Rabbin sevgili ev halkı, yalnızca doğru olanı yapmaya gayret ettiğiniz için amacınıza ulaşamadığınız ya da istediğinizi yapamadığınız hiç oldu mu? Peki, siz doğru olanı yapmaya gayret edip yine de başarılı olamazken, yalan dolan ve hile hurdayla amacına ulaşmak isteyen kişinin başarılı olduğuna tanıklık ettiğiniz oldu mu? Böyle bir deneyim hiç yaşadınız mı? Belki sırf bu yüzden artık siz de doğru olanı yapmaktan vazgeçip yanlış olanı yapmaya karar vermiş olabilirsiniz, ya da en azından bunu aklınızdan geçirmiş olabilirsiniz, çünkü her ne kadar doğru olanı yapmaya çalışmış olsanız da sadece cezalandırılacağınızı düşünmüş olabilirsiniz. Veya artık bu dünyada yalnızca kötülük yapanların ödüllendirildiğine inanmaya başlamış da olabilirsiniz.

Eğer böyle düşünüyorsanız, sizleri bu kürsüden: “Sizler nasıl Hristiyanlarsınız böyle?” diyerek bu konuda azarlama hakkına sahip olamam çünkü çok da haksız sayılmazsınız. Bugün burada olan ve bu vaazı dinleyecek olan herkes kendisini en az bir kere böyle bir durumda bulmuştur. Kendimizi böyle bir durumda bulduğumuzda, aklımıza ilk gelen ilk şeylerden biri doğruluk uğruna acı çekmenin ne kadar gereksiz bir şey olduğu olabilir. Çünkü bu dünya, ne yazık ki, bazı kişilerin kötülük planlayarak, kötü yolları seçerek başarılı olup zenginleştiği ve kötü amaçlarına kolayca ulaştığı bir yer haline gelmiştir, ve işin daha üzücü tarafı da aslında dünyanın her zaman böyle bir yer olduğu gerçeğidir.

Mezmur 37’yi yazan Davut’un da kendisini benzer bir durumda bulup ve aynı düşüncelerle cebelleştiğine tanıklık ediyoruz, neden ben de onlar gibi davranmayayım? Neden ben de kötüler gibi amaçlarıma kolayca erişmeyeyim ve neden doğruluk uğruna acı çekeyim? İşte bu düşüncelerle boğuşan Davut, Rabbin yönlendirişiyle hem kendisi için hem de Rabbin halkı için Mezmur 37’yi Ruh’un yönlendirişiyle kaleme alır. Martin Luther bu Mezmur’a “Azizlerin Giysisi” der çünkü her imanlının her an adeta bir giysi gibi giyinmesi, üzerinde taşıması, aklında tutması gereken bir Mezmurdur. Öyleyse bu Mezmur’a yakında bakmaya başlayalım. Mezmur 37’ye şu üç nokta ile bakacağız:

  • Rabbe ait olanların Sabrı (37:1-11)
  • Rabbe ait olanların Zaferi (37:12-26)
  • Rabbe ait olanların İstikbali (37:27-40)
  1. Mezmur akrostik bir Mezmurdur. Her ikinci ayet, sırasıyla İbranice alfabesinin bir harfiyle başlar. Tabii bu da bu Mezmuru ezberlemeyi oldukça kolaylaştırmıştı. Çünkü Luther’in de vurguladığı gibi, bu her imanlının yürekten bilmesi gereken bir mezmurdur, çünkü hayatımızın hemen hemen her günü karşımıza çıkabilecek bir gerçekle ilgilidir. Mezmur 37 ayrıca antlaşma diliyle yazılmış bir Mezmur’dur. Bu Mezmurda Davut’un Rab’be, antlaşma ismi olan Yahve ile seslendiğini görüyoruz. Ayrıca kötülerin beş kez “kesilip atılacağını” okuyoruz, bu da yine bir antlaşma terimidir, kötülerin Rabbin antlaşma halkından ve antlaşmasından koparılacağı, dışarıda bırakılacakları anlamına gelmektedir.

Öyleyse vaazımızın ilk noktasına, Rabbe ait olanların sabrına bakalım.

İlk on bir ayette karşımıza sıkça çıkan kelimelerden biri “kızıp üzülme.” İbranice’den “için için yanmak” olarak da çevirebiliriz. Bu fiil bize Türkçe’deki şu atasözünü hatırlatır: “Keskin sirke küpüne zarardır.” Peki, neden kötü kişiye kızıp üzülmemizi söylüyor bize Rabbimiz? Rab Tanrı’nın bu isteğinin arkasında yatan gerçekler nelerdir?

İlk olarak, Tanrımız, bizlerin yaşadığımız ana değil ama aynı zamanda ileriye odaklanmamızı istiyor. Sevgili kardeşler, yaşadığımız bu hayatta kötülerin amaçlarına ulaştığını gördükçe, işlerinde başarılı olduklarına tanıklık ettikçe bazen öfkemizden dolayı çok önemli bir gerçeği unutabiliyoruz; bu kişilerin başarılarının ve zenginliklerinin aslında ne kadar kısa soluklu olduğunu. İşte bu yüzden Rab bizlere içimizde fırtınalar kopartan bir öfkeyle değil, ama sabırla Rabbe güvenip O’nun harekete geçmesini beklememiz gerektiğini öğretiyor. Lakin beklemek, sabretmek, çoğumuzun Kutsal Kitap’tan almayı umduğu bir cevap olmayabilir. Her ne kadar yaşadığımız haksızlıklar bazen katlanılabilir gibi gelmese de Kutsal Kitap bizlere çok net bir şekilde şunu söylüyor: “Çünkü onlar çimen gibi çabucak solacak, yeşil bitkiler gibi kuruyup gidecekler” (37:2). Kötülükle amaçlarına ulaşan kişilerin başarısı işte bu kadar kısa sürecektir, baharda açan çiçekler gibi ihtişamlı gözükseler de, bir ovayı kaplayan yemyeşil çimler gibi göze çekici gelseler de, aslında elde ettikleri başarının ömrü oldukça kısadır. İşte Rab bizlere bu gerçeği ilan ediyor; kötü kişi yalan dolanla, bin bir türlü hileyle istediğini elde etmiş olabilir ama günün sonunda elde ettiği tek şey geçici bir görkemdir, geçici bir başarıdır. Bu yüzden Rab kızıp üzülerek bizleri içeriden tüketen bir öfkeyle yaşamamamız gerektiğini bildiriyor. Bu kişileri gelecekte ne beklediği belliyken Rabbimiz yüreklerimizi korumamızı söylüyor, çünkü sekizinci ayette de okuduğumuz gibi: “Kızmaktan kaçın ve öfkeyi terk et, kızıp üzülme; bu yalnızca kötülük doğurur.” Kötüye beslediğimiz öfke bizi yalnızca kötülüğe sürükler, içimizdeki öfke bizleri yavaşça yiyip bitirir. Bu yüzden kötünün komplolar kurarak, hileyle hurdayla zenginleştiğini, amaçlarını gerçekleştirdiğini gördükçe, işte, Mezmur 37’yi hatırlayın, “çünkü kötülük yapanlar kesilip atılacak, ama Yahve’yi bekleyenler ülkeyi miras alacak” (37:9).

İkinci olarak, Tanrı’nın bizlerden kızıp üzülmememizi istemesinin nedeni, O’nun egemen olduğu gerçeğine odaklanmamızı istemesidir. Bakın 37:3-7 ayetleri arasında Davut bunu nasıl anlatıyor: “Yahve’ye güven… Yahve’den zevk al… Yolunu Yahve’ye ada… O’na güven… Yahve’nin önünde sessiz ol.” İmanımızın temelinde güvenmek vardır öyle değil mi? İmanın kendisi güvenmenin bir ikrarıdır. Bakın Pavlus İbraniler’de ne söylüyor: “İman, umut edilenlere güvenmek, görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır.” İşte eğer Rabbin vaatlerine güvenirsek ve O’nun sözlerinin gerçek olduğundan emin olursak Rabbin gözünde doğru olanı yapabiliriz. Eğer O’nun vaatlerinden şüphe eder, Rabbin her durumda egemen olduğuna inanmazsak içimizdeki öfke bizleri yalnızca daha fazla günaha sürekler. Ve kardeşler, bu yalnızca Rabbin gözünde doğru ya da yanlış olanı yapıp yapmamayla alakalı değil, ki bu bizlerin ana motivasyonu olmalıdır, ama aynı zamanda bizler için neyin iyi olduğu konusundadır. Çünkü Rabbe umut bağlamak, O’na güvenmek ve her durumda O’nun hâkim olduğuna inanmak bu dünyadaki kötülükler karşısında bizleri ayakta tutabilecek tek doğru tutumdur. Rabbin isteği bizler için iyidir. Mezmur 125:1’de okuduğumuz üzere: “RAB’be güvenenler… sarsılmaz, sonsuza dek durur.” İşte bu yüzden Yusuf köle olarak satıldığı, cezaevine haksızca atıldığı halde Rabbi yüceltebildi, işte bu yüzden İstefanos adaletsiz bir ölümle yüz yüze olduğunu bildiği halde sarsılmadı, işte bu yüzden Petrus adaletsizce yargılandığı halde herkesi cesaretiyle şaşkına çevirdi. Babasının isteğini yerine getirmekte kararlı olan Oğul Tanrı, işte bu yüzden hiçbir suçu olmadığı halde çarmıhtaki utanç dolu bir ölüme boyun eğebildi. Çünkü bizler “gözle görülene değil, imana dayanarak yaşıyoruz” (2.Kor 5:7). Çünkü bizler her durumda Rabbin kendisine inananların iyiliği için etkin olduğuna iman ediyoruz.

Üçüncü olarak, Rab bizlerden sabırla beklerken aynı zamanda iyilik yapmamızı da ister. Üçüncü ayette bakın şunu okuyoruz: “Yahve’ye güven ve iyilik yap. Toprağında yaşa ve sadakatle ekip biç.” Yani Rab bizlere yalnızca: “Sabredin çünkü kötülerin sonu gelecek, sabredin çünkü ben her durumda egemenim” demiyor, ama sabretmemizi ve O’na güvenmemizi isterken aynı zamanda iyi olanı da yapmamızı istiyor.  Yeni Antlaşma’da bu prensibi Romalılar 12:21’de buluyoruz: “Kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen.” Sevgili kardeşler, bu belki de Rabbin bizlere verdiği en büyük ve en güçlü silahlardan biridir, kötülüğü iyilikle yenmek. En büyük kötülüğü, günah ve ölümü, kendi canını feda ederek yenilgiye uğratan Rabbimiz, bizlerden adeta kendisini örnek almamızı istiyor. Bu her ne kadar başarması çok zor bir tutum olsa da, Rabbe güvenip doğru olanı her durumda yapmaya çalıştığımız takdirde, emin olun hiçbir kötülük sizleri sarsamayacaktır. Günaha tutsak olan bu dünya bizleri her gün farklı şekillerde deneye dursun, kötülerin amaçlarına kötülükleriyle ulaştıklarına her gün şahit ola duralım, bizler Rabbin gözünde doğru olanı imanımıza dayanarak yapmaya gayret ettiğimiz sürece her durumda galiplerden de daha üstün olacağız!

Kısacası, bizler sabırla beklemeliyiz çünkü geleceğin ne getireceğini, Rabbin egemen olduğunu ve iyilikle kötülüğü yenebileceğimizi biliyoruz. Çünkü Rabbe iman edenlerin, 37:11’de okuduğumuz üzere ülkeyi miras alacaklarını okuyoruz. Rabbimiz Mesih İsa Matta 5:5.ayette de aynı vaadi kendisine iman edenlere şu şekilde hatırlatır: “Ne bereketlidir alçakgönüllüler! Çünkü yeryüzünü miras alacaklar!” Ve aynı zamanda, sabır bir imanlının hayatındaki çok değerli bir erdemdir. 17.yüzyılda yaşamış bir yazar ve pastör olan Thomas Watson sabır hakkında şunu söyler: “Sabır, irademizin Tanrı’ya istekli bir şekilde teslim edilmesidir. Sabır kulağı açar ama ağzı kapatır; tüm darbelere dayanabilen bir örs gibi Hristiyanı yenilmez yapar.”

Öyleyse, vaazımızın ikinci noktasına, Rabbe ait olanların zaferine bakalım.

Kötülerin bu dünyada zenginleşebilmesi ve bolluk içinde yaşayabilmesi için birilerine haksızlık yapmaları ve birilerini sömürmesi gerekli, çünkü elde etmek istediği kazanç hak edilmiş bir kazanç değil ama başkasının hakkını çalmaktır. Elbette ki burada Kutsal Kitap’ın bahsettiği kişiler başarılı ve/veya zengin kişiler değil, ama sahip oldukları her şeye kötülük yaparak ulaşan ya da ulaşmak isteyen kişilerdir. Bu kişiler, yaptıkları kötülükler yetmiyormuş gibi bir de üstüne üstlük sanki kendilerine kötülük yapılmışçasına doğru kişilere öfkelenirler, onların ayaklarını kaydırmaya çalıştıklarını okuyoruz. Sanırım bu çoğumuza oldukça tanıdık gelen bir durum, öyle değil mi? Kötülerin adeta kendileri bazen mağdurmuşçasına sergilediklerini ve suçsuz kişileri hedef gösterdiklerine defalarca şahitlik ettik, ediyoruz da. Kurduklarını düşündükleri bu düzende akıllarındaki tek sistem, kimin gücü kimi yetersedir. Çünkü “akılsız içinden, Tanrı yok, der” ve bu yüzden taptığı tek şey güçtür. Lakin, kötü kişi kendi akılsızlığı içinde yakalanır.

Sevgili kardeşler, Rab diyor ki: “Size dokunan gözbebeğime dokunmuş olur” (Zek. 2:8). İşte Rab kötüye bu yüzden güler, çünkü onun sonunun yakın olduğunu bilir. Kötü kişi başına hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi, sanki yaptığı hiçbir şeyin karşılığı olmayacakmış gibi yaşar. Ve kötü kişi kısa soluklu zaferle sevinir, kazandığı bu zaferlerin sonsuza kadar süreceğine inanmak ister. Lakin 37:15’te aslında onu bekleyen sonun ne olduğu konusunda RAB oldukça açıktır: “Kılıçları kendi yüreklerine girecek, ve yayları kırılacak.” Çünkü Matta 16:26’da da Rabbimiz İsa’nın söylediği gibi: “İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? İnsan kendi canına karşılık ne verebilir?”

Davut’un dikkatimizi çekmek istediği çok önemli bir gerçek de şudur: Kötülükleriyle amaçlarına ulaşanlar sıkıntı gününde tamamen yok olacaklardır. Komplo, yalan ve dolan üzerine kurdukları düzenleri onları zor günlerden korumaya yetmeyecektir. Bakın, 37:19 ve 20.ayetlerde şunu okuyoruz: “(Doğru kişiler) kötü zamanlar geldiğinde utandırılmayacaklar, Ve kıtlık günlerinde doyurulacaklar. Ama kötü kişi yok olacak, Ve Yahve’nin düşmanları otlağın görkemi gibi olacak, Yok olacaklar, duman gibi gözden kaybolacaklar.” Çünkü bu kişiler “evini kum üzerine kuran budala adama benzer. Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, evi sarsar. Ev yıkılır; yıkılışı da korkunç olur” (Matta 7:26-27).

Her yıl Mart sonu, Nisan başı açıp yalnızca 20 gün boyunca açan ve tüm güzelliğini ve görkemini sergileyen çok kısa bir süre için sergileyen bir çiçek var, bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu çiçeğin adı ters açan laledir. Halk arasında “ağlayan gelin” ya da “boynu bükük” lale olarak da bilinirmiş. Türkiye’nin belli bölgelerindeki dağın eteklerini ve otlakları 20 gün boyunca renklendiren, güzelleştiren bu çiçekler 20 gün sonra yok olurlar ve on bir ay boyunca tekrar açılmayı beklemek üzere çiçeklerini dökerler. İşte Rabbin bizlerin gözleri önüne serdiği benzetme de aynı bu şekildedir, amaçlarına kötülükle ulaşan bu kişiler görkemli çiçekler gibi gözlerimizin önünde açabilirler, lakin sonları hiç de düşündükleri gibi olmayacaktır.

Kötünün tüm bu boş çabasına karşın, Davut şunu söyler: “Gençtim ama şimdi yaşlandım, Ama hiç görmedim doğru insanın terk edildiğini,  Soyunun ekmek dilendiğini. O sürekli lütfeder ve ödünç verir, Ve tüm çocukları birer berekettir.” Yaşlılığında bunu yazan Davut’a katılmamak mümkün değildir, öyle değil mi? Rab bu vaadini geçmişte de yerine getirmiştir, şimdi de getirmektedir; doğru kişi hiçbir zaman yıkılmaz. Kimdir bu doğru kişi? Mesih İsa’yı Rabbi ve kurtarıcısı kabul eden, sabırla Rabbin gelecekte hem kendisi hem de kötüler için ne sakladığını bilen, Rabbe güvenen ve iyilik yapan kişilerdir. Ve aynı zamanda bu kişilerin çevrelerine de bereket olduklarını okuyoruz, etrafındaki insanlara lütfettiklerini, onlara yardım ettiklerini, çocuklarını da kendileri gibi insanlara lütfeden ve merhamet eden kişiler olarak yetiştirdiklerini görüyoruz. Bunun da gerçek olduğunu kendi gözlerimizle görebiliyoruz, öyle değil mi? Gerek kilisemizde böyle insanların olduğunu, gerekse de deprem felaketi gibi halkımızın zor zamanında yanında olan yurtdışındaki kardeşlerimizin olduğunu biliyoruz. Çünkü bu kişiler nasıl Rabden karşılıksız bir şekilde aldılarsa, onlar da karşılıksız bir şekilde veren kişilerdir. Bu kişiler yalnızca kendilerini değil ama Rabbin ev halkını da düşünen kişilerdir. Rabbe güvenip doğrunun peşinden ardı sıra giden insanlar aynı zamanda birer bereket kaynağı da olurlar.

Ve vaazımızın son noktasına bakalım öyleyse, Rabbe ait olanların istikbali, yani geleceği.

Vaazımızın bu noktası 37:27.ayetten 40.ayete kadar olan kısmı kapsıyor. Bu kısımda 27.ayetten önce okuduğumuz bazı ayetlerin tekrar edildiğini görüyor olmanız normal. Bu İbrani şiirinin bir özelliğidir, buna kiyasma denir, yani aynı fikrin şiir içinde tekrar edilmesiyle kurulan bir yapıdır. Böylece kurulan tekrarlarla şiirin ana fikri vurgulanmış olur.

Davut 27.ayette bizlere 3.ayetteki fikri bir kez daha hatırlatıyor, ve hemen ardından da Rabbi neyi hoşnut ettiği de. Geçen haftaki vaazımızda Tanrı’nın adaleti ne kadar önemsediğinden bahsetmiştik kısaca. Üçlü Birlik Tanrısı, günahkârlara kurtuluşu sağlayabilmek için kendi adaletinden vazgeçmedi, ama adaleti sağlayabilmek için Oğul Tanrı insan olup aramızda yaşadı, böylece kurtuluşumuzun için gereken cezayı, yani ölüm cezasını, çarmıhta bizler için ödedi ve adaleti sağladı. Çünkü Tanrı adaletlidir ve adaleti sever. İşte Rabbimiz adaleti kendi canını verecek derece önemser. Ancak kötü kişi, tam aksine, adaletten nefret eder çünkü istediği şey adaletsizliktir. Adil olmak yerine adi olmayı seçerler, çünkü istediklerine ulaşmak için yaptıkları her kötülük onlar için iyiliktir. Bu yüzden de onlar ödüllerini çoktan almıştırlar. Onların istedikleri ödül bu dünyadadır, ve Tanrı onlara bu ödüllere ulaşmalarına müsaade eder, çünkü Romalılar 1:24-25’te okuduğumuz üzere: “Tanrı, birbirlerinin bedenlerini aşağılasınlar diye, onları yüreklerinin tutkuları içinde ahlaksızlığa teslim etti. Tanrı’yla ilgili gerçeğin yerine yalanı koydular. Yaradan’ın yerine yaratığa tapıp kulluk ettiler.” Tanrı’yı unutup ödülünü bu dünyada arayanlar Mezmur 37’de okuduğumuz gibi, bereketli bir ağaç gibi dal budak salıp meyve verebilirler, lakin çiçekleri ve meyveleri hem bu dünyadan hem de hafızalarımızdan silinip gider. 36.ayette Davut şöyle der: “Sonra göçüp gitti, ve işte, yok oldu. Ve onu aradım, ama o bulanamadı.”

Rabbin sevgili ev halkı, kötülerin bir anlık görkemi, zenginliği ve başarısı sizi aldatmasın. Filipililer 3:19-20’de de bu kişiler hakkında RAB, Pavlus aracılığıyla bizlere şunu söyler: “Onların sonu yıkımdır; tanrıları mideleridir. Ayıplarıyla övünür, yalnız bu dünyayı düşünürler. Oysa bizim vatanımız göklerdedir. Oradan Kurtarıcı’yı, Rab İsa Mesih’i bekliyoruz.” İşte tüm Mezmur’un ana mesajı da budur: Kötüler yok olacak, kötülükle amaçlarına kavuşanlar aslında hiçbir zaman isteklerine erişemeyecekler, arzuladıklarına sahip olamayacaklar. Çünkü bu dünyada elde ettikleri şeyler onlara arzuladıkları mutluluğu dahi veremez, bu yüzden hep daha fazlasını aramaktadırlar, çünkü ellerindeki hiçbir zaman onları mutlu etmeye yetmeyecektir. Kötülükle elde ettikleri şeyler onlara yalnızca mutsuzluk ve yargı olacak dönecektir ve belki de bu yüzden kötü amaçlarına kavuşan bu kişiler, amaçlarına ulaşmış olmalarına rağmen hala doğruya karşı dişlerini gıcırdatır, ve hala doğru kişiyi karalamaya ve öldürmeye çalışırlar. Çünkü sahip oldukları şey, neyi yazık ki, yalandan başka bir şey değildir ve yüreklerinin derinliklerinde onlar da bunun farkındadır.

Sabır, zafer ve istikbal. Mezmur 37 vaazımızın üç noktası. Sabretmeliyiz, çünkü kötü emellerine ulaşanların zaferi yalnızca bir nefes gibi olacak, görkemleri çabucak son bulacak. Ve geleceğimiz Rabbin emin ellerindedir, Yahve doğrulara yardım eder, onları kurtarır, çünkü Yahve iyi ve sadık Çoban’dır. Yani Davut bizlere kötüler zafer kazandığında imanla dayanıp Rabbin egemen olduğunu unutmamamızı ve her durumda iyi ve doğruyu yapmaya devam etmemizi söyler.

Rabbin sevgili antlaşma halkı, aklınızdan belki de şuan şöyle bir soru geçmektedir: “Tüm bunlar kulağa çok hoş geliyor, Rabbin yargı gününde adaleti sağlayacağını bilmek ve sonsuza kadar onunla yaşamak. Ama ya şimdi? Dört gözle cennette olmayı beklerken bu dünyada acımasız ve kötü kişiler tarafından sürekli haksızlığa uğramaya devam mı edeceğim?” Benzer bir soruyu Markos 10:28.ayette Mesih İsa’nın öğrencisi olan Petrus sorar: “Bak, biz her şeyi bırakıp senin ardından geldik.” İsa şöyle cevap verir: “Size doğrusunu söyleyeyim. Benim ve Müjde’nin uğruna evini, kardeşlerini, anne ya da babasını, çocuklarını ya da topraklarını bırakıp da şimdi, bu çağda çekeceği zulümlerle birlikte yüz kat daha fazla eve, kardeşe, anneye, çocuğa, toprağa ve gelecek çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak hiç kimse yoktur.” Evet, Rab bizlere bu dünyanın vaat edebileceğinden çok daha fazlasını vaat etti ama bizlere Mesih imanlıların nasıl yaşayacağı konusunda da oldukça dürüst cevaplar verdi. Rab bizlere yeni yaşamlar verdi, Mesih İsa’ya iman eden kişi artık ölümden yaşama geçmiştir. Rab bizlerin taştan yüreklerini alıp etten yürekler verdi, bizleri kendi halkına dahil etti, artık O’na iman eden herkes İbrahim’in çocuklarıdır, imandan doğmuşlardır. İşte Rab bizlere bu dünyanın verebileceğinden yüz kat daha fazla zaten hali hazırda vermiştir. Ama aynı zamanda bu dünyanın kendisine iman edenler için nasıl bir yer olduğu gerçeğini de saklamadı, bakın Rabbimiz Yuhanna 15:18-19.ayetlerde ne söylüyor: “Dünya sizden nefret ederse, sizden önce benden nefret etmiş olduğunu bilin. Dünyadan olsaydınız, dünya kendisine ait olanı severdi. Ne var ki, dünyanın değilsiniz; ben sizi dünyadan seçtim. Bunun için dünya sizden nefret ediyor.” Lakin hemen ardından Rabbimiz şunu ekliyor: “Bunları size, bende esenliğiniz olsun diye söyledim. Dünyada sıkıntınız olacak. Ama cesur olun, ben dünyayı yendim!” (Yuh. 16:33).

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla. Âmin.