ve bunun gibi “zor söylemlerin” olduğu pasajların neredeyse hemen hemen hepsi de işte bu denli kullanılabilir. Yalnızca Hristiyan olmayanları değil ama Hristiyanların bile oldukça yanlış yorumladıkları pasajlar olabiliyor.

Lakin biraz sonra yakından bakacağımız gibi, bu pasajda Rabbimiz ve Kurtarıcımız Mesih İsa’nın aslında söylediği şeyler günaha tutsak olan bu dünyada imanlıların ne gibi zorluklarla karşılaşacağı ve böyle zamanlarda imanlıların nasıl yaşaması gerektiğidir. Tanrımız her zaman olduğu gibi gerçekleri kendi çocuklarından saklamamakta, aksine onlara gerçekleri söyleyip bu gerçeklerle nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmeye çalışmaktadır.

Öyleyse şimdi Matta 10:34-39’a yakından bakmaya başlayalım. Sevgili kardeşler, bu ayetlere şu üç nokta ile bakacağız:

  • Ayrılık (vv 34-36)
  • Sadakat (v 37)
  • Layık olmak (vv 38-39)

Onuncu bölümün tümü, İsa’nın on iki öğrencisini yanına çağırıp onları yaklaşmış olan göklerin krallığın temsilcileri olarak görevlendirmeden önce yaptığı konuşmayı içerir. Matta onuncu bölüm birinci ayete bakalım: “İsa on iki öğrencisini yanına çağırıp onlara kötü ruhlar üzerinde yetki verdi. Böylece kötü ruhları kovacak, her hastalığı, her illeti iyileştireceklerdi.” Ve şimdi Matta 11:1’inci ayete çevirelim dikkatimizi: “İsa, on iki öğrencisine bu buyrukları verdikten sonra onların kentlerinde öğretmek ve Tanrı sözünü duyurmak üzere oradan ayrıldı.” Gördüğünüz gibi, onuncu bölümün tümü İsa’nın 12 havarisine, yani kendisine ait olanlara yaptığı bir konuşmadır. Bugün de bu pasajı hala kendi halkına seslendiği bir bölüm olarak düşünebiliriz. Yani, Mesih İsa burada kilisesine konuşmaktadır.

Ayrılık (vv 34-36)

Peki, bakacağımız altı ayette Tanrımız bizlere tam olarak ne söylemektedir? Vaazımızın ilk noktasına, “ayrılık” noktasına bakalım. Otuz dördüncü ayetten otuz altıncı ayetlere kadar tekrar okuyalım: “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben babayla oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim. ‘İnsanın düşmanı kendi ev halkı olacak.’”

Sevgili kardeşler, Yeşaya 9:6’da Mesih İsa’dan “Barış Prensi” olarak bahsedilir. Barış Prensi olan Mesih, aynı zamanda Matta beşinci bölümde: “Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin” der. Ayrıca, yine Matta beşinci bölümde Mesih İsa: “Ne bereketli barışı sağlayanlara! Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek” diyerek barışı sağlamanın Tanrı’nın gözünden ne kadar önemli olduğunu vaaz eder. Peki, nasıl olur da tüm bunları öğreten İsa, aynı zamanda Matta 10:34-36’daki bu ayetlerini söyler? Burada bir çelişki mi söz konusudur? Mesih İsa birbiriyle taban tabana zıt olan iki öğretiş mi vermektedir?

Sevgili kardeşler, Rabbimiz bizlere pespembe bir tablo çizmek yerine, her zaman olduğu gibi bizlere dürüst ve açık bir şekilde ne olacağını bildirmektedir. Müjde nasıl bizlere günahkâr doğamız hakkında gerçekleri söyleyen tek kaynaksa, müjdeyi duymamız için dünyaya gelen Kurtarıcımız Mesih İsa da kendisine iman edenlere gerçekleri dürüst ve açık bir şekilde konuşan birisidir. Tanrımız “eğer bana iman ederseniz imanlı olmayan aile üyeleriniz sizleri daha çok sevecek, yaşadığınız toplum içinde daha çok kabul edileceksiniz” diyebilirdi ve herkes tarafından çok sevilebilirdi. Ama Üçlü Birlik Tanrısı yalan söylemez, kimseyi kandırmaz. İşte bu yüzden Mesih İsa, kendi tattığı reddedilişi kendisine iman edenlerin de tadacağını söylemektedir. Nasıl Mesih İsa bu kâseden içtiyse, kendisine iman edenler de bu kâseden içecektir. Yuhanna 7:43 ve 10:19’da şunu okuyoruz: “Böylece İsa’dan dolayı halk arasında ayrılık doğdu.” Kısacası, gerek aile içinde gerekse topluluk içinde yaşanan ayrılıkların nedeni, Mesih İsa’nın bunu istemesi değil, ama Kutsal Kitap’ın öğretişinin ayrıştırıcı olmasıdır.

Peki, Kutsal Kitap’ın öğretişi ayrıştırıcıdır derken tam olarak neyi kastediyoruz? Sevgili kardeşler, gerçek her zaman ayrıştırır, böler. Kutsal Kitap’ın “sözleri gerçektir” (Yuh. 17:17). Kutsal Kitap’ın “temeli gerçektir” (Mezmur 119:160). Ve Mesih İsa bu gerçeklere tanıklık etmek için dünyaya gelmiş ve kendisine iman edenler için Yuhanna 17:13-17’de şu şekilde dua etmiştir: “İşte şimdi sana geliyorum. Sevincimin onlarda tamamlanması için bunları ben dünyadayken söylüyorum. Ben onlara senin sözünü ilettim, dünya ise onlardan nefret etti. Çünkü ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değiller. Onları dünyadan uzaklaştırmanı değil, kötü olandan korumanı istiyorum. Ben dünyadan olmadığım gibi, onlar da dünyadan değiller. Onları gerçekle kutsal kıl. Senin sözün gerçektir.” İşte sevgili kardeşler, Rabbin sözlerin gerçekliği işte bu şekilde dünyamıza ayrılık getirir, çünkü “dünyaya ışık geldi, ama insanlar ışık yerine karanlığı sevdiler. Çünkü yaptıkları işler kötüydü” (Yuh. 3:19).

Bugün Türkiye’de yaşayan Hristiyanlar olarak bu ayetleri belki de en iyi şekilde anlayan halklardan biriyiz, öyle değil mi? İçinde yaşadığımız karanlıktan bizleri şaşılası ışığına çağıran Tanrı sayesinde canlarımızın kurtuluşuyla seviniyoruz ve sevineceğiz de! Ancak iman ettiğimiz andan itibaren ya ailelerimiz tarafından yadırgandık ya da reddedildik. İş yerlerimizde yıllardır tanıdığımız insanların şüpheli bakışlarıyla karşılaşmaya başladık. Dostlarımızın, arkadaşlarımızın bir anda bizleri hayatlarından çıkarışlarına tanıklık ettik. Karılarımıza, kocalarımıza, çocuklarımıza, ülkemize olan sevgimizin gerçekliğinin sorgulanmasına şahit olduk. Kimilerimiz zulüm altında yaşadı, bazılarımız Mesih uğruna canlarını verdi. “Mesih uğruna her şeyi zarar saydık, süprüntü saydık” çünkü Petrus’un da ikrar ettiği gibi: “Başka hiç kimsede kurtuluş yoktur. Bu göğün altında insanlara bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiçbir ad yoktur” (El. İş. 4:12). İşte bu yüzden her durumda sevinebiliriz çünkü kendi doğruluğumuzla değil ama İsa Mesih’te bizlere bağışlanan lütfuyla kurtulduk, bu sayede galiplerden de üstünüz, çünkü biliyoruz ki her durumda Rabbimiz bizlere lütfu sayesinde, O’nu yüz yüze görene kadar kurtuluşumuz Kutsal Ruh tarafından korunmaktadır.

Sevgili kardeşler, 10:34-36’daki bu sözler bizlere imanımızın sonucu olarak bu dünyada nasıl zorluklarla karşılaşacağımızı göstermesinin yanı sıra, çok önemli başka bir şey daha söylemektedir. O da şudur: Mesih uğruna ailemizin, arkadaşlarımızın, değer verdiğimiz insanların bizleri reddetme olasılığını göz almalıyız. Bu bizlerin isteyeceği son şey olabilir ama seçim yapmak zorunda kalırsak, Mesih İsa’yı seçmeye hazır olmalıyız. Yakup’un da söylediği gibi: “Dünyayla dost olmak isteyen, kendini Tanrı’ya düşman eder”  (Yakup 4:4). İmanınızdan ötürü sevdiklerinizle aranıza gerçeğin kılıcı girdiğinde, aranızda müjdeden ötürü ayrılıklar başladığında seni yaratan, sana şekil veren Rabbin dediklerini hatırla: “Korkma, çünkü seni kurtardım,  Seni adınla çağırdım, sen benimsin.  Suların içinden geçerken seninle olacağım,  Irmakların içinden geçerken su boyunu aşmayacak.  Ateşin içinde yürürken yanmayacaksın,  Alevler seni yakmayacak” (Yeşaya 43:1-2).

Sadakat (v 37)

İşte bu yüzden Tanrı yüreklerimizde “sadakat” ister, bu da bizi vaazımızın ikinci noktasına getirir. Matta 10:37’yi tekrar hatırlayalım: “Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.”

Her Pazar anne ve babamıza saygı göstermemiz gerektiğini okuyoruz öyle değil mi? Aynı zamanda Kutsal Kitap’ta aile üyelerimizle ilgilenmeye, onlar ihtiyaçlarını karşılamaya çağrılıyoruz. Peki öyleyse, Rabbimiz bizlere burada tam olarak ne söylemektedir?

Tanrı bizlere ailelerimizi, eşlerimizi, çocuklarımızı sevmememizi söylemiyor, ama yüreğimizdeki ilk sıranın kendisine ait olması gerektiğini söylüyor. Çünkü hem Rabbimiz sayesinde gerçek sevginin ne olduğunu öğreniyoruz hem de gerçekten birisini sevmenin ne anlama geldiğini de. Çünkü gerçek sevgi almak değil, vermektir, der kendi canını bizler için veren sevgili Kurtarıcımız. İşte, biz de Rabbi sever ve O’nun bizi sevdiği gibi başkalarını sevmeyi öğrenirsek, işte o zaman O’nun istediğini yerine getirmiş oluruz.

Peki, bu sevgi nasıl bir sevgi olmalıdır? Sevgi nedir? Sevgi bir duygudan çok daha fazlasıdır, sevgi bir karar, sevgi bir eylemdir. Bu pasajda da Tanrı’ya olan sevgimiz, O’na olan sadakatimizle iç içedir. Tanrı’yı seviyorum deyip O’na sadık olmadığımız takdirde bu sevginin hiçbir anlamı yoktur. Eğer annemizi, babamızı, eşimizi, çocuklarımızı Tanrı’ya tercih ediyorsak aslında O’nu yürekten sevmeyi henüz başaramamışız demektir. Tanrı’ya olan sevginiz ve sadakatiniz, bir sevdiğinizi kaybetme korkusuyla tepetaklak oluyorsa, kendi yüreğinizde bu soruya kendiniz cevap verin, bu Tanrı’yı ne kadar sevdiğiniz anlamına gelir? Reddedildiğiniz zaman, dışlandığınız zaman Tanrı’ya sadık kalabileceğinizi düşünüyor musunuz? Tanrı’yı anne ve babanızdan, kardeşlerinizden, karı ya da kocanızdan daha çok seviyor musunuz? Tanrı hayatınızda olması gereken yerde mi yoksa bu sıralamada oldukça aşağılarda mı?

Kutsal Kitap bizlere bu zor soruları bizim yararımız için önümüze getirmektedir, sevgili kardeşler. Şuan hepimiz Rable olan ilişkimiz konusunda farklı noktalarda olabilir, belki bu sorulara bugün net cevaplar veremiyor olabiliriz, ama cesaretinizi kaybetmeyin, Tanrı bizim doğamızın güçsüzlüğünü biliyor, ancak bu, Tanrı’nın bizleri olduğumuz gibi kabul edeceği anlamına gelmiyor. Çünkü Tanrı, kendi çocuklarının Kutsal Ruh’u aracılığıyla İsa Mesih benzerliğine her gün daha çok dönüştürüyor ve bizlerin de Tanrı’nın isteklerini yerine getirebilmemiz için elimizden geleni yapmamızı istiyor. Tanrımız RAB, kıskanç bir Tanrı’dır (Mıs. Çk. 20:5) ve yaşamlarımızda kendisine ait olması gereken konumu kimseyle paylaşmak istememektedir. Çünkü bizleri yaratan, içimize ruhlarımızı üfleyen, her ihtiyacımız karşılayan, sevgisi ve sadakati sonsuz olan Tanrımız hayatlarımızda bu konumu herkesten çok hak etmektedir.

Sevgili kardeşler, dünya kendilerini reddetmesin, aralarında hiçbir ayrılık olmasın isteyen birçok kişi bugün kilise ve dünya arasında adeta barış elçiliğine soyunmuşlardır. Müslümanlar kendilerini kabul etsin diye vaftize abdest, Tanrı’nın Oğlu’na Tanrı’nın elçisi derler; liberaller kendilerini kabul etsin eşcinselliğin Kutsal Kitap’a karşı olmadığını öğretirler, kadınları pastör olarak atarlar; ateistler kendilerini kabul etsin diye Hristiyanlığın bir din olmadığını yalnızca bir felsefe olduğunu öğretirler. Tüm kaygıları dünya tarafından reddedilmemek, aralarında hiçbir konuda ayrılık olmadığını kanıtlamaktadır. Mesih İsa bugün dünyaya gelmiş olsa ve Matta 10:34-39’daki sözleri bugün söylemiş olsaydı, Mesih İsa’nın kendisini bile kâfir ilan edebilecek kadar Rabbin Sözünden uzaklaşmış, tek dertleri dünyayla arkadaş olmak isteyen bu kişiler ne yazık ki Rabbin kilisesi içinde kendilerine oldukça güçlü bir yer edinmişlerdir. Ama biliyoruz ki Tanrı her durumda egemendir ve bizim önceliğimiz kendi ruhsal yaşamlarımız olmalıdır. Bu yüzden sevgili kardeşler, gözlerinizi dört açın, dikkat edin, sevgi ve sadakatinizi Rabbimize borçlu olduğunuzu unutmayın.

Layık Olmak (vv 38-39)

Rabbimizin bizlerden şimdiye kadar çok fazla şey istemiş olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz, çünkü 38 ve 39’uncu ayetlerde Mesih İsa sevgi ve sadakatimizden çok daha fazlasını istediğini görüyoruz; kendisine mutlak bir şekilde itaat etmemizi ve kendimizi inkâr etmemizi ister, çünkü ancak bu şekilde O’na “layık olabiliriz”; ki bu da bizi vaazımızın son noktasına getirir.

Vaazımızın başında, bu ayetlerin bağlamına bakarken, İsa’nın öğrencilerine konuştuğunu, yani kilisesine seslendiğini söylemiştik. Mesih İsa, öğrencilerine bu sözleri söylediği dönede, onlara henüz çarmıha gerileceğinden hiç bahsetmemişti, çarmıhla alakalı hiçbir şey söylememişti. Bu yüzden öğrencilerin İsa’nın neden bahsettiğini o anda anlamamış olma ihtimalleri oldukça yüksekti, ancak İsa’nın birçok diğer söylemi gibi, tüm bu sözleri Kutsal Ruh onlara verildikten sonra kavramaya başlamışlardı. Ama İsa’nın bu sözleri söylediği dönemde İsa’nın çarmıha gerileceği konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Onlar için çarmıh yalnızca korkunç bir idam yöntemiydi ve Yahudilikte kesinlikle yeri olmayan bir unsurdu. Mesih İsa öğrencilerine düşmanlarını alt etmeleri ya da onları öldürmeleri için bir silah vermez. Aksine İsa, öğrencilerine düşmanlarının onları öldürebileceği bir silah verir, çünkü çarmıhın anlamı tam olarak buydu. Bir an düşünün bu sözlerin öğrencilere nasıl geldiğine? Nasıl olurda İsa onlara kendi çarmıhlarını taşımaktan bahsediyor olabilirdi? Nasıl olurda kâfir Romalıların azılı suçluları idam etmek için kullandığı bu idam yönetiminin aleti olan çarmıhı bir Yahudi, Tanrı’dan korkan birisinin her gün taşıması gerekebilirdi?

Elbette ki, öğrenciler bunu nasıl daha sonra anladılarsa bizler de Mesih’in çarmıha neden gerilmesi gerektiğini, neden ölümü yendiğini ve neden ölüm ve günaha karşı kazandığı bu zafere kendisine iman edenleri de ortak ettiğini Kutsal Kitap sayesinde anlıyoruz. Ama bunu anlamak yeterli midir? Çünkü belki de İsa’nın şuan bizden istediği şey bizim için yapması en zor şey olabilir; bu da Tanrı’yı kendimizden daha çok sevmek. Çünkü kendimiz için yaşamak, her gün yataktan kendimiz için kalmak, yemek yemek, istediğimiz şeyleri yapmak, zaten her gün yaptığımız ve bizim için rutin olan şeyler. Kendimiz için yaşamaya ve kendi isteklerimizi tatmin etmeye zaten oldukça alışığız. Günah işlediğimizde de kendimizi bencil bir sevgiyle sevdiğimiz için günah işleriz, Tanrımızın gözünde kötü olanı yaparız, öyle değil mi? Bize ait olmayan bir şey çalarız, sahip olmamamız gereken bir şeyi arzularız, daha kötü bir durumda olmamak için yalan söyleriz, iftira atarız. Kendimize olan sevgimizden dolayı yapamayacağımız çok az şey vardır. Tüm bunların içerisinde nasıl daha fazla Tanrı için yaşayabilir ya da Tanrı’nın isteklerini daha çok önemseyebiliriz? Nasıl kendimizden daha çok Tanrı’yı düşünmeye başlayabiliriz?

Sevgili kardeşler, Mesih’e iman etmeden önce bu tarz yaşamlar yaşamamız oldukça normaldir. Ancak Romalılar altıncı bölümde de okuduğumuz üzere: “Artık günaha kölelik etmeyelim diye, günahlı varlığımızın ortadan kaldırılması için eski yaradılışımızın Mesih’le birlikte çarmıha gerildiğini biliriz. Çünkü ölmüş kişi günahtan özgür kılınmıştır. Mesih’le birlikte ölmüşsek, O’nunla birlikte yaşayacağımıza da inanıyoruz… Sizler günahın kölesiyken doğruluktan özgürdünüz…  Ama şimdi günahtan özgür kılınıp Tanrı’nın kulları olduğunuza göre, kazancınız kutsallaşma ve bunun sonucu olan sonsuz yaşamdır.” Bizler bir zamanlar doğruluktan özgürdük, ama Kutsal Ruh sayesinde artık günahın gücünden özgürüz. Artık her geçen gün Tanrı’nın benzeyişine daha çok dönüştürülüyoruz, kutsallaştırılıyoruz. Elbette ki günah işleyen imanlılar olmaya devam edeceğiz ancak artık her yeni günde eski hayatımızdan bir gün daha uzakta olacağız. Artık her yeni günde Mesih’e daha çok benzer olacağız. Bu inişli çıkışlı bir süreç olsa da Rabbin yüreklerimize koyduğu Ruh’u sayesinde bunu başarabiliriz. Bu yüzden sevgili kardeşler, Mesih’in ardından gitmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip Mesih’i izlesin (Matta 16:24). Mesih’in bunu nasıl yapacağını sizlere şu sözlerle söylediğini unutmayın: “ Kim buyruklarımı bilir ve yerine getirirse, işte beni seven odur.”

Sevgili kardeşler, Mesih İsa’nın kurtuluş müjdesine iman etmenin bu dünyada sonuçları olduğunu hepimiz biliyoruz, yaşıyoruz. Özellikle de Türkiye’de yaşayan imanlılar olarak birçoğumuz öyle ya da böyle bir bedel ödedik ve ödüyoruz. Dünyanın birçok yerinde de durum hiç de farklı değildir. Bugün Hristiyan olarak varsaydığımız batı ülkelerin de bile Hristiyanlık dışında neredeyse her fikir, her din çok ılımlı bir şekilde toplum tarafından kabul edilirken bir tek Hristiyanlığa tolerans gösterilmemektedir. Geçtiğimiz Şubat ayının 19’unda pedofilinin cinsel bir yönelim olması gerektiğinin tartışmaya açıldığı Hollanda’da Hristiyan nüfusu tarihinin en düşük seviyelerine inerken, gelişimin ve ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biri Hristiyanlık olarak görülüyor. İngiltere’de eşcinsel evliliğe ve kadınların rahip olarak atanmalarına karşı olan rahipler kiliseden kovuluyor. Amerika’daki birçok mezhep ise çoktan liberal düşüncelere teslim olmuş durumda. Kutsal Kitap’a sadık olan imanlılar geçmişte bedel ödediler, şimdi ödüyorlar ve gelecekte de ödeyecekler. Çünkü gerçek böler, çünkü “dünyaya ışık geldi, ama insanlar ışık yerine karanlığı sevdiler. Çünkü yaptıkları işler kötüydü.” Ancak Rabbin bizlere otuz dokuzuncu ayette söylediğini hiçbir zaman ama hiçbir zaman unutmayalım: “Canını kurtaran onu yitirecek. Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır.” Rabbimiz yaşadığımız ve yaşayacağımız tüm zorluklara değerdir, çünkü Rabbimiz Mesih İsa “dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusudur,” çünkü yol, gerçek ve yaşam O’dur.

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla.