Yazılar » Kalvinizm’in Beş Noktası Hakkında Neye İnanıyoruz? (John Piper)
Kalvinizm’in Beş Noktası Hakkında Neye İnanıyoruz? (John Piper)

Kalvinizm’in Beş Noktası Hakkında Neye İnanıyoruz ?

John Piper


PDF İNDİR

Kalvinizm’in Beş Noktası Hakkında Neye İnanıyoruz? (John Piper)


Önsöz

 

Tanrı’yı seviyoruz. O bizim en büyük hazinemizdir ve hiçbirşey O’nunla karşılaştırılamaz. Eski kateşizmlerden birisi Tanrı’yı şu şekilde tanıtmaktadır: “Tanrı bir ruhtur. O, varlığında sınırsız, sonsuz, değişmez, bilge, güçlü, kutsal, adil ve gerçektir.” İşte bizim sevdiğimiz Tanrı budur. Biz O’nun mükemmelliğinin bütün yönlerini seviyoruz. O’nu tanımak ve O’nun tarafından sevilmek, ruhlarımızın sonsuz bir tatmin bulabilmeleri için çıktıkları yolculuğun sonudur. O sınırsızdır; ve bu da bizim eksikliğimiz konusundaki arayışımızdan kaynaklanan sorularımızı cevaplamaktadır. O sonsuzdur; ve bu da bizim süreklilik konusundaki arayışımızdan kaynaklanan sorularımızı cevaplamaktadır. O değişmezdir; ve bu da bizim değişmezlik ve güvenlik konusundaki arayışımızdan kaynaklanan sorularımızı cevaplamaktadır. Tanrı gibi hiç kimse yoktur. Hiçbir şey O’nunla kıyaslanamaz. Para, seks, güç, popülarite, zafer – hiçbir şey O’nunla karşılaştırılamaz.

 

Onu tanıdıkça daha da çok tanımak isteyeceksin. Onunla paydaşlıktan ne kadar çok beslenirsen, daha da zengin ve derin bir birliktelik için kendini daha da aç hissedeceksin. En  derin seviyede elde edilen tatmin, Tanrı’yı sevmemiz için ve ihtiyacımız olan Tanrı sevgisi için duyulan kutsal özlemi içimizde doğuracaktır. İsa da tam bunun için bizim adımıza Babası’na dua etmektedir: .”…..bana olan sevgin onlarda olsun.” İşte bizim özlemini çektiğimiz şey budur: Baba’nın Oğlu için olan sevgisinin bizde olması ve Mesih’i, Baba’nın sevgisiyle sevebilmemizi sağlaması. İşte bunun ardından, devamlı hayatlarımızda eksik olarak hissettiğimiz türden sevgi sona erecektir.

 

Evet, O’nu tanıdıkça, sevdikçe ve O’na güvendikçe daha da çok tanımak isteyeceksiniz. Bu kitapçığı yazmamın nedeni de budur. Bizler Tanrı’yı tanımak ve O’ndan zevk almak istiyoruz. Bir diğer eski kateşizm şu soruyu sorar: “İnsanın ilk ve en önemli amacı nedir?” Ardından bu soruya şu şekilde cevap verir: “İnsanın varlığının en baş ve en yüce amacı, Tanrı’yı yüceltmek ve sonsuza dek O’ndan tam olarak zevk almaktır .” Bizler, Tanrı’dan zevk almanın Tanrı’yı yüceltmenin yolu olduğuna inanıyoruz, çünkü Tanrı bizde en çok, en büyük tatmini O’nda bulduğumuzda yücelmektedir. Fakat O’ndan zevk alabilmek için öncelikle O’nu tanımalıyız. Bir şeyi görmek onun tadına bakmaktır. Eğer Tanrı bizlere bulanık, sisli bir şekilde gözüküyorsa O’nunla belki de sadece belirli bir süreliğine ilgileneceğiz. Fakat tıpkı sis temizlendiğinde kendimizi derin bir uçurumun tam kenarında bulmuşcasına sevinçle donakalmayacağız.

 

Kutsal Kitap’tan gelen, Tanrı hakkındaki açık bilgi, O’nun için olan ilgimizin ateşinin devamlı olmasını sağlamaktadır. Ve belki de, Tanrı hakkında edinebileceğimiz en önemli bilgi, kurtuluş konusunda edindiğimiz bilgidir. Kalvinizm’in beş noktası da bununla ilgilidir. Bizler iman yaşamımıza Kalvinistler olarak başlayıp bu sistemi savunmuyoruz. Fakat Kutsal Kitabı her tür düşünce sisteminin üstünde tutmak isteyen Kutsal Kitap inanlıları olarak başlıyoruz. Ancak yıllar içinde Kalvinist öğretinin Kutsal Kitap’a uygun olduğu ve bu yüzden doğru olduğu konusundaki inancımız daha da temelleniyor.

 

Kendi çabamız, bu konuda henüz daha aşama kaydetmekte olanlar konusunda bizi sabırlı olmaya yöneltiyor. Kutsal Kitap’ın Tanrı hakkında öğrettiklerini anlamak için mücadele etmenin herşeye değeceğine inanıyoruz. Tanrı, bataklık kumundan oluşan bir dünyada güçlü kayadır. O’nu herşeye hakim olduğu gerçeğinde tanımak demek sıkıntı ve karmaşa rüzgarında tıpkı bir meşe ağacı gibi sağlam olmak demektir. Bu güçle birlikte, tahmin edebileceğimizden de öte bir yumuşaklığı ve tatlılığı da yaşarız. Yahuda’nın her şeye hakim olan Aslan’ı, tatlı Tanrı Kuzusu’dur.

 

Bu kitapçığın size yardımcı olacağını umut ediyoruz. Lütfen kitapçığı belirli bir sıraya göre okumak zorundaymışsınız gibi hissetmeyin. Birçoğunuz, Kutsal Kitap’taki sorularınızla pek alakalı olmadıkları için “Tarihsel Giriş” kısmındaki bilgileri atlamak isteyebilirsiniz. Kitapçıkta belirli bir sıra izlenmiştir fakat hangi konu sizin için daha büyük bir öncelik taşıyorsa ondan başlayabilirsiniz. Eğer istediğiniz konuda yardım aldıysanız geri kalanı da okumak isteyebilirsiniz eğer almadıysanız Kutsal Kitaba geri dönün ve bütün gücünüzle onu okuyun. Zaten bu, bizlerin sizleri görmek istediği asıl yerdir; Bizim değil fakat Tanrı’nın Sözü’nü okumak, anlamak, sevmek, zevk almak ve itaat etmek.

 

Herşeyde Tanrı’nın yüceliği ve insanlığın sevinci için,

 

Pastörler adına

Pastör John Piper

Minneapolis

Nisan 1997

 

 

 

Tarihsel Giriş

 

Cenevre’nin ünlü teoloğu ve pastörü John Calvin 1564 yılında yaşama gözlerini kapadı. Almanyalı Martin Luther’le birlikte Protestan Reformasyonu’nun en etkili önderlerinden birisiydi. Calvin’in Kutsal Kitap yorumları ve “Hristiyan İnancının Temelleri” adlı kitabı hala daha dünya çapındaki bütün Hristiyanlar üzerinde olumlu etki yaratmaktadır.

 

Calvin’in öğretilerini miras alan kiliseler, Reformasyonun Lutheran ve Episkopal dallarının aksine genellikle Reform kiliseleri olarak tanınırlar. Her ne kadar bütün Baptist kiliseleri reform teolojisine bağlı olmasalar da hatırı sayılır ölçüde Reformasyonun reform dalından gelen ve reformun ana doktrinlerine bağlı olan bir Baptist geleneği de mevcuttur.

 

Kalvinizm ve Arminyanizm arasındaki tartışma 1600’lerin başında Hollanda’da başladı. Arminyusçu tarafın kurucusu Jacobus Arminius (1560-1609) adlı bir teoloji profesörüydü. Arminius, Cenevre’de Kalvinizm’e bağlılıyla tanınan Theodore Beza’dan eğitim aldı ve 1603 yılında Leyden Üniversitesi’nde teoloji profesörlüğüne atandı.

 

Zaman içerisinde Arminius, Kalvinist öğretileri reddetmeye başladı. Bu tartışma, Reform Kilisesi’nin ezici çoğunlukta olduğu Hollanda’nın her yerine yayılmaya başladı. Arminyusçular, Uytenbogaert tarafından yazılan inanç açıklamalarını Beş Madde halinde yazdılar ve 46 kilise görevlisinin de imzasıyla birlikte Remonstrans adı altında 1610 yılında Hollanda hükümet yetkililerine sundular.

 

Kalvinistler bu açıklamaya karşı-remonstrans hareketiyle karşılık verdiler. Ancak asıl cevap, 13 Kasım 1618’den 9 Mayıs 1619’a kadar Arminyanizm’in Beş Maddesi’ni görüşmek üzere toplanan Dordt Konseyi’nden geldi. Bu konseyde 84 üye ve 18 adet dini bir görevi olmayan görevli katıldı. Sinod’ta bugün Dordt Kanonu adı verilen kararlar alındı. Bu doktrinler bugün de Amerika Reform Kiliseleri ve Hristiyan Reform Kilisesi’nin kilise inanç açıklamasını oluşturmaktadır. Sinod, Arminyusçu Remonstrant’ların Beş Maddesi’ne karşılık olarak Kalvinizm’in Beş Maddesi’ni ortaya koydular.

 

Böylece Kalvinizm’in beş maddesi, Kalvinistler tarafından seçilen bir öğreti özeti değil, Arminyusçuların Kalvinizm’e karşı çıkmak için hazırladıkları beş maddeye bir karşılık olarak ortaya çıkmıştı.

 

Orijinal tartışmanın kesin şeklinden ziyade bu beş nokta üzerinde Kutsal Kitap’a dayalı olan pozisyonu ortaya koymak daha büyük önem taşır. Bu beş madde hala Kutsal Kitap teolojisinin tam kalbinde yer almaktadırlar. Hiçbir şekilde önemsiz değildirler. Bu şeyler hakkında durduğumuz nokta derin bir şekilde Tanrı, insan, kurtuluş, kefaret, yeniden yaratılış, kurtuluş güvencesi, tapınma ve müjdecilik hakkındaki görüşlerimizi derinden etkilemektedir.

 

Bu beş madde ingilizce “lale” anlamına gelen TULIP kelimesini oluşturan bir kısaltma şeklinde düzenlenmiştir.

  • T – Total Depravity (Tamamen Bozulmuşluk)
  • U – Unconditional Election (Şartsız Seçim)
  • L – Limited Atonement (Sınırlı Kefaret)
  • I – Irresistible Grace (Karşı Konulamaz Lütuf)
  • P – Perseverance of the Saints (Kutsalların Sona Kadar Dayanmaları)

 

Not: Bu anlatımımızda bu geleneksel sıralamayı izlemeyeceğiz. Bu geleneksel sıralamanın bu şekilde olmasının mantıklı bir sebebi vardır: Öğreti, kurtuluşa ihtiyacı olan insanla başlamakta ardından meydana geliş sırasına göre Tanrı’nın halkını kurtarmak için attığı adımları vermektedir. Tanrı halkını seçmekte, ardından seçilmişler için kefaret olması için Mesih’i yollamakta, ardından karşı konulamaz bir şekilde halkını imana çekmekte ve son olarak onların sona kadar dayanmaları için seçilmişlerini korumaktadır.

 

Bununla birlikte insanların bu doktrinleri, bunları yaşadığımız ve tecrübe ettiğimiz sırayla anlatıldıkları zaman daha iyi kavradıklarını farkettik.

 

Bizler ilk olarak bozulmuşluğumuzu ve kurtuluşa olan ihtiyacımızı farkederiz.

Ardından Tanrı’nın bizi imana yönlendirdiği karşı konulamaz lütfunu yaşarız.

Ardından Mesih’in günahlarımız için ödediği kefaret sağlayan ölümünün yeterliliğine güveniriz.

Ardından Tanrı’nın günahlarımız için bu kefareti sağlamasının ve bizi imana yönlendirmesinin nedeninin, Tanrı’nın şartsız ve koşulsuz seçimi olduğunu farkederiz.

 

Anlatımımızda kullanacağımız sıra budur.

 

Öncelikle Kutsal Yazı’nın bu doktrinler hakkında inandıklarımızı nasıl açıkladıklarını anlatmak doğru olacaktır. En büyük arzumuz , O’nun gerçeğini Kutsal Yazılar’da açıklandığı şekliyle anlayarak ve ve bu gerçeğe iman ederek Tanrı’yı yüceltmektir. Bu yüzden Kutsal Yazılar’la çeliştiği gösterilebilen her türlü düşüncemizi değiştirmeye her zaman açığız. Asıl olarak ilgilendiğimiz  John Calvin’in kendisi değildir. Fakat genel olarak bu beş noktada Kalvinist olarak anılmaktan mutluluk duyuyoruz çünkü Kalvinist öğretinin Kutsal Kitaba uygun olduğunu biliyoruz.

 

Jonathan Edwards’ın “İradenin Özgürlüğü” adlı mükemmel kitabının önsözünde söylediği şu sözlerden kaynaklanan duygularını paylaşmaktayız:  “Her ne kadar Calvin’in kendisine olan bağımlılığı veya inandığım doktrinlere sırf o öğretti ve inandı diye inanmayı inkar etsem ve tıpkı onun öğrettiği şekilde inanıyor olduğum için adil bir şekilde suçlanamayacak olsam da bir Kalvinist olarak anılmaktan asla çekinmiyorum.”

 

 

 

Tamamen Bozulmuşluk

 

İnsanın bozulmuşluğundan bahsettiğimiz zaman, Tanrı tarafından insanı değiştirebilecek veya günah işlemesini engelleyecek herhangi bir lütuftan ayrı olarak insanın doğal durumundan bahsetmekteyiz.

 

İnsanın olduğundan daha da kötü olabileceği şüphe götürmez bir gerçektir. Ancak insanın daha da kötü davranışlar sergilemekten kendisini alıkoymasının asıl nedeni, Tanrı’ya olan sevinçli bir şekilde boyun eğişi değilse o zaman bu kişinin “erdemi” bile Tanrı’nın gözünde kötülüktür.

 

Romalılar 14:23 “İmandan kaynaklanmayan herşey günahtır” demektedir. Bu durum, Tanrı’nın lütfuna alçakgönüllü bir şekilde dayanmayan her doğal “erdem”in üzerine getirilen radikal bir suçlamadır.

 

İnsanın yüreğinin korkunç durumu, onu insanın diğer kişilerle olan ilişkilerine göre değerlendirenler tarafından asla anlaşılamayacaktır. Romalılar 14:23 açık bir şekilde bozulmuşluğumuzun öncelikli olarak Tanrı’yla, daha sonra ise ikincil olarak insanlarla olan ilişkilerimizde bulunduğunu söylemektedir. Konuya bu noktadan başlamadığımız sürece bozulmuşluğumuzun ne denli kökten olduğunu asla anlayamayız.

 

İnsanın bozulmuşluğu en az dört açıdan köktendir

 

Tanrı’ya karşı olan isyanımız köktendir

Tabiki, tamamen bozulmuş olarak bahsettiğimiz insanlık oldukça dindar ve iyiliksever olabilir. Tıpkı İsa’nın dediği gibi dua edebilir, sadaka verip oruç tutabilirler (Matta 6:1-18). Ancak bu dindarlık eğer Tanrı’nın lütfuna bir çocuk gibi güvenen bir imandan kaynaklanmıyorsa, Yaratıcı’nın haklarına karşı olan bir isyandan başka bir şey değildir. Din, insanlığın kendisine güvenmeyi terketmekte ve bütün umudunu Tanrı’nın hakedilemeyen merhametine dayandırabileceği isteksizliğini saklayabileceği en başta gelen yollardan birisidir (Luka 18:9-14, Koloseliler 2:20-23).

 

İsyanımızın ne kadar kökten olduğu Romalılar 3:9-10 ve 18 ayetlerinde görülebilir: “Şimdi ne diyelim? Biz Yahudiler öteki uluslardan üstün müyüz? Elbette değiliz. İster Yahudi ister Grek olsun, daha önce herkesi günahın denetiminde olmakla suçladık. Yazılmış olduğu gibi: “Doğru kimse yok, tek kişi bile yok. ……….Gçzlerinde Tanrı korkusu yoktur.”

 

İnsanın doğal haliyle Tanrı’yı aradığı bir masaldan başka bir şey değildir. İnsanlık Tanrı’yı aramaktadır fakat Tanrı’yı Tanrı olduğu için aramamaktadırlar. İnsanlar Tanrı’yı, kendilerini ölümden koruyabilecek veya dünyasal zevklerini arttırabilecek bir şekilde aramaktadırlar. İman etmenin dışında hiçkimse, Tanrı’nın ışığına gelmemektedir.

 

Bazıları bu ışığa gelmektedirler fakat Yuhanna’nın onlar hakkında ne dediğine bir bakalım: Kötülük yapan herkes ışıktan nefret eder ve yaptıkları açığa çıkmasın diye ışığa yaklaşmaz.

Ama gerçeği uygulayan kişi yaptıklarını, Tanrı’ya dayanarak yaptığını göstermek için ışığa gelir.”  (Yu.3: 20-21).

 

Evet, ışığa gelen kişiler vardır  – bu insanların yaptıkları ise Tanrı’nın işidir. “Tanrı’ya dayanarak yapmak” bu işlerin aslen Tanrı tarafından yapıldıkları anlamına gelir. Tanrı’nın bu merhametkar işinden ayrı olarak bütün insanlık kötülükleri ortaya çıkmasın diye Tanrı’nın ışığından nefret etmek ve asla O’na gelmemektedirler – işte bu asıl kökten isyandır. “Tanrı’yı arayan kimse yok….Gözlerinde Tanrı korkusu yoktur!”

 

Bu kökten isyanında insanın yaptığı her eylem günahtır.

 

Romalılar 14:23’te Pavlus, “İmandan kaynaklanmayan herşey günahtır” der. Bu yüzden, eğer bütün herkes kökten bir isyanın içindeyse yaptıkları herşey de bu isyanın bir ürünü olacak ve Tanrı’yı yüceltmek yerine sadece günahkar bir şekilde başkaldırışlarının bir parçası olacaktır. Eğer bir kral, kendi halkına nasıl iyi savaşılacağını öğretir, ardından ise halkı krallarına karşı savaşmak için kendilerine öğrettiği taktikleri kullanırsa bu taktikler bile kötü hale gelir.

 

İnsan, Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldığından ötürü bir çok şey yapabilmektedir. Fakat insanın kendisini aklamaya çalıştığı bu isyanında bu yaptığı şeylerin kendileri günahlıdır.

 

Romalılar 7:18’de Pavlus, “İçimde yani benliğimde iyi bir şey bulunmadığını biliyorum” demektedir. Bu ayet, Tanrı’ya karşı isyan edişimizde, düşündüğümüz veya hissettiğimiz hiçbirşeyin iyi olmadığı konusunda yapılmış radikal bir itiraftır. Pavlus’un kendi bozulmuşluğunu “benliğimde” kelimesiyle anlatması, içinde iyiye dair olan herhangi bir şeyin Tanrı’nın Ruhu’na ait olduğunu belirtmesine dayanmaktadır (Romalılar 15:18). Benlik, insanın, Tanrı’nın Ruhu’nun işinden ayrı olarak durumunu ifade eder. Pavlus’un Romalılar 7:18’de söylemek istediği, Tanrı’nın Ruhu’nun işinden ayrı olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz veya yaptığımız hiçbirşey iyi değildir.

 

Not: “İyi” kelimesi çok geniş bir anlama sahiptir. Bu yüzden iyi kelimesini “ahlaksal” olarak iyi anlamında, imansız olan kişilerin işlerinin aslında iyi olmadıkları anlamında kullanacağız”

 

Örnek olarak imansızların çoğu adam öldürmemektedir ve bazı imansızlar yardımseverlik örneği bile göstermektedirler. Bu tip işlere iyi işler dediğimizde söylemek istediğimiz, bunların az yada çok Tanrı’nın Kutsal Yazılar’da dışşsal bir yaşam örneği olarak buyurmuş olmasıdır.

 

Bununla birlikte, Tanrı’nın açıklanmış iradesine olan bu tip bir dışsal itaat, Tanrı’yla olan ilişkide doğruluğa sahip olmak anlamına gelmemektedir. Bu insanlara Tanrı bütün kaynakları sağlamasına rağmen, bu kaynaklar için güvenilen kişi olmamaktadır. Ne de, herşey O’nun iradesine göre gerçekleşse de, Tanrı’ya onur ve yücelik verilmemektedir (1. Korintliler 10:31). Bu yüzden, bu “iyi” işler” bile isyanımızın bir parçasıdır ve Tanrı’nın yasası söz konusu olduğunda gerçekten “iyi” değillerdir.

 

İnsanın Tanrı’ya boyun eğememesi ve iyiyi yapamaması köktendir.

 

Yukarıda açıklanan benlik teriminin (Tanrı’nın lütfundan ayrı olarak insan doğası) Pavlus tarafından tamamen isyana köle olarak tanımlandığını görüyoruz. Romalılar 8:7-8 şöyle demektedir: “Çünkü benliğe dayanan düşünce Tanrı’ya düşmandır; Tanrı’nın Yasası’na boyun eğmez, eğemez de… Benliğin denetiminde olanlar Tanrı’yı hoşnut edemezler (Rom.8:7-8).

 

“Benliğe uyan” kişi, Tanrı’nın lütfundan ayrı olarak hareket eden kişidir. Ne var ki, Tanrı’nın Ruhu içinizde yaşıyorsa, benliğin değil, Ruh’un

denetimindesiniz. Ama içinde Mesih’in Ruhu olmayan kişi Mesih’in değildir (Rom.8: 9). Doğal kişinin Tanrı’ya boyun eğmediği ve eğemediği bir doğası vardır. İnsan kendisini değiştiremez.

 

Efesliler 2:1 Hristiyanlar olarak bizlerin bir zamanlar “suçlarımız ve günahlarımızdan dolayı ölü” olduğumuzu söylemektedir. Bu ölü olma durumu, Tanrı’yla ilgili olarak hiçbir yaşama sahip olmadığımız anlamına gelmektedir. Kalplerimiz Tanrı’ya karşı taş gibidir (Efesliler 4:18, Hezekiel 36:26)Yüreklerimiz Tanrı’nın Mesih’teki yüceliğini göremeyecek kadar kördü (2. Korintliler 4:4-6). Bizler tam anlamıyla kendimizi değiştiremeyecek durumdaydık.

 

İsyanımız tamamen sonsuz cezayı haketmektedir.

 

Efesliler 2:3 bizlerin bir zamanlar “gazap çocukları” olduğumuzu söyler. Bizler, bizi Tanrı’nın önünde bir ölüden farkı olmayan kişiler yapan yüreklerimizin çürümüşlüğü nedeniyle Tanrı’nın gazabı altındaydık.

 

Cehennemin gerçekliği, suçumuzun sonsuzluğunu beyan eden Tanrı’nın açık bir yargısıdır. Eğer çürümüşlüğümüz sonsuz bir cezalandırmayı haketmiyor olsaydı, Tanrı bizleri sonsuza kadar devam eden işkencelerle tehdit ettiğinde adaletsiz bir Tanrı olurdu. Fakat Kutsal Yazılar, Tanrı’nın imansızları sonsuz cehennemde yargılarken adil olduğunu söylemektedir (2. Selanikliler 1:6-9, Matta 5:29, 10:28, 13:49, 18:8, 25:46, Vahiy 14:9-11, 20:10) Bu yüzden cehennemin, yargılamanın tam hükmü olduğu kadar bizlerde kendimizi, Tanrı’nın kurtaran lütfundan ayrı olarak suçlanmaya layık olduğumuz şeklinde düşünmek zorundayız.

 

Özet olarak, tamamen bozulmuşluk, Tanrı’ya karşı olan isyanımızın tümden ve kökten olduğu, bu isyankarlıkta yaptığımız herşeyin günah olduğu, Tanrı’ya boyun eğme veya kendimizi değiştirme yetisinden yoksun olduğumuz ve bu yüzden tam olarak sonsuz cezayı hakettiğimiz anlamına gelmektedir.

 

Durumumuzu bu kadar kötü olarak itiraf etmenin önemini abartmak çok zordur. Eğer kendimizi temel olarak iyi düşünür veya Tanrı’yla aramızdaki farkın azlığına kendimizi inandırırsak Tanrı’nın kurtuluş planındaki işlerini anlayışımız hatalı olacaktır. Ancak tamamen bozulmuşluğumuz konusundaki bu korkunç gerçek karşısında kendimizi alçaltırsak, sonraki dört noktadaki Tanrı’nın işinin görkemini ve harikalarını görebilecek ve bundan dolayı minnetle dolabileceğiz.

 

Karşı Konulamaz Lütuf

 

Karşı konulamaz lütuf doktrini Kutsal Ruh’un her bir etkisinin reddedilemez olduğu anlamına gelmemektedir. Bu doktrin, Kutsal Ruh’un her türlü karşı koymayı yenebileceği ve etkisini karşı konulamaz kılabileceğini anlatmaktadır.

 

Elçilerin İşleri 7:51’de İstefan, Yahudi liderlere, “Ey dik kafalılar, yürekleri ve kulakları sünnet edilmemiş olanlar! Siz tıpkı atalarınıza benziyorsunuz, her zaman Kutsal Ruh’a karşı direniyorsunuz.” demişti. Ve  Pavlus, Tanrı’nın Kutsal Ruh’un kederlendirmek ve söndürmek kelimelerini kullanmıştı (Efesliler 4:30, 1. Selanikliler 5:19). Aslında, Eski Antlaşmada’ki İsrail’in bütün tarihi, tıpkı kötü kiracı benzetmesinde anlatıldığı gibi Matta 21:33-43, Romalılar 10:21),bir karşı koyuş ve direniş tarihi olarak gözükmektedir.

 

Karşı konulamaz lütuf doktrini, Tanrı’nın herşeye hakim olduğunu ve istediği zaman her türlü direnişi alt edebileceğini anlatır.

Dünyada yaşayanlar bir hiç sayılır.O gökteki güçlere de dünyada yaşayanlara daDilediğini yapar.O’nun elini durduracak,O’na, “Ne yapıyorsun?” diyecek kimse yoktur (Dan.4: 35 ).

Bizim Tanrımız göklerdedir, Ne isterse yapar (Mez.115: 3 ). Tanrı, her şeye egemen olan amacını yerine getirmek isteğinde, hiç kimse ona karşı koyamaz.

 

Bu öğreti, Pavlus’un Romalılar 9:14-18’de öğrettiği ve karşısındakine şu sözleri söyleten öğretidir:  “Şimdi bana, “Öyleyse Tanrı insanı neden hâlâ suçlu buluyor? O’nun isteğine kim karşı durabilir?” diyeceksin.” Bu soruya Pavlus şu şekilde cevap vermektedir: Ama, ey insan, sen kimsin ki Tanrı’ya karşılık veriyorsun? “Kendisine biçim verilen, biçim verene, ‘Beni niçin böyle yaptın’ der mi?”

Ya da çömlekçinin aynı kil yığınından bir kabı onurlu iş için, ötekini

bayağı iş için yapmaya hakkı yok mu? ( Rom.9: 20-21)

 

Daha spesifik olarak karşı konulamaz lütuf, kurtulabilmemiz için Tanrı’nın yüreklerimizin isyanını yenen ve bizi Mesih’teki imana getiren her şeye egemen işini anlatır. Eğer tamamen bozulmuşluk adını verdiğimiz doktrin doğruysa, karşı konulamaz lütuf doktrinin gerçekliği dışında hiçbir kurtuluş var olamaz. Eğer günahlarımızda ölüysek, Tanrı’ya boyun eğemiyorsak o zaman Tanrı bu isyanımıza galip gelene kadar asla Mesih’e inanmayacağız.

 

Birisi diyebilir ki, “Evet, Kutsal Ruh bizi Tanrı’ya çekmelidir, fakat biz özgür irademizi kullanarak bunu reddedebilir veya kabul edebiliriz.” Buna cevabımız; “Kurtaran lütfun devamlı olarak içimizde çalışmasından ayrı olarak bizler devamlı bu özgürlüğümüzü Tanrı’yı reddetmek için kullanacağız” şeklinde olacaktır. Tanrı’ya boyun eğememek tam olarak bu demektir. Eğer bir insan Tanrı’ya boyun eğebilecek kadar alçakgönüllü ise bunun nedeni Tanrı’nın o kişiye yeni ve alçakgönüllü bir doğa vermesidir. Eğer bir kişi hala yüreğini katılaştırmaya devam ediyorsa ve Tanrı’ya boyun eğmeyecek kadar gururluysa bunun nedeni bu kişiye henüz boyun eğmeye istekli bir ruhun Tanrı tarafından verilmemiş olmasıdır. Ancak bu gerçeği daha ikna edici bir şekilde anlamak için Kutsal Yazılar’a bakmalıyız.

 

Yuhanna 6:44’te İsa şunu der: “Baba bir kimseyi bana çekmedikçe o kişi bana gelemez.” Bu çekiş eylemi aracılığı olmadan hiçkimsenin Tanrı’ya olan isyanından kurtulamayacağı Tanrı’nın egemen lütuf işidir. Birisi tekrardan şunu diyebilir: “Tanrı sadece bazı kişileri değil herkesi çekmektedir” Fakat bu görüş, Baba’nın bu çekme eyleminin neden bazılarının inanmasını ve bazılarının ise inanmamasını sağladığını açıkça ifade eden metinden kaçmaktadır.

Yuhanna 6:64-65 şunu demektedir: “Yine de aranızda iman etmeyenler var.” İsa iman etmeyenlerin ve kendisine ihanet edecek kişinin kim olduğunu baştan beri biliyordu.”Sizlere, ‘Baba’nın bana yöneltmediği hiç kimse bana gelemez’ dememin nedeni budur” dedi.

 

Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır.

İlki, İsa’ya gelmek bir armağan olarak tanımlanmaktadır. Bu yalnızca bir fırsat değildir. İsa’ya gelmek bazılarına “verilmekte” bazılarına ise “verilmemektedir.”

 

İkinci olarak İsa’nın bu sözleri söylemesinin nedeni, neden bazılarının iman etmediklerini açıklamaktır. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz: “İsa baştan beri, aldığı bütün öğretilere ve çağrıya rağmen Yahuda’nın kendisine inanmayacağını biliyordu. Ve bunu bildiği için bu durumu şu sözlerle açıkladı, “Babamın bana vermediği hiçkimse bana gelemez.” Yahuda İsa’ya verilmemişti. Yahuda’nın hayatında iyiliğe dair birçok örnek vardı ama kesin olan, karşı konulamaz lütuf armağanı ona verilmemişti.

 

2.Ti.2: 24-25 şunları demektedir:  Rab’bin kulu kavgacı olmamalı. Tersine, herkese şefkatle davranmalı,

öğretme yeteneği olmalı, haksızlıklara sabırla dayanmalıdır. Kendisine karşı olanları yumuşak huyla yola getirmeli. Gerçeği anlamaları için Tanrı belki onlara bir tövbe yolu açar.

 

Burada da tıpkı Yuhanna 6:65’te söylendiği gibi tövbe Tanrı’nın bir armağanı olarak tanımlanmaktadır. Pavlus’un yalnızca kurtuluşun Tanrı’nın bir armağanı olduğunu söylemediğine dikkat edin. Pavlus, imandan önce gelen bazı şeylerin de birer armağan olduklarını söylemektedir. Bir kişi, bir vaizin tövbe çağrısını duyduğu zaman bu çağrıyı reddedebilir. Fakat Tanrı bu tövbeyi verdiğinde bu kişi bunu reddedemez çünkü armağanın kendisi bu direnişin ortadan kaldırılması içindir. Tövbe etmeye istekli olmamak, Kutsal Ruh’a direnmekle aynı şeydir. Bu yüzden eğer Tanrı bir insanın tövbe etmesini sağladığında aynı zamanda direnişin kendisini de ortadan kaldırmaktadır. İşte bu yüzden Tanrı’nın bu işine “karşı konulamaz lütuf” demekteyiz.

 

Not: Bu anlatılanlardan açıkça anlaşılmalıdır ki, karşı konulamaz lütuf Tanrı’nın bizim irademizin tersine inanmamızı zorlaması değildir. Bu terim gereği bir çelişki olur. Tam tersine, karşı konulamaz lütuf, insanları doğru olanı ve isteklerine uygun olan şeyleri yapmaya ikna eden vaaz etme ve tanıklık etme eylemleriyle uyum içerisindedir.

 

1.Ko.1: 23-24 şunu der:  Ama biz çarmıha gerilmiş Mesih’i duyuruyoruz. Yahudiler bunu yüzkarası, öteki uluslar da saçmalık sayarlar. Oysa Mesih, çağrılmış olanlar için -ister Yahudi ister Grek olsun-

Tanrı’nın gücü ve Tanrı’nın bilgeliğidir.

Metinde iki çeşit “çağrı”nın bulunduğuna dikkat edelim.

 

İlk olarak Pavlus’un mesajı herkese, hem Yahudiler’e hem de Grekler’e duyurulmuştur. Bu müjdenin genel çağrısıdır. Bu çağrıda kurtuluş, çarmıha gerilmiş olan Mesih’e inanacak olan herkese sunulur. Fakat sıklıkla bu müjdeye cevap vermeyen kişilere de bu mesaj ulaşır ve saçmalık olarak değerlendirilir.

 

Ardından ikinci olarak Pavlus diğer bir tür çağrıdan bahsetmektedir.  Bu mesajı duyanların arasında öyle bir şekilde “çağrılmış” olanlar vardır ki, bu kişiler artık çarmıhı bir saçmalık olarak değil fakat Tanrı’nın gücü ve bilgeliği olarak görmektedirler. Bu çağrı, Tanrı’nın karanlıktan kendi ışığına karşı konulamaz bir şekilde çağırması değil de nedir? Eğer  bu anlamda çağrılan HERKES çarmıhı Tanrı’nın gücü olarak görüyorsa o zaman çağrıdaki birşey imanı yaratmalıdır. İşte bu karşı konulamaz lütuftur.

 

Bu nokta 2. Korintliler 4:4-6’da daha açık bir şekilde açıklanmaktadır: “Tanrı’nın görünümü olan Mesih’in yüceliğiyle ilgili Müjde’nin ışığı imansızların üzerine doğmasın diye, bu çağın ilahı onların zihinlerini kör etmiştir.

Biz kendimizi ilan etmiyoruz; ama Mesih İsa’yı Rab, kendimizi

de İsa uğruna kullarınız ilan ediyoruz.

Çünkü, “Işık karanlıktan parlayacak” diyen Tanrı, İsa Mesih’in

yüzünde parlayan kendi yüceliğini tanımamızdan doğan ışığı bize vermek için yüreklerimizi aydınlattı.”

 

İnsanlık Mesih’in yüceliğine karşı kör olduğuna göre, bu kişilerin görmeleri ve inanmaları için bir mucizeye ihtiyaçları vardır. Pavlus bu mucizeyi Tanrı’nın yaratılışın ilk gününde söylediği “Işık olsun” sözüyle bağdaştırmaktadır. Bu ise, yeni bir yaratılış, yeni bir doğuştur. Pavlus’un açıkladığı bu gerçek, 1. Korintliler 1:24’te anlatılan etkin çağrıyla aynı anlama gelmektedir.

 

Bu konudaki diğer bir örnek te, Elçilerin İşleri 16:14’te Lidya’nın Pavlus’un sözlerini dinlemesinde görülebilir. Luka şöyle demektedir: “Pavlus’un söylediklerine kulak vermesi için Rab onun yüreğini açtı.” Tanrı yüreklerimizi açmadıkça asla müjdenin mesajına kulak vermeyeceğiz. Karşı konulamaz lütufla kastettiğimiz, Tanrı’nın yürekleri açmasıdır.

 

Bu gerçeği tanımlamanın bir diğer yolu da “yeni doğuş” veya “yeniden doğmak”tır. Yeniden doğuş, daha önceden ölü olan kişinin Mesih’i kabul etmesi ve böylece kurtulabilmesini sağlayan Tanrı’nın  mucizevi yaratış eylemidir. İmanın yeniden doğuştan önce geldiği ve yeniden doğuşu sağladığını söylemek bu yüzden doğru değildir. İman, Tanrı’nın yeniden doğmamızı sağladığının kanıtıdır. “1.Yu.5: 1 İsa’nın Mesih olduğuna inanan herkes Tanrı’dan doğmuştur. Baba’yı seven O’ndan doğmuş olanı da sever.

 

Yuhanna  “Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi.” dedikten sonra Mesih’i kabul edenlerin hepsinin ne kandan, ne bedenden ne de insan isteğinden doğduklarını; tersine, Tanrı’dan doğduklarını söylemiştir. Diğer bir deyişle, Tanrı’nın çocuğu olabilmek için Mesih’i kabul etmek zorunludur ancak bir kişiyi Tanrı’nın ailesine dahil eden doğuş, insan iradesiyle gerçekleşmesi imkansız olan bir eylemdir.

 

İnsan suçları ve günahları içerisinde ölüdür. Bu yüzden ne kendisini yenileyebilir ne de içinde yeni bir yaşam var edebilir. Tanrı’dan doğmak zorundadır. Ardından, Tanrı’dan gelen bu yeni doğayla derhal Mesih’i kabul eder. Yeniden doğuş ve iman bunları yaşadığımız anda birbirinden ayırt edemeyeceğimiz

kadar  birbirlerine yakındırlar. Tanrı bizim yeniden doğmamızı sağlar ve bu yeni doğmuş çocuktaki ilk parıltı imandır. Bu nedenle yeni doğuş, karşı konulamaz lütfun bir sonucudur çünkü her şeye hakim yaratışın bir eylemidir – “insanın isteğinden değil Tanrı’nın isteğinden kaynaklanır.

 

Kısıtlı Kefaret

 

Kefaret, Tanrı’nın Mesih’in çarmıhında, günahlarımız için olan borcumuzu ödediği, bize karşı olan kutsal nefretinin yatıştığı ve bizim için kurtuluşun bütün nimetlerini sağladığı işidir. Tanrı, sadece yüceliği uğruna hiçbir karşılık olmadan günahlarımızı görmezden gelemeyeceği için Mesih’in ölümü gerekliydi.

 

Romaılar 3:25 “Tanrı Mesih’i, kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen

kurban olarak sundu. Böylece adaletini gösterdi. Çünkü sabredip daha önce

işlenmiş günahları cezasız bıraktı. Bunu, adil kalmak ve İsa’ya iman edeni

aklamak için şimdiki zamanda kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı.”

 

Diğer bir deyişle, Mesih’in ölümü, Tanrı’nın tanrısızı imanla aklarken doğruluğunu koruması için zorunluydu. Tanrı için kendi görkeminin değerine karşı sonsuz bir aşağılama olduğu halde  günahları sanki önemsizmişler gibi bağışlaması doğru olamazdı. Bu yüzden İsa, bizlerin aklanabilmesi ve Tanrı’nın doğruluğunun korunabilmesi için günahlarımızın hakkettiği laneti kendi üzerine almıştır.

 

“Kısıtlı Kefaret” terimi şu soruya işaret eder, “Mesih kimin için öldü?” Ancak kefaretin kapsadığı alan kadar bu kefaretin doğası da oldukça önemlidir. Mesih, gerçekten uğruna öldüğü kişiler için neyi başarmıştır?

 

Eğer Mesih’in yeryüzünde yaşamış her bir kişi için aynı şekilde öldüğünü söylerseniz o zaman kefaretin doğasını sadece iman edenler için öldüğünü söylemekten daha farklı bir şekilde tanımlamak zorunda kalırsınız. İlk görüşe göre, Mesih’in aslen kimseyi kurtarmadığına fakat herkesi kurtulabilir kıldığına inanmak zorundasınızdır. Bu görüşe göre kefaret, aslında Tanrı’nın cezalandırıcı gazabını hiçkimsenin üzerinden kaldırmamış fakat bunun yerine – EĞER  yeniden doğuşlarını sağlayabilir ve kendilerini Tanrı’nın etkin lütfu olmadan iman etmeye yeterli kılabilirse – herkese merhamet bulabilecekleri bir yer yaratmıştır.

 

Eğer Mesih herkes için aynı şekilde öldüyse o zaman kurtulmuş olanlar için yeniden doğmalarını sağlayan herhangi bir lütuf sağlamamıştır. Bu kişiler kendi kendilerini yenilemek ve kendi kendilerine imana gelmek zorundadırlar. O zaman ve ancak o zaman çarmıhın bereketlerine ortak olabilirler.

 

Başka bir deyişle, eğer Mesih’in herkes için aynı şekilde öldüğüne inanıyorsanız o zaman çarmıhın bereketleri, aracılığıyla iman ettiğimiz lütfu kapsamamaktadır çünkü bu durum bütün insanların imanlı olmalarını gerekli kılar. Fakat çok açıktır ki herkes imanlı değildir. Fakat, eğer aracılığıyla iman ettiğimiz lütuf (karşı konulamaz lütuf) Mesih’in çarmıhta başardıklarının bir parçası değilse o zaman kendimizi günaha kölelikten, yüreğimizin katılığından, bozulmuşluğumuzun körlüğünden ve Tanrı’nın gazabından kurtarma konusunda yalnızız demektir.

 

Bu yüzden bu noktalardan da açıkça görülmektedir ki kefareti kısıtlayan Kalvinist değil Arminyusçudur – çünkü Mesih’in kefaret sağlayan ölümünün en çok kurtulmaya ihtiyacımız olan (Tanrı’nın gazabı altındaki körlüğümüz, katılığımız ve ölü oluşumuz) şeyler için tam bir kefaret sağladığını reddetmektedir. Arminyusçu, Mesih’in kefaretinin imansızlık ve yargı altında ölenler için bile sağlandığını söyleyebilmek için kefaretin etkinliğini, değerini ve doğasını kısıtlamaktadır. Mesih’in herkes için aynı şekilde öldüğünü söyleyebilmek için Arminyusçu kefareti , insanların kendilerini korkunç durumdaki bozulmuşluklarından kurtarabilecekleri güçsüz bir fırsatla sınırlandırmak zorundadır.

 

Diğer yandan bizler kefaretin gücünü ve etkinliğini kısıtlamamaktayız. Basitçe söylediğimiz, çarmıhta Tanrı’nın çocukları için kesin bir kurtuluşu başardığıdır. Ve Mesih bu çocuklar için çarmıhta öldüğünde, onlar için sadece aracılığıyla kurtulabilecekleri bir fırsat yaratmadı fakat tam tersine yeniden yaratılış lütfu ve iman armağanı da dahil olmak üzere kurtulmaları için gerekli olan herşeyi sağladı.

 

Bizler bütün insanlığın bir şekilde çarmıhın yararlarından yararlandıklarını inkar etmiyoruz. 1. Timoteos 4:10 “Mesih’in herkesin, özellikle de iman edenlerin kurtarıcısı” olduğunu söylemektedir. Ancak reddettiğimiz, herkesin aynı şekilde Mesih’in ölümünden yararlandıkları görüşüdür. Tanrı’nın imansızlar için olan bütün merhameti – güneşin doğuşundan (Matta 5:45) müjdenin her yerde vaaz edilişine kadar (Yuh 3:16) – çarmıh sayesinde mümkün kılınmışlardır.

 

İşte bu, çarmıhın Tanrı’nın doğruluğunun günahları cezasız bırakmasında çarmıhın bir temel olarak sunulduğu Romalılar 3:25’in anlattığı konudur. İmansızın aldığı her nefes, Tanrı’nın merhametinin bir işidir (Romalılar 2:4).Müjdenin imansızlara vaaz edildiği her sefer, kurtuluş için bu fırsatı onlara sunan Tanrı’nın merhametinden başka birşey değildir.

Günahkarlar için olan bu merhamet nereden kaynaklanmaktadır? Tanrı nasıl olur da derhal cehenneme atılması gereken günahkarlara karşı sabrederek adaletli olmaktadır? Buna verilebilecek cevap çok açıktır: Mesih’in ölümü Tanrı’nın günahtan duyduğu nefreti öylesine açık bir şekilde gözler önüne koymaktadır ki, Tanrı doğruluğundan taviz vermeden dünyaya merhametli bir şekilde davranabilmektedir. İşte bu anlamda, Mesih bütün dünyadaki herkesin kurtarıcısıdır.

 

Fakat O özellikle iman edenlerin kurtarıcısıdır. Mesih herkes için aynı şekilde ölmemiştir. Tanrı’nın çocukları için Mesih’in ölümünün amacı, güneşin doğuşundan veya bir kurtulma fırsatından çok daha fazlasını içermektedir. Mesih’in ölümü, “özellikle” uğruna öldüğü kişileri BÜTÜN kötülüklerden kurtarmaktadır.

 

Mesih’in ölümünün herkes için değil fakat özellijle Tanrı’nın halkının kurtuluşu için olduğunu söyleyen Kutsal Yazı’dan birçok kısım vardır.

 

Yu.10: 14-15 “Ben iyi çobanım. Benimkileri tanırım. Baba beni tanıdığı, ben de Baba’yı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanır. Ben koyunlarımın uğruna canımı veririm.” Mesih’in koyunları Baba’nın O’na çektikleridir. Mesih’in koyunu olmak bizleri imanlı yapan şeydir, tersi değil. Bu yüzden, Mesih’in uğruna öldüğü koyunlar Baba’nın Oğlu’na vermek üzere seçtikleridir.

 

Yuhanna 17:6,9,19’da İsa şöyle dua etmektedir, “Dünyadan bana verdiklerine senin adını açıkladım; onlar senindiler ve bana verdin…Dünya için değil, bana verdiklerin için dua ediyorum, çünkü onlar senindir. …Onlar da gerçekle kutsal kılınsınlar diye kendimi onların uğruna adıyorum.” Burada bahsedilen adama Mesih’in çekmek üzere olduğu ölümdür. O’nun ölümü ve aracılık işi, genel olarak bütün dünya için değil özellikle kendi öğrencileri içindir.

 

 

Yu.11: 49-52 “İçlerinden biri, o yıl başkâhin olan Kayafa, “Hiçbir şey bilmiyorsunuz” dedi.

“Bütün ulus yok olacağına, halk uğruna bir tek adamın ölmesi sizin için daha uygun. Bunu anlamıyor musunuz  Bunu kendiliğinden söylemiyordu. O yılın başkâhini olarak İsa’nın, ulusun uğruna, ve yalnız ulusun uğruna değil, Tanrı’nın dağılmış çocuklarını toplayıp birleştirmek için de öleceğine ilişkin peygamberlikte bulunuyordu.” Dünyanın dört bir yanında Tanrı’nın dağılmış çocukları bulunmaktadır. Bu çocuklar Mesih’in bahsettiği koyunlardır. Bu kişiler Baba’nın Mesih’e çekeceği insanlardır. İsa bu kişileri bir araya toplamak için öldü. Yuhanna 10:16’nın da söylediği budur:  “Bu ağıldan olmayan başka koyunlarım var. Onları da getirmeliyim. Benim sesimi işitecekler ve tek sürü, tek çoban olacak.” Mesih, koyunları yani Tanrı’nın çocukları için ölmüştür.

 

Va.5: 9 Yeni bir ezgi söylüyorlardı: “Tomarı almaya, Mühürlerini açmaya layıksın! Çünkü boğazlandın Ve kanınla her oymaktan, her dilden, Her halktan, her ulustan İnsanları Tanrı’ya satın aldın.” Yuhanna 10:16’ya uyumlu olarak Yuhanna Mesih’in ölümün bütün insanları kurtarmadığını fakat her halktan insanları kurtardığını söylemektedir.

 

1.Yu.2: 2 “O günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır.” diyen ayetlerin de anlaşılmaları gereken yapı budur. Bu ayet, Mesih’in yeryüzündeki herkes için Tanrı’nın gazabını yatıştırmak üzere öldüğünü değil, “koyunları”, “yeryüzünün dört bucağına dağılmış Tanrı’nın çocukları”, “her ulustan, her halktan her oymaktan, her dilden insanlar” için öldüğünü anlatmaktadır.  Aslında Yuhanna 11:51-52 ve 1. Yuhanna 2:2 arasındaki gramatik paralellik öylesine birbirine yakındır ki, Yuhanna’nın iki ayette de aynı şeyleri söylemeye çalıştığı gerçeğinden kaçmak çok zordur.

 

Yuhanna 11:51-52 “O yılın başkâhini olarak İsa’nın, ulusun uğruna, ve yalnız ulusun uğruna değil, Tanrı’nın dağılmış çocuklarını toplayıp birleştirmek için de öleceğine ilişkin peygamberlikte bulunuyordu.”

 

1.Yu.2: 2 “O günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır.”

 

Buradaki bütün dünya, bütün dünyaya dağılmış olan Tanrı’nın çocuklarına işaret etmektedir. Eğer “bütün dünya”, dünyadaki her bir bireyden bahsediyor olsaydı, Yuhanna’nın herkesin kurtulacağını öğretttiğine inanmak zorunda kalırdık – ki bu imkansızdır (Vahiy 14:9-11). Bu şekilde söylemek zorunda kalıyor oluşumuzun nedeni, gazabı yatıştırma terimi, günahkarların üzerindeki gazabın gerçek olarak kaldırılması anlamına gelir. Tanrı’nın bir günahkara karşı olan gazabı yatıştırıldığında, gazap ortadan kalkmış olur. Ve bunun sonucu olarak, Tanrı’nın bütün gücü artık merhametine hizmet etmektedir ve böylece hiçbirşey Tanrı’yı o günahkarı kurtarmaktan alıkoyamaz.

 

Bedeli ödenmiş günahlar cezalandırılamazlar. Diğer türlü, gazabı yatıştırma teriminin hiçbir anlamı kalmamaktadır. Bu yüzden eğer Mesih bütün dünyadaki herkesin günahlarının hakettiği gazabı yatıştırdıysa bu kişiler cezalandırılamazlar ve kurtulmuş olmalıdırlar. Fakat Yuhanna böylesine bir üniversalizme inanmamaktadır (Yuhanna 5:29). Bu yüzden 1. Yuh 2:2’nin, İsa’nın dünyadaki herkes için bağışlatma sağladığını öğrettiğini söylemek yanlıştır.

 

Vahiy 5:9 ile uyum içerisinde Markos 10:45 İsa’nın bütün dünyayı kurtarmak için geldiğini söylememektedir. “ Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi.”

 

Benzer bir şekilde Matta 26:28’de İsa , “”Çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır.”

 

İbr.9: 27-28 Bir kez ölmek, sonra da yargılanmak nasıl insanların kaderiyse, Mesih de birçoklarının günahlarını yüklenmek için bir kez kurban edildi. İkinci kez, günah yüklenmek için değil, kurtuluş getirmek için kendisini bekleyenlere görünecektir. (Ayrıca 13:20’ye ve Yeşaya 53:11-12’ye bakınız)

 

Mesih’in ölümünün amacıyla ilgili en açık ayetlerden birisi de Efesliler 5:25-27’dir. Bu ayetlerde Pavlus, Mesih’in ölümünün sonuçlarının sadece Kilise için olmadığını, aynı zamanda Mesih’in ölümünün etkisinin de kilisenin kutsallaşması ve yüceltilmesi olduğunu söylüyor. Bizim de korumak istediğimiz gerçek budur: Çarmıh, herkese kurtuluş “imkanı” sunmak için değil, kiliseyi kurtarmak için verilmişti.

 

Pavlus, “Mesih kiliseyi sevdiğini ve onu suyla yıkayıp tanrısal sözle temizleyerek kutsal kılmak için kendini feda etti.” demektedir.

 

Benzer şekilde Titus 2:14’te Pavlus Mesih’in ölümünün amacını şu şekilde anlatır:  “Mesih bizi her suçtan kurtarmak, arıtıp kendisine ait, iyilik etmekte

gayretli bir halk yapmak üzere kendini bizim için feda etti.” Eğer Pavlus bir Arminyusçu olsaydı “Mesih herkesi her suçtan kurtarmak ve herkesi kendisi için arıtmak için kendini feda etti.” demez miydi? Fakat Pavlus, kefaretin amacının, dünyadan Mesih için arındırılmış bir halk yaratmak olduğunu söylemektedir. Bu tam olarak Yuhanna 10:15, 11:51 ve Vahiy 5:9’un söylediği şeyin aynısıdır.

 

Bu konudaki en önemli ayetlerden birisi Romalılar 8:32’dir. Bu ayet bütün Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın halkı için verdiği en değerli vaatlerden bir tanesidir. Pavlus, “Öz Oğlu’nu bile esirgemeyip O’nu hepimiz için ölüme teslim eden Tanrı,

O’nunla birlikte bize her şeyi bağışlamayacak mı?” demektedir.

 

Önemli olarak burada görülmesi gereken şey, Pavlus’un mirasımızı nasıl Mesih’in ölümüne dayandırdığıdır. Adeta Pavlus şöyle demektedir: “Tanrı size kesinlikle herşeyi bağışlayacaktır çünkü O, öz Oğlu’nu bile esirgemeyip sizin için feda etmiştir.” Eğer Mesih, herşeyi alamayıp ta aslında kaybolanlar için verilmişse bu değerli iddiaya ne olur? Bu iddia çöker.

 

Eğer Tanrı, sonunda kaybolmuş olarak ölen imansızlar için Oğlu’nu verdiyse o zaman Oğlu’nu vermesinin, O’nun uğruna öldüğü kişiler için “her şeyi” garanti edeceğini söyleyemez. Fakat Tanrı’nın tam olarak söylediği budur! Eğer Tanrı Oğlu’nu senin için verdiyse, kesinlikle sana diğer her şeyi de verecektir. Pavlus’un buradaki düşünce yapısı basitçe Mesih’in bütün insanlık için öldüğü fikriyle yok edilmektedir.

 

Bu bölümü aşağıdaki özet iddialarla sonlandırabiliriz. Bu maddelerden hagisi doğrudur?

 

Mesih herkesin bazı günahları için ölmüştür.

Mesih bazı kişilerin bütün günahları için ölmüştür.

Mesih herkesin bütün günahları için ölmüştür.

 

Hiçkimse ilk maddenin doğru olduğunu söyleyemez çünkü o zaman herkes Mesih’in çarmıhında bağışlanmayan bazı günahlarından dolayı mahvolurdu. Günahtan kurtulmanın tek yolu, günahın Mesih’in kanıyla örtülmesidir.

 

Bir Arminyusçu’nun kabul ettiği üçüncü seçenektir. Mesih herkesin bütün günahları için ölmüştür. Fakat o zaman neden herkes kurtulmamıştır? Bu soruya Arminyusçu’nun cevabı ,“Çünkü bazıları inanmamaktadır” şeklindedir. Fakat imansızlık ta Mesih’in bağışlatmak için öldüğü günahlardan birisi değil midir? Eğer öyleyse neden bu günah ta İsa’nın kanıyla örtülmemiş ve bütün imansızlar kurtulmamışlardır? Eğer öyle değilse (yani imansızlık Mesih’in bağışlatmak için öldüğü bir günah değildir) o zaman ya İsa’nın kefareti olmadan insanlar kendi kendilerini kurtarabilirler demek zorunda kalırız ya da iki numaralı seçeneği kabul ederiz.: Mesih bazı kişilerin bütün günahları için ölmüştür. Mesih seçilmişlerinin imansızlık günahı için de ölmüştür öyle ki Tanrı’nın cezalandırıcı gazabı onlara karşı yatışssın ve lütfu, karşı konulamaz bir şekilde onları karanlıktan kendi şaşılası ışığına çağırabilsin.

 

Şartsız Seçim

 

Eğer hepimiz, Tanrı’nın karşı konulamaz lütfu olmaksızın yeniden doğmadan Tanrı’ya gelemeyecek kadar bozulduysak, eğer bu özel lütuf Mesih tarafından çarmıhta kazanıldıysa, o zaman hepimiz kurtuluşumuzu Tanrı’nın seçimine borçluyuzdur.

 

Seçilmişlik Tanrı’nın kimi kurtarmaya karar verdiğini anlatır. Bu seçilmişlik, Tanrı insanı seçmeden önce insanın yerine getirmesi gereken hiçbir koşul olmaması bakımından şartsızdır. İnsan günahları ve isyanları içinde ölüdür. Bu yüzden Tanrı’nın insanı ölü konumundan kurtarmak için seçebilmesi için insan yerine getirebileceği hiçbir koşul yoktur.

 

Kurtuluşun tamamlanmasının şartsız olduğunu söylemiyoruz. Bizler sonsuz yaşamı miras alabilmek için Mesih’teki imanın şartlarını yerine getirmeliyiz. Ancak

imanın kendisi, seçilmişlik için bir şart bir değildir. Bunun tam tersi geçerlidir yani seçilmişlik imanın bir şartıdır. Tanrı bizleri dünyanın kuruluşundan önce seçtiği için, bizlerin çarmıhta kurtuluşumuzu sağlamakta, etkin lütfuyla harekete geçirmekte ve imana getirmektedir.

 

Elçilerin İşleri 13:48 Yahudi olmayan ulusların Antakya ve Pisidya’da müjdenin duyuruluşuna nasıl cevap verdiklerini anlatır. “Öteki uluslardan olanlar bunu işitince sevindiler ve Rab’bin sözünü yücelttiler. Sonsuz yaşam için belirlenmiş olanların hepsi iman etti.”Bu ayette “iman edenlerin hepsi iman ettikleri için sonsuz yaşam için belirlendiler” denmediğine dikkat edin. Tanrı’nın önceden seçimi, bazı insanların inanıp bazı insanların inançsızlıklarında kalmalarının asıl nedenidir.

 

Benzer şekilde İsa Yahudiler’e Yuhanna 10:26 şunları demektedir: “ Ama siz iman etmiyorsunuz. Çünkü benim koyunlarımdan değilsiniz.” İsa, “iman etmediğiniz için benim koyunlarımdan değilsiniz” dememektedir. İsa’nın koyunlarından biri olmak biz iman etmeden önce Tanrı’nın bizim için verdiği bir karardır. Bu, iman edebilişimizin temelidir. Bizler iman ediyoruz çünkü Tanrı’nın seçilmiş koyunlarıyız, tam tersi değil (bkz. Yuhanna 8:47, 18:37)

 

Romalılar 9. bölümde Pavlus, seçilmişliğin herhangi bir koşula bağlı olmadığı gerçeğinin altını çizmektedir. Örnek olarak 11 ve 12. ayetlerde Tanrı’nın Esav yerine neden Yakup’u seçmiş olduğunu anlatmaktadır: “Çocuklar henüz doğmamış, iyi ya da kötü bir şey yapmamışken, Tanrı

Rebeka’ya, “Büyüğü küçüğüne kulluk edecek” dedi. Öyle ki, Tanrı’nın seçim

yapmaktaki amacı yapılan işlere değil, kendi çağrısına dayanarak sürsün. Tanrı’nın seçilmişlik hükmü, herhangi bir koşula bağlı olmama durumunu korumaktadır çünkü bu hüküm bizler daha doğmadan hatta iyi veya kötü herhangi birşey yapmadan verilmiştir.

 

Tanrı’nın seçen lütfunun herhangi bir koşula bağlı olmaması tekrar Romalılar 9:15-16 ayetlerinde vurgulanmaktadır: “ Çünkü Musa’ya şöyle diyor:

“Merhamet ettiğime merhamet edeceğim,

Acıdığıma acıyacağım.” Demek ki bu, insanın isteğine ya da çabasına değil, Tanrı’nın merhametine bağlıdır.”

 

Eğer kurtuluşumuzu kendi irademizle veya çabalarımızla başlattığımızı düşünüyorsak gerçekten merhametin ne anlama geldiğini anlamamışız demektir. Bizler umutsuz bir şekilde günahın karanlığına tutsağız. Eğer kurtulmamız gerekiyorsa, Tanrı şartsız olarak yüreklerimizde bir şeyler başlatmalı bizleri karşı konulamaz bir şekilde O’na boyun eğmeye istekli kılmalıdır. (Romalılar 11:7)

 

Efesliler 1:3-6’da seçilmişliğimizin herhangi bir koşula bağlı olmaması ve oğulluğa alınışımızın önceden belirlenmesi konusunda önemli şeyler söyler.

 

Bizi Mesih’te her ruhsal kutsamayla göksel yerlerde kutsamış olan Rabbimiz

İsa Mesih’in Babası Tanrı’ya övgüler olsun.

O kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti.

Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar

olalım diye bizi önceden belirledi.

Öyle ki, sevgili Oğlu’nda bize bağışladığı yüce lütfu övülsün.

 

Bazı yorumcular dünyanın kuruluşundan önce gerçekleşen bu seçilmişliğin bireylerin Mesih’te kurtuluşa seçilmeleri değil, Mesih’in seçilmesinden bahsetttiğini söylerler. Bu görüş basit bir şekilde bireylerin Tanrı tarafından koşulsuz bir şekilde seçilmediklerini ifade eder. Burada Mesih, Tanrı’nın seçilmiş olanı olarak öne sürülmekte ve kişilerin kurtuluşları bozulmuşluklarını yenmeleri için attıkları adımlara ve iman aracılığıyla Mesih’le birleşmelerine dayanmaktadır. Tanrı bu kişileri seçmemektedir ve bu yüzden Tanrı bu kişilerin iman etmelerini sağlamamaktadır. Bu görüşe göre Tanrı sadece kimlerin kendilerini ölümden harekete geçireceğini ve kendisini seçeceğini görmek için beklemektedir. Ancak bu yorum, “Her şeyi kendi isteği doğrultusunda düzenleyen Tanrı’nın amacı uyarınca

önceden belirlenip Mesih’te seçildik” diyen ayet 11 ile çelişmektedir. Ayrıca 4. ayetinde literal olarak anlamı bu yoruma uymaktadır. 4. ayetteki “seçmek” kelimesinin anlamı, belirlemek veya bir grubun içinden seçmektir (Luka 6:13, 14:7, Yuhanna 13:18, 15:16,19). Bu yüzden ayetin doğal anlamı, Tanrı’nın dünyanın kuruluşundan önce halkını, Mesih’i kurtarıcıları olarak belirleyerek bütün insanlıktan seçmesidir.

 

Her seçilmişlik Mesih’le bağlantılıdır. Eğer Mesih günahkarların günahları için ölmeye atanmış olmasaydı günahkarların seçimişliği diye bir şeyden bahsedemezdik.

Bu nedenle, bu anlamda günahkarlar Mesih’te seçilmişlerdir. Fakat sadece Mesih değil, onlar da dünyadan seçilmişlerdir.

 

Ayrıca 5. ayet de sadece Mesih’in seçilmişliğinden değil, insanların Mesih’te seçilmişliklerinden bahsetmektedir. Kelimesi kelimesine ayet, “Kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi” demektedir. Önceden belirlenenler bizleriz, Mesih değil. Günahkarların seçilmişliğini mümkün kılan Mesih’tir bu yüzden seçilmişliğimiz “O’nun aracılığıyladır.” Fakat burada Tanrı’nın seçilmişlikle ilgili sadece Mesih’i kastettiğine dair en ufak bir ifade bile yoktur.

 

Belki de, koşulsuz seçilmişlikle ilgili en önemli ayetler Romalılar 8:28-33’tür: “ Tanrı’nın, kendisini sevenlerle, amacı uyarınca çağrılmış olanlarla

birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz.

Çünkü Tanrı önceden bildiği kişileri Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek

üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeş arasında ilk doğan olsun.

Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdıklarını akladı ve

akladıklarını yüceltti.

Öyleyse buna ne diyelim? Tanrı bizden yanaysa, kim bize karşı olabilir?

Öz Oğlu’nu bile esirgemeyip O’nu hepimiz için ölüme teslim eden Tanrı,

O’nunla birlikte bize her şeyi bağışlamayacak mı?

Tanrı’nın seçtiklerini kim suçlayacak? Onları aklayan Tanrı’dır.

 

Sıklıkla bu ayetler, “Önceden bildiği kişileri Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek  için önceden belirledi.” diyen 9. ayete dayandırılarak koşulsuz seçim öğretisine karşı olarak kullanılmaktadırlar. Bu yüzden bazıları, insanların koşulsuz olarak seçilmediklerini söylemektedirler. Bu görüşe göre seçilmişler, etkin lütfun yardımı olmadan ürettikleri ve Tanrı’nın önceden gördüğü imanlarına göre seçilmişlerdir.

 

Fakat bu görüş metnin kendisiyle uyuşmamaktadır. Romalılar 8:30 “Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdıklarını akladı ve akladıklarını yüceltti.” demektedir. Bir dakikalığına, Tanrı’nın çağırdıklarını aynı zamanda akladığı” gerçeği üzerine odaklanın.

 

  1. ayetteki bu çağrı herkese verilmemektedir. Bunu bilmemizin nedeni çağrılan herkesin aklandığıdır – fakat dünyadaki herkes bu anlamda aklanmış değildir. Bu yüzden 30. ayetteki bu çağrı, vaizlerin tövbeye çağrıları veya Tanrı’nın doğanın görkemiyle yaptığı genel çağrı değildir. 30. ayetteki çağrı, Tanrı’nın Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek için önceden belirlediklerine yaptığı çağrıdır. Ayrıca bu çağrı doğal ve gerekli olarak aklanmaya yöneltir: “Çağırdıklarını akladı.”

 

Ancak aklanmanın imanla olduğunu biliyoruz (Romalılar 5:1). Peki önceden belirlenmiş olanların hepsine verilen ve aklanmayla sonuçlanan bu çağrı nedir? Bu çağrı, karşı konulamaz lütuftan başka birşey değildir. Bu çağrı, daha önce bahsettiğimiz 1. Korintliler 1:24’teki çağrıdır.

 

Önceden belirlenme ve aklanma arasında çağrılma vardır. Aklanma yalnızca imanla olduğunu göre bahsettiğimiz bu çağrı, imanın var olmasını sağlayan Tanrı’nın işidir. Ve zorunlu olarak aklanmayla sonuçlandığına göre de, karşı konulamaz olmalıdır. Bu anlamda, aklanmadan çağrılan hiçkimse yoktur. Bütün çağrılanlar aklanmışlardır. Bu yüzden 30. ayetteki çağrı, kişiyi aracılığıyla aklandığı imana getiren Tanrı’nın her şeye hakim işidir.

 

Şimdi de bunun 29. ayetteki önceden bilme terimiyle olan anlam ilişkisine bakalım. Pavlus 29. ayette “Önceden bildiklerini önceden belirledi” dediğinde, (her ne kadar bir çok kişi Pavlus’a zorla bunu söylettirse de) Tanrı’nın, özgür iradelerini kullanarak imana gelenleri, bu özgür seçimi yaptıkları için oğulluğa önceden belirlediğini kastetmemektedir. Bu ayet bu anlama gelemez çünkü daha önce 30. ayette gördüğümüz gibi insanlar imana kendi çabalarıyla gelememektedirler. Kişiler karşı konulamaz bir şekilde bu imana çağrılırlar.

 

Tanrı, insanların kendisine inanmları konusundaki özgür seçimlerini bilmemektedir çünkü bilebileceği herhangi bir özgür seçim diye birşey yoktur. Eğer herhangi bir kişi Mesih’teki imana geliyorsa bunun nedeni bu kişinin Tanrı’nın yaratıcı Ruh’u aracılığıyla ölümden yaşama geçirilmesidir. Bu da, bu kişilerin karanlıktan ışığa etkin bir şekilde çağrıldıkları anlamına gelir.

 

Bu yüzden Romalılar 8:29’daki önceden bilme terimi, Tanrı’nın önceden belirlemesi dışında gelecekte olacak birşeyden basitçe haberdar olması değildir. Tam tersine bu bilgi Eski Antlaşmada’ki şu ayetlerde anlatılan türden bir bilgidir: “Yaratılış 18:19 Doğru ve adil olanı yaparak yolumda yürümeyi oğullarına ve soyuna buyursun diye İbrahim’i seçtim(literal olarak:tanımak, bilmek). Öyle ki, ona verdiğim sözü yerine getireyim.” Yeremya 1:5 “Ana rahminde sana biçim vermeden önce tanıdım seni. Doğmadan önce seni ayırdım, Uluslara peygamber atadım.” Amos 3:2  “Yeryüzündeki bütün halklar arasından yalnız sizi tanıdım”

 

C.E.B Cranfield’ın dediği gibi, “Romalılar 8:29’da bahsedilen önceden bilme, bir kişinin özel olarak bilinmesidir, bu da Tanrı’nın seçen lütfudur.” Bu tür bir önceden bilme, seçilmişlikle aynı şeydir: Tanrı önceden bildiklerini Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi.

 

Bu yüzden bu muhteşem ayetlerin öğrettiği, Tanrı’nın gerçekten halkının tamamen kurtuluşunu başlangıçtan sona kadar başarıyla yerine getirdiğidir.

 

Tanrı önceden bilmekte, yani dünyanın kuruluşundan önce kendisine bir halk seçmekte, bu halkı Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirlemekte , bu kişileri imana çağırmakta, aynı kişileri iman aracılığıyla aklamakta ve son olarak yüceltmektedir – ve hiçbirşey hiçbir zaman onları Mesih’teki Tanrı sevgisinden ayırabilecektir (Romalılar 8:39). Bütün yücelik ve övgü O’nundur. Amin.

 

İmanlıların Sona Kadar Dayanmaları (Hristiyanların Kurtuluşlarını Kaybetmemeleri)

 

Daha önce söylediklerimizden yola çıkarak şunu rahatça söyleyebiliriz; Tanrı’nın halkı sona kadar dayancak ve asla kaybolmayacaklardır. Önceden bilinenler önceden belirlenmekte, önceden belirlenenler çağrılmakta, çağrılanlar aklanmakta ve aklananlar yüceltilmektedir. Bu gruptaki hiçkimse kurtuluşunu kaybetmemektedir. Bu gruba ait olmak demek sonsuzlarca güvende olmak demektir.

 

Fakat imanlıların sona kadar dayanmaları doktriniyle bundan daha fazlasını kastediyoruz. Kastettiğimiz asıl anlam, imanlılar, imandan gelen itaatte kesinlikle sona kadar dayanacaklar ve dayanmak zorundadırlar. Seçilmişlik koşulsuzdur fakat yüceltilme deği. Kutsal Yazı’da, Mesih’te kalmayan kişilerin  sonunda mahvolacaklarına dair birçok uyarı vardır.

 

Aşağıdaki yedi madde, bu önemli doktrin hakkındaki anlayışımızı özetlemektedir.

 

Eğer kurtulacaksak, imanımız sona kadar dayanmak zorundadır.

 

Bu şu demektir ki , Tanrı Sözü’nün kullanımı imanı yarattığı kadar bu imanın korunmasında da son derece önemli bir rol oynar. Bir kişi Mesih’i kabul ettikten sonra sanki kötü olan artık o kişiye ulaşamayacakmış gibi kendimizi kandırarak rahat olamayız. İman için savaşılması gereken bir savaş vardır. Eğer kurtulacaksak imanla sona kadar dayanmalıyız.

 

1.Ko.15: 1-2 Şimdi, kardeşler, size bildirdiğim, sizin de kabul edip bağlı kaldığınız

Müjde’yi anımsatmak istiyorum.

Size müjdelediğim söze sımsıkı sarılırsanız, onun aracılığıyla

kurtulursunuz. Yoksa boşuna iman etmiş olursunuz.

 

Kol.1: 21-23 Yaptığınız kötülükler yüzünden bir zamanlar düşüncelerinizde Tanrı’ya

yabancı ve düşmandınız.

Şimdiyse Mesih sizi Tanrı’nın önüne kutsal, lekesiz ve kusursuz olarak

çıkarmak için öz bedeninin ölümü sayesinde sizi Tanrı’yla barıştırdı.

Yeter ki, duyduğunuz Müjde’nin verdiği umuttan kopmadan, imanda temellenip yerleşmiş olarak kalın. Ben Pavlus, göğün altındaki bütün yaratılışa duyurulan bu Müjde’nin hizmetkârı oldum.

 

2.Ti.2: 11-12 Şu güvenilir bir sözdür:

“O’nunla birlikte öldüysek,

O’nunla birlikte yaşayacağız.

Dayanırsak,

O’nunla birlikte egemenlik süreceğiz.

O’nu inkâr edersek,

O da bizi inkâr edecek.

 

Mar.13: 13 Benim adımdan ötürü herkes sizden nefret edecek. Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır.

 

Ayrıca bakınız Vahiy 2:7,10,11,17,25,26; 3:5,11,12,21

 

Tanrı’nın içsel olarak yenilemesinin bir kanıtı olan itaat, kurtuluş için zorunludur.

 

Ancak bu, Tanrı’nın mükemmelik talep ettiği anlamına gelmemektedir. Filipililer 3:12,13, Yuhanna 1:8-10 ve Matta 6:12’den açıkça görülmektedir ki, Yeni Antlaşma kurtulmamız için günahsız bir şekilde mükemmel olmamız standardını bize şart olarak koşmamaktadır. Fakat Yeni Antlaşma, ahlaksal olarak değişmiş olmamızı ve yeni yaşamda yürümemizi buyurmaktadır.

 

İbr.12: 14 Herkesle barış içinde yaşamaya, kutsal olmaya gayret edin. Kutsallığa sahip olmadan kimse Rab’bi göremeyecek.

 

Rom.8: 13 Çünkü benliğe göre yaşarsanız öleceksiniz; ama bedenin kötü işlerini Ruh’la öldürürseniz yaşayacaksınız.

 

Gal.5: 19-21 Benliğin işleri bellidir. Bunlar fuhuş, pislik, sefahat, putperestlik,

büyücülük, düşmanlık, çekişme, kıskançlık, öfke, bencil tutkular, ayrılıklar,

bölünmeler, çekememezlik, sarhoşluk, çılgın eğlenceler ve benzeri şeylerdir. Sizi

daha önce uyardığım gibi yine uyarıyorum, böyle davrananlar Tanrı Egemenliği’ni

miras alamayacaklar.

 

Ef.5: 5 Şunu kesinlikle bilin ki, fuhuş yapanın, pisliğe düşkün olanın ya da

putperest demek olan açgözlü kişinin, Mesih’in ve Tanrı’nın Egemenliği’nde mirası

yoktur.

 

1.Ko.6: 9-10 Günahkârların, Tanrı Egemenliği’ni miras almayacağını bilmiyor

musunuz? Aldanmayın! Ne fuhuş yapanlar Tanrı’nın Egemenliği’ni miras alacaktır,

ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne oğlanlar, ne oğlancılar, ne hırsızlar, ne

açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne de soyguncular.

 

1.Yu.2: 3-6 Buyruklarını yerine getirirsek, O’nu tanıdığımızdan emin olabiliriz.

“O’nu tanıyorum” deyip de buyruklarını yerine getirmeyen yalancıdır, kendisinde gerçek yoktur.

Ama O’nun sözüne uyan kişinin Tanrı’ya olan sevgisi gerçekten yetkinleşmiştir. Tanrı’da olduğumuzu bununla anlarız.

“Tanrı’da yaşıyorum” diyen, Mesih’in yürüdüğü yolda yürümelidir. (Ayrıca bknz 1. Yuhanna 3:4-10, 14; 4:20.)

 

Yu.8: 31- 32 İsa kendisine iman etmiş olan Yahudiler’e, “Eğer benim sözüme bağlı kalırsanız, gerçekten öğrencilerim olursunuz. Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak” dedi. (Ayrıca bknz Luka 10:28; Matta 6:14,15; 18:35; Yaratılış 18:19; 22:16-17; 26:4-5; 2 Timoteos 2:19.)

 

Tanrı’nın seçilmişleri kurtuluşlarını yitiremezler. İşte bu nedenle bu sonsuz güvenceye inanmaktayız. Bu doktrinde anlatılmak istenen, Tanrı imanlılarda öylesine bir şekilde çalışmaktadır ki, O’nun sonsuz yaşam için seçtikleri O’nun tarafından sona kadar dayanmaları sağlanacak ve Kutsal Ruh’un gücüyle de itaatin gereklerini yerine getireceklerdir.

 

Rom.8: 28-30 Tanrı’nın, kendisini sevenlerle, amacı uyarınca çağrılmış olanlarla

birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz*fx*.

Çünkü Tanrı önceden bildiği kişileri Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek

üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeş arasında ilk doğan olsun.

Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdıklarını akladı ve

akladıklarını yüceltti.”  Bu metinde apaçık olarak gözüken şey, kurtuluş umuduna etkin bir şekilde çağrılan herkesin kesinlikle sona kadar dayanacakları ve sonunda yüceltilecekleridir.

 

Yu.10: 26-30 Ama siz iman etmiyorsunuz. Çünkü benim koyunlarımdan değilsiniz.

Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler.

Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz.

Onları bana veren Babam her şeyden üstündür. Onları Baba’nın elinden kapmaya kimsenin gücü yetmez.

Ben ve Baba biriz.” (Ayrıca bknz. Efesliler 1:4-5)

 

Bazı kişilerin imandan düşmeleri diye bir durum da söz konusudur ancak bu konumda devam ederlerse aslında imanlarının hiçbir zaman içten olmadığı, yani Tanrı’dan doğmadıkları belli olur. 1.Yu.2: 19 Bunlar aramızdan çıktılar, ama bizden değildiler. Bizden olsalardı, bizimle kalırlardı. Ayrılmaları hiçbirinin bizden olmadığını ortaya çıkardı.” Benzer şekilde Luka 8:9-14’te anlatılan dört tohum benzetmesinde de bu kişiler “sözü duymuş, neşeyle kabul etmiş, fakat kök salamadıkları için bir süre inandıktan sonra denendikleri zaman imandan dönenler” olarak tanımlanmaktadırlar.

 

Böyle bir şeyin mümkün olabilmesi gerçeğinin asıl nedeni, her bir yerel kilisede Söz’ün hizmetinin, kilise üyelerinin sona kadar dayanmaları ve kendilerini kötü şekilde etkileyecek ve sonuçta sonsuzlara kadar mahvolmalarını sağlayacak olan şeylerle uğraşmamaları için bir çok uyarıyla sunulmasının zorunlu olduğudur.

 

Tanrı bizleri kurtaran imanımızın içten oluşuna göre aklamaktadır, fakat böyle yapmakla imanın içerdiği bütün işlerin de bu kurtaran imanda var olduğunu ilan etmektedir.

 

Burada anlatmaya çalıştığımız şey, Tanrı’nın önünde zaten aklanmış olduğumuzu söyleyen Romalılar 5:1’e bağlı kalmaktır. Tanrı bizleri doğru ilan etmek için yaşamımızın sonuna kadar beklememektedir. Aslında, eğer imanımız sayesinde zaten Tanrı’nın önünde doğru olduğumuz konusunda bir güvencemiz olmadan, Mesih’in radikal buyruklarını yerine getirebilmek için gereken güvenceye ve özgürlüğe sahip olamazdık.

 

Yine de, kurtuluşumuzun sona erişmesi için, imanımızdan kaynaklanması gereken itaate sahip olmamız gerektiği gerçeğinden ayrılmamalıyız. Bu iki gerçeğin birbirleriyle uyumlu olmaları Tanrı’nın ilk eylem olan imanımızla bizi aklaması ve bu imanda bir işlerimizi temsilen bir yaşam embriyosu görüyor olmasıdır. İşte bu yüzden, itaat meyveleri taşımayan bir iman hayatı sürenlerin imanlarının aslında başlangıçta içten olmadıklarını söyleyebiliriz.

 

Bu görüşü destekleyen Kutsal Yazı, Yaratılış 15:6’yı alıntılayan, İbrahim’in nasıl Tanrı tarafından imanla aklandığını anlatan Romalılar 4:3’tür. Bu referans İbrahim’in yaşamının ilk safhalarındaki iman eylemine işaret eder. Bununla birlikte Romalılar 4:19:22 İbrahim’in yıllar sonra yaşadığı bir olaydan bahseder (İbrahim 100 yaşındayken, bknz. Yaratılış 21:5,12) ve bu olaydan dolayı İbrahim’in Tanrı önünde doğru ilan edildiğini söyler. Başka bir deyişle İbrahim’i aklayan iman, yalnızca bir iman eylemi değil,  fakat daha sonraları İbrahim’in yaşamında itaat meyvelerinin görülmesini sağlayan bir iman eylemiydi ( Aynı konu Yakup 2:21-24’te de  geçmektedir). Kutsal Kitap’a dayalı bu gerçeği ortaya koyuş şeklimiz, kesinlikle ilk iman edişimizde aklanışımızın var olduğu fakat bu imanın Tanrı’nın buyurduğu itaati sağlayan meyveler olmadan  var olmayacağıdır. Sadece ve yalnızca iman aklanmamızın aracıdır çünkü Tanrı imanı, aracılığıyla Tanrı’nın doğruluğu olduğumuz Mesih’le bizi birleştirmek için kullanmaktadır. (2. Korintliler 5:21)

 

Tanrı seçilmişlerinin sona kadar dayanmaları için onların içlerinde çalışır.

 

Bizler kendi halimize bırakılmadık ve kurtuluş güvencemiz, O’nu bizden istediklerini yerine getirebilmemiz için herşeye hakim sevgisinde köklenmiştir.  1.Pe.1: 5 Zaman sona ererken açığa çıkarılmaya hazır olan kurtuluşa kavuşasınız diye iman sayesinde Tanrı’nın gücüyle korunuyorsunuz.

Yah.1: 24-25 Kurtarıcımız tek Tanrı, sizi düşmekten allıkoyacak, büyük sevinç içind lekesiz olarak yüce huzuruna çıkaracak güçtedir. Yücelik, ululuk, güç ve yetki Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla bütün çağlardan önce, şimdi ve bütün çağlar boyunca Tanrı’nın olsun! Amin.

 

1.Se.5: 23-24 Esenlik kaynağı olan Tanrı’nın kendisi sizi tümüyle kutsal kılsın. Ruhunuz, canınız ve bedeniniz Rabbimiz İsa Mesih’in gelişinde eksiksiz ve kusursuz olmak üzere korunsun.

Sizi çağıran Tanrı güvenilirdir; bunu yapacaktır.

 

Flp.1: 6 Sizde iyi bir işe başlamış olan Tanrı’nın bunu Mesih İsa’nın gününe dek

bitireceğine güvenim var.

 

1.Ko.1: 8-9 Rabbimiz İsa Mesih kendi gününde kusursuz olmanız için sizi sonuna dek

pekiştirecektir. Sizleri Oğlu Rabbimiz İsa Mesih’le paydaşlığa çağıran Tanrı güvenilirdir.

 

İşte bu yüzden bizler seçilmişliğimizi pekiştirmek için daha da çok gayret etmeliyiz.

 

2.Pe.1: 10 Bunun için, ey kardeşler, çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi kökleştirmeye daha çok gayret edin. Bunları yaparsanız, hiçbir zaman tökezlemezsiniz.

 

Tanıklıklar

 

Bütün bu şeylere kafamızda inanıp ta cehenneme gitmek mümkündür. Doğamız gereği ne kadar da kolay kandırılan ve ikiyüzlü kişileriz! Bu yüzden bu şeyleri yazmaktaki asıl kaygımız yalnızca aklı etkilemek değil yüreği de kazanmaktır.

 

Başkaları için, bu gerçeklerin verdiği geniş tesellide dinlenmenin tatlı deneyimini yaşamalarını istiyoruz. Bizler, diğerlerinin bu gerçeklerden akan, doğruluk ve müjdecilik için muazzam bir ateşi hissetmenizi istiyoruz. Bizler diğer kardeşlerimizin de Tanrı’nın herşeye hakim lütfuna güvenmeyi ve bu lütfu bilmeyi öyle bir şekilde yaşamalarını istiyoruz ki , Tanrı ve sadece Tanrı bütün yüceliği alsın!

 

Bu amaç için, anlattığımız gerçeklerin geçmişteki bazı Hristiyanlar’a ne anlam ifade ettikleri konusunda bazı yazılar topladık. Bu tanıklıklar Kalvinizm’i gerçekten tanıyan, asla akıl karıştırıcı olarak görmeyen fakat Kalvinizm’i her zaman yürekleri ve yaşamları için güç aldıkları kaynak olarak gören kişilere aittir.

 

Augustine

 

Augustine uzun süre sürdüğü ahlaksız bir yaşamın ardından Tanrı’nın etkin lütfuyla iman etti. İTİRAFLARIM adlı kitabında şunları yazdı (X 40)

 

Senin büyük merhametinden başka hiçbir umudum yok. Buyurduğunu yapmamı sağla ve yaptığımı buyur. Sen kendimize hakim olmamızı emrediyorsun… Gerçekten senin buyruklarında daha önceden dağılmış olduğumuz birliğe geri döndürülüyoruz ve seninle birlikte oluyoruz. Senin yanında herhangi birşeyi seven, sevdiğini senin uğruna sevmeyen seni çok az seviyordur. Ey devamlı yanan ve hiçbir zaman sönmeyen sevgi! Ey iyi olan, Tanrım, tutuştur beni! Sen kendimize hakim olmamızı buyuruyorsun. Buyurduğunu yapmamı sağla ve yaptığımı buyur.

 

Bunlar, karşı konulamaz lütuf gerçeğini seven bir adamın sözleridir çünkü Augustine bu lütuf olmadan bir hiç olduğunu çok iyi biliyordu. Fakat ayrıca doktrinsel mektuplarında bu sevgili gerçeğe  hakettiğini de vermektedir. (Vitalis’e Mektup, ccxvii)

 

“Eğer inanmayı reddedenlerin inanmaya istekli olabilmeleri, Tanrı’nın yasasına ve doktrinlerine karşı çıkan ve reddedenlerin iman etmeleri ve bunları izlemeleri için dua etmemizin görevimiz olduğu konusunda bizimle aynı fikirdeysen ve bu kişiler iman ettiklerinde Tanrı’ya şükretmemizin görevimiz olduğu konusunda bizimle aynı düşüncedeysen, o zaman insanların iradelerinin Tanrı tarafından yönetildiklerini ve bir zamanlar reddettikleri iyiliği şu anda yerine getirmelerini sağlayanın Tanrı olduğunu (çünkü böyle yapması için dua etttiğimiz kişi Tanrı’dır) şüphe götürmez bir şekilde itiraf etmek zorundasın ve biz O’na bunları yaptığı için şükretmenin doğru ve uygun olduğunu biliyoruz…”

 

Augustine için karşı konulamaz lütuf gerçeği, kaybolmuş kişiler için olan dualarının, iman eden kişiler için ise Tanrı’ya olan şükürlerinin kaynağıydı.

 

#Jonathan Edwards

 

  1. yüzyılın büyük teoloğu ve New Englan vaizi Jonathan Edwards da bu gerçeklere karşı derin bir sevgi besliyordu. 26 yaşında Tanrı’nın hakimiyeti doktrinine aşık olduğu gün şunları yazdı.

 

“O günden bugüne kadar Tanrı’nın hakimiyei doktriniyle ilgili düşüncemde mükemmel bir değişim başladı…Tanrı’nın tamamen herşeye hakim olması, gözlerimle gördüğüm birçok şey kadar zihnimi de güvenle doldurdu. Bu doktrin bana oldukça hoş, aydınlık ve tatlı bir şekilde gözükmektedir. Herşeye tam hakimiyet, Tanrı’ya atfetmekten zevk aldığım bir gerçek. Tanrı’nın herşeye hakim olması her zaman bana O’nun görkeminin çok büyük bir parçası olarak gözükmüştür. O’na yaklaşırken ve herşeye hakim bir Tanrı olarak tapınırken zevk aldığım şey budur.”

 

George Whitefield

 

George Whitefield, Edwards’ın kilisesinde vaaz verdiğinde Edwards, duyduğu bu vaazın mesajı karşısında kendisini tutamayıp açıkça ağlamıştı. Whitefield 18. yüzyılda yaşamış önemli bir müjdeciydi. Her zaman şöyle derdi: “Kalvinizm’i kucaklayarak kabul ediyorum fakat Calvin yüzünden değil İsa Mesih’in kendisi bana bunu öğrettiği için” (Arnold Dalimore, GEORGE WHITEFIELD 1,p. 406)

 

Whitefield, John Wesley’e Kalvinizm’in doktrinlerine karşı çıkmaması için yalvarmıştı:

 

“Sana karşı çıkma düşüncesine dayanamıyorum fakat  sen (bir zamanlar kardeşin Charles’ın da dediği gibi) heryerde dolaşıp John Calvin’i Bristol’den kovmak isterken sana nasıl karşı çıkamam? Ben Calvin’in yazdığı hiçbirşeyi okumadım; doktrinlerimi Mesih’ten ve O’nun elçilerinden aldım. Bu konuda Tanrı tarafından öğretildim. (Dalimore syf. 574)

 

Whitefield’ı müjdecilik için kutsal bir gayretle dolduran da bugün ve tarihte Kalvinizm adı verilen doktrinlerdi:

 

Seçilmişliğimizi ve Mesih İsa’da karşılıksız olarak aklandığımızı açıklayan bu doktrinler günden güne daha da çok yüreğime işlemektedirler. Bu doktrinler ruhumu kutsal bir ateşle doldurup, Kurtarıcım olan Tanrı’ya daha da çok güvenmemi sağlamaktadırlar.

 

Umarım bu ateşi birbirimizden de alırız ve aramızda insanı alçaltan ve Rab İsa’yı yücelten kutsal bir özenme olur. Reformasyon doktrinlerinden başka hiçbirşey bunu başaramaz. Diğer bütün öğretiler, insanın içinde bir özgür irade bırakmakta ve kısmen de olsa insanı kendi kurtarıcısı yapmaktadırlar. Ey ruhum, bu tür şeyler öğretenlerin sırlarına asla yaklaşma… Mesih’in herşeyde herşey, insanın ise hiçbirşey olmadığını biliyorum. İnsan da kendisini cehenneme gönderecek bir özgür irade vardır ancak Tanrı bir kişinin içinde çalışıp kendi iyi radesini  yerine getirmesini sağlayana kadar o kişide cennete gidebilmesini sağlayacak hiçbirşey yoktur.

 

Ey seçilmişlik ve imanlıların sona kadar dayanmaları doktrinlerinin muhteşemliği! Bir insan bu önemli gerçeklere iman edip hissedene kadar kendisini anlayamayacaktır ancak bu doktrinlerden emin olduğu ve sonuçlarından kendi yüreğinde bir güvence hissettiği zaman, işte o zaman kesinlike imanla yürüyecektir! (Dalimore, syf 407)

 

George Mueller

 

George Mueller, kurduğu yetimhaneler ve Tanrı’nın bu iş için sağlayışını aradığı imanıyla ünlüdür. Birçok kişi bu büyük hizmetin altındaki teolojiyi bilmemektedir. Yirmili yaşlarının ortalarında Mueller, yaşadığı bir deneyimi daha sonra şu şekilde kaydetmiştir:

 

Bu dönemden önce (sadece ve yalnızca Kutsal Kitap’ı karar verirken standart olarak aldığım zaman), seçilmişlik, kısıtlı kefaret ve sona kadar dayanma öğretilerine oldukça karşıydım. Fakat şimdi Tanrı’nın Sözü aracılığıyla bu değerli gerçekleri incelemeye çağrıldım. Günahkarların iman etmelerinde kendimde hiçbir yücelik aramamaya fakat kendimi sadece bir araç olarak görmeye ve Kutsal Yazılar’ın söylediklerini kabul etmeye istekli kılınarak direk Tanrı’nın Sözü’ne gittim ve Yeni Antlaşma’yı bu gerçekler ışığında baştan sona tekrar okudum.

 

Şaşırtıcı bir şekilde, seçilmişlik ve sona kadar dayanma konusundaki ayetler, bu doktrinlere karşı koymak için kullanılan ve aranan ayetlerin sayısından neredeyse dört kat daha fazlaydı ve kısa bir süre sonra bu ayetleri inceledikten sonra yukarıda bahsettiğim doktrinleri onayladım.

 

Bu doktrinlerin imanım üzerinde yaptıkları etkiye gelince, her ne kadar son derece zayıf, benliğin ve gözün tutkularına ve yaşamın verdiği gurura bağlı olsam da yine de Tanrı’nın lütfuyla o zamandan beri O’nunla daha da yakın bir ilişkim oldu. Yaşamımdaki değişkenlik ortadan kalktı ve şunu söyleyebilirim ki, Tanrı için, daha önceden olmadığı kadar daha çok şey başardım.

 

Charles Spurgeon

 

C.H. Spurgeon, George Mueller ile aynı dönemde yaşamıştı. Londra’daki Metropolitan Tabernacle’da otuz yıl süreyle pastörlük yaptı ve zamanın en ünlü vaiziydi. Vaaz edişi, insanları Mesih’e kazandırma konusunda çok güçlüydü. Fakat  Spurgeon’ın her hafta ağızları açık bırakan ve birçok kişiyi Kurtarıcı’ya yönelten müjdesi neydi?

 

“Kendi kişisel görüşüme göre, bugün Kalvinizm olarak bilinen doktrinleri vaaz etmeden, Mesih’i ve O’nun çarmıha gerilişini vaaz etmek diye bir şey yoktur. Buna verilen takma ad Kalvinizm’dir. Kalvinizm, müjdenin kendisinden başka birşey değildir. Tanrı’nın lütuf antlaşmasında her şeye hakim oluşunu vaaz etmeden, Yahve’nin seçen, değişmez, sonsuz ve sabit sevgisini yüceltmeden müjdeyi vaaz edebileceğimize inanmıyorum. Ne de, bu müjdeyi, Tanrı’nın seçilmişlerinin Mesih’in çarmıhta gerçekleştirdiği kısıtlı kefarete dayandırmadan vaaz edebileceğimize de inanmıyorum. Ne de, iman eden kişilerin daha sonradan düşmelerine izin veren bir müjdeyi de anlamıyorum. (Otobiyografi)

 

Spurgeon daha önceden bu şeylere inanmamıştı. 16 yaşında bu gerçekleri nasıl keşfettiğini şöyle anlatır:

 

Hepimiz doğamız gereği bir Arminyusçu olarak doğarız. Hala daha önceden kürsüden devamlı duymuş olduğum şeylere inanmaya devam ediyordum fakat bir türlü Tanrı’nın lütfunu göremiyordum. Mesih’e gelirken herşeyi kendimin yaptığını zannediyordum ve Rabbi içtenlikle aramama rağmen, Rab’bin aslında beni aradığı hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu… Hala daha Kalvinizmi ruhumla kabul ettiğim günü ve saati hatırlıyorum – tıpkı John Bunyan’ın dediği gibi sanki kalbimi kızgın bir demir gibi dağlamıştı…

 

Bir gece Tanrı’nın evinde otururken vaizin vaazı hakkında pek düşünmüyordum çünkü ona inanmamıştım. Birden bir düşünce beni sarstı, “ Nasıl Hristiyan oldun?” Rab’bi aramıştım. “Fakat Rab’bi nasıl aradın?. O dakikada gerçek kafamda aydınlanmaya başladı – Eğer daha önce zihnimde beni O’nu aramaya yönelten birşey olmasaydı Tanrı’yı asla aramazdım. Dua etmiştim, fakat tekrar kendime sordum. “Beni dua itmeye iten neydi? Kutsal Yazılar tarafından dua etmeye itilmiştim. Peki neden Kutsal Yazılar’ı okumuştum? Ardından Tanrı’nın bütün bunların kökünde olduğunu, O’nun imanımın yazarı olduğunu anladım ve lütuf doktrinleri o anda bana açıklandı. O günden bu yana bu doktrinden asla ayrılmadım ve devamlı şu sözümü tekrarlayacağım “Değişimimin tamamı Tanrı’dandır” (Otobiyografi sayf. 164-5)

 

Spurgeon pastör yetiştiren bir okula başladı ve kilisede değerli bir öğretmen olmanın anahtarının bu lütuf doktrinlerini anlamaktan geçtiğini anladı.

 

Bu sebeple Arminyanizm, doktrinleri karıştırmaktatan ve Kutsal Yazı’nın basit ve anlaşılır tanıklığına engel olmaktan dolayı suçludur çünkü Arminyanizm Tanrı’nın sonsuz amacını görmezden gelmekte veya yanlış aktarmakta ve bütün kurtuluş planının anlamını boş kılmaktadır. Bu temel seçilmişlik doktrininden ayrı olarak karışıklık, kaçınılmazdır.

 

Bu doktrin olmadan her zaman düşünce birliği eksik olacaktır ve genel olarak bu doktrinleri reddedenler tanrısallığa dair hiçbir fikir edinemeyeceklerdir. Bu seçilmişlik doktriniyle başlamadan bir kişiyi teolog yapmak neredeyse imkansızdır. Genç bir imanlıyı yıllarca üniversitede okutabilirsiniz fakat bu sonsuz antlaşmanın dayandığı planı ona açıklamadığınız sürece bu kişinin çalışmaları bağdaşmayacağı, bir gerçeğin diğerine nasıl uyduğunu göremeyeceği ve bütün gerçeklerin nasıl uyumlu olmaları gerektiklerini göremeyeceği için çok az bir mesafe kaydedecektir.

 

Son Çağrı

 

Bu konudaki son çağrıyı, günümüzde Kalvinizm’in en ünlü savunucularından birisi olan J.I Packer’a bırakıyoruz:

 

Kurtulmak için ne yapmalıyım sorusuna Kalvinizm şu şekilde cevap verir: Rab İsa Mesih’e iman et. Bir sonraki soru: Rab İsa Mesih’e iman etmek ne demektir? Bunun cevabı: Kişinin kendisini günahkar olarak tanıması, Mesih’in günahkarlar için öldüğünü bilmesi, bütün doğruluğunu ve kendine güveni terketmesi, kendisini bağışlanmak için tamamen O’na teslim etmesi ve Kutsal Ruh’un verdiği yeni yürekle Tanrı’ya olan düşmanlığın ve isyanın yerini Mesih’in iradesine sevinçle boyun eğmesidir.

 

Ve bunun ardından bir diğer soru daha gelir: Eğer bu şeyleri yapabilecek doğal bir kapasitem yoksa nasıl Mesih’e iman edeceğim ve tövbe edeceğim? Cevabı: Mesih’e bak, Mesih’le konuş, Mesih’e haykır, olduğun gibi günahlarını, tövbesizliğini, imansızlığını itiraf et ve O’nun merhametine sığın. Sana yeni bir yürek vermesi, içinde doğru tövbeyi ve sağlam bir imanı yaratması, imansız kötü yüreğini senden alması ve yasasını senin yüreğine yazması için dua et. Ona dön ve yapabileceğin kadar O’na güven,ve bunu başarabilmek için gerekli olan lütfu ondan iste, devamlı bu lütuf araçlarını kullan, dua et , Tanrı’nın sözünü oku ve dinle, Tanrı’nın halkıyla birlikte ol ve tapın ve iç varlığında şüphe götürmez bir şekilde değişmiş bir varlık, tövbe eden bir imanlı, ve aradığın yeni yüreğin içine koyulduğundan emin olana kadar bu şekilde devam et. (John Owen’ın Mesih’in Ölümünde Ölümün Ölümü kitabına önsöz sayf 21)

 

Hep birlikte Spurgeon’un şu duasına katılalım:

 

“Şimdi duada bana katılın. Size yalvarıyorum. Bu duayı sizin adınıza da ederken bana katılın – Rab, ben suçluyum. Senin gazabını hakediyorum. Rab ben kendimi kurtaramam. Rab yeni bir yüreğe ve doğru bir ruha sahip olabilirim ama ben ne yapabilirim? Rab ben hiçbirşey yapamam, gel ve senin iradeni ve iyi isteğini yerine getirebilmem için içimde çalış

 

Benim gibi bir zavallıyı kurtaracak güce sadece sen sahipsin

Eğer senden kaçarsam kime veya nereye gidebilirim?

 

Fakat şimdi ruhumun derinliklerinden sana sesleniyorum. Ey Rab, kendimi tamamen sana teslim ediyorum. Ey Rab, biricik Oğlun’un kanına ve doğruluğuna güveniyorum… Rab, İsa’nın uğruna kurtar beni bu akşam”

(Ian Murray, Unutulmuş Spurgeon, Edinburgh: Banner of Truth Trust 1973 sayf 101)

 

 

John Piper. © Desiring God. Website: www.desiringGod.org. Email: mail@desiringGod.org. USA Telefon: 1.888.346.4700.

 

 

 

 

 

Kitap Önerileri

Müjde Nedir?
İsa Kimdir?
Marangozdan Da Öte
Koronavirüs ve Mesih

Müjde Nedir?

İsa’nın kutsallığı, O’nu günahımız için kusursuz bir kurban haline getirmiştir.… Günahlarımız Tanrı’yı rahatsız etmekten ötedir. Öyle ki insanlığın günahı tahmin edilemeyecek ölçüde acıya yol açmıştır. Öfkemiz, istismarcılığımız, aldırmadığımız acılar ve görmezden...

Eskatoloji

Gelecek zaman ile ilgili her şeyi bilemeyebiliriz. Ancak Kutsal Kitap bizlere pencereler açarak ümitli bir durumda, iman ve sevgi ile devam etmemiz için gerekenleri vermiştir. Kutsal Kitap'ın ''son zamanlar - çağın sonu'' hakkındaki öğretisi, Kutsal Kitap'ın tamamına...

Bizimle Bağlantı Kurmak İçin

Bize Bir Mesaj yollayın