Deneyimlerin ve duyguların hüküm sürdüğü çok öznel (subjektif) bir çağda yaşıyoruz. Endişemiz, kutsal Tanrı’nın yargı kürsüsü önünde ruhlarımızın nesnel (objektif) durumu değil, bugün nasıl hissettiğimiz, Tanrı’nın varlığını günlük olarak nasıl deneyimlediğimizdir. [İç huzurumuz dışımızdan gelmesi gerekirken, biz içimizde huzur arıyoruz.]

Geriye dönüp Luther ve Calvin gibileri okuduğumuzda, onların dışarıdaki nesnel dünyaya ilişkin çok daha büyük bir farkındalıkla ve endişeyle  baktıklarını görüyoruz. Ortaçağ’da yaşayan insanlar son yargıya ilişkin tasvirlerle ve vaazlarla iç içeydiler. Bu vaazlar etkiliydi çünkü tipik bir ortaçağ köylüsünün ya da zanaatkârının yaşam koşulları bizim standartlarımıza göre berbat olsa bile, inananlar kendilerini bekleyen şeylerden çok korkuyorlardı. Bunu Jonathan Edwards’ın vaazlarında hala görüyoruz. Jonathan Edwards’ın “Öfkeli Tanrı’nın Elindeki Günahkarlar” gibi Tanrı’nın gazabını ve cehennemin gerçeklerini anlatan bir vaaz çok etkiliydi, çünkü cehennem ateşi ve cehennemdeki acılara ilişkin betimlemeleri dinleyicilerde yankı uyandırıyordu.

Bu nedenle günümüzdeki vaazlar duygularımıza ve tecrübelerimize odaklanmaktadır, çünkü gerçekten de önemsediğimiz şey anlık tecrübelerimizden ibarettir. İnsanlar aklanma doktriniyle ilgili bir şeyler duymak istemiyor, nasıl huzurlu ve mutlu bir yaşam sürebileceklerini öğrenmek istiyorlar. Kutsal Kitap’a göre yemek tarifleri, Kutsal Kitap’a göre diyet, …vb. Tabii ki, neyin gerçekten de önemli olduğunu bizim kaygılarımız belirlemiyor. Bugün Calvin ya da Luther bizi ziyaret etseydi, benliğimizle bu kadar meşgul olmamız karşısında şaşkına dönerlerdi ve insanın yüreğinin her şeyden önce umutsuzca kötü olduğunu söylerlerdi. Günahlarımızla yüzleşmeden, vicdanlarımızı temizlemeden ve Mesih’e iman ederek O’nunla doğru bir ilişki kurmadan Tanrı’yı tecrübe etmenin mümkün olmadığını anlatırlardı. Kardeşler, günahınızla yüzleşmeden, tövbe etmeden ve Mesih’e iman etmeden asla ve katiyen Tanrı’yı deneyimleyemezsiniz.

Elbette buradaki en büyük hata, sadece öznel ya da nesnel olana odaklanarak inancımızın bu iki yönünü birbirine zıt şeyler haline getirmek olacaktır. Elçi Pavlus’un Romalılar 5’te bundan kaçındığını görüyoruz. Romalılar 4’te aklanmayı bizim dışımızda, tarihte gerçekleşen nesnel bir gerçeklik olarak tanıttıktan sonra (unutmayın, aklanmamız İsa’nın dirilişiyle garanti altına alınmıştır) şimdi aklanmanın yaşamımızda ortaya çıkardığı meyvelere dönüyor: Esenlik, Sevinç, Umut, Barıştırılma. Gerçekten de, Pavlus için kurtuluşumuzun bu iki yönünün (nesnel ve öznel) kusursuz bir bütün içinde birleştiğini söyleyebiliriz. Nesnel gerçek öznel bir tecrübeyle sonuçlanıyor ve bu da bizi tekrar bu tecrübenin bizim dışımızdaki temeline ilişkin bir düşünceye götürüyor.

 

Aklanmanın Önceliği

Hatırlayacağınız gibi, aklanma tanrısız günahkârın affedilmesi, Tanrı’nın yüreklerimizde “ex nihilo”, yani yoktan yaşam yaratmasıdır. İşte bu nedenle imanla kurtuluyoruz; iman, kendi başına hiçbir değeri olmayan boş bir harekettir; bizim ölü ve zayıf olduğumuzu ve kurtaran Tanrı’ya tamamen bağımlı olduğumuzu gösteriyor. Tüm bunlar, ölümü ve dirilişiyle Tanrı’nın doğruluğunu ortaya koyan ve bunu bizim doğruluğumuz haline getiren İsa Mesih’e bağlıdır.

 

Ve gerçek esenliğin tek kaynağı bu büyük tarihi gerçektir, yani Çarmıh ve boş mezar gerçeğidir. Bu da gerçek esenliğin tek kaynağıdır. “Bu nedenle imanla aklandığımıza göre, esenliğe kavuştuk.” (Böylece imanla aklandığımıza göre, Rabbimiz İsa Mesih sayesinde Tanrı’yla barışmış oluyoruz). Aklanmanın başımıza gelen bir şey olduğuna dikkat edin – burada edilgen olarak yer almaktadır. Esenlik ise bize verilen bir şeydir. Pavlus’un burada tanıttığı esenlik tamamen Tanrı’nın eyleminin bir sonucudur.

Çöldeki kayadan su akması gibi, bu esenlik aklanmamızın kayasından akıyor, dağlardan akan bir dere gibi akıyor. İsa Mesih aracılığıyla Tanrı’da esenliğimiz var, ve bu esenlik Tanrı’ya erişim ya da O’nun huzuruna giriş anlamına geliyor. Bu esenlik, Tanrı’nın önünde lütufla karşılıksız bir armağan olarak verilmiştir. Pavlus’un sıklıkla bahsettiği iman ve lütuf arasındaki bağlantıya bir kez daha dikkat edin (bu iki fikir birbirine kenetleniyor ve birbirini güvence altına alıyor ve birlikte hareket ediyor). İmanla kurtuluş lütufla olmalıdır – iman bir iş değildir. Lütufla kurtuluş iman aracılığıyla olmalıdır – ilahi lütuf ilkesinin kurtuluşumuzun tek temeli olmasını sağlayan başka bir araç yoktur. Şunu demek istiyorum: Lütufla kurtuluş umutla değildir… Lütufla kurtuluş sevgiyle değildir… Lütufla kurtuluş işlerle değildir… Lütufla kurtuluş sadece ve yalnızca imanladır!

 

Acılarda Sevinç

Ve Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla sahip olduğumuz esenlik ve Tanrı’nın huzuruna erişim, acıların ortasında bile yüreğimizdeki umut aracılığıyla bize sevinç veriyor. Bu konuda daha fazla bir şey söylemeden önce, aklanmanın şu meyvelerini düşünün: Esenlik, Sevinç, Umut. İmanlılar olarak bize sık sık Tanrı’yla barış içinde olmamız, Sevinmemiz ve Umutlu olmamız öğütleniyor. Bize sıklıkla bu şekilde davranmamız emrediliyor. Sevinci “seçmemiz” gerekiyor, değil mi? Tanrı’yla ve bu yaşamdaki durumumuzla barışık olmayı öğrenmek zorunda değil miyiz – ister dualarımızla, ister düşüncelerimizle ya da Kutsal Yazılar’ı inceleme yoluyla olsun… kendimizle ve yaşamdaki durumumuzla barışık olmamız gerekiyor.

Ancak Pavlus tüm bu meyveleri, tüm bu öznel gerçekleri aklanmış olmamıza bağlıyor… yani geçmişte aklanmış olduğumuz ve doğru kılınmış olduğumuz için Tanrı’yla barış halindeyiz ve bu nedenle sevinçliyiz ve mutluyuz. Aklanmış olduğumuz için esenliğe sahibiz, Tanrı’nın huzuruna erişime sahibiz ve umutla seviniyoruz. Bütün bunları tutarlı dua yaşamımız sayesinde mi elde ettik? Hayır. Bütün bunları gece gündüz oruç tuttuğumuz için mi elde ettik? Hayır! Günlük sessiz zamanlardan oluşan ruhsal disiplinimiz sayesinde mi mutluyuz ve sevinç içerisindeyiz? Hayır. Sevgili kardeşler, bizler Tanrı’nın huzuruna sevinçle çıkabiliyoruz, çünkü Tanrı’nın sevgisi Kutsal Ruh tarafından yüreklerimize döküldü. Şimdi, şu sevgiyi yüreklerimize dökme işini kimin yaptığına ve kimin doldurulduğuna dikkat edin. Kutsal Ruh’un yaşamınıza akması sizin pompaları çalıştırmanızla olmaz; yani bu sizin işiniz değildir… Çünkü bize verilen Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı’nın sevgisi yüreklerimize dökülmüştür. Kutsal Ruh aracılığıyla Rab İsa Mesih’in sevgisi yüreklerimize dökülmüş ve yüreklerimizdeki boşluğu doldurmuştur.

Ve bu dünyada acı çekmek bu işi durduramaz. Tanrı’nın sevgisi, su gibi akıp yolunu bulur. Ruhumuzun en derin, en karanlık girintilerini doldurur. Pavlus’un acı çekme konusuna nasıl girdiğine dikkat edin: Biz Tanrı’nın yüceliğine umut bağlayarak seviniyoruz; bunun da ötesinde, çektiğimiz acılarla seviniyoruz. Tanrı’nın yüceliği bizim acılarımızla paraleldir; Pavlus bizim acılarımızı ve aynı nefeste Mesih’in acılarını ve ölümünü düşünmeden Tanrı’nın yüceliğini düşünemiyor.

Zafer Teolojisi ve Çarmıh Teolojisi

Luther’in yücelik teolojisi ile çarmıh teolojisi arasındaki farkı tanımlaması çok meşhurdur. Yücelik teolojisi bizi Tanrı’nın yüceliği ve görkemine odaklanmaya, O’nun göksel özüne girmeye ve dünyayı arkamızda bırakmaya çağırıyor. Buna karşılık çarmıh teolojisi bize Tanrı’nın yüceliğinin çarmıhta, Mesih’in günahkârlarla olduğu yerde, yasanın korkunç laneti altında buluştuğu ve onları bu yükten kurtarıp kendisiyle barıştırdığı yerde açığa çıktığını söylüyor.

Ve Luther haklı olarak Pavlus’ta bu çarmıh teolojisini görmüştür. Kardeşler, bizim sevinmemizin nedeni Tanrımızın muhteşem, kudretli ya da harika bir Tanrı olması değildir. Evet, bizler Hristiyanlar olarak umutla seviniyoruz, çünkü kurtarıcımız İsa’nın kutsal başı yaralanmıştır. Çünkü Rabbimiz İsa Mesih keder ve utanç içinde, utancı hiçe sayıp sahip olduğu tüm görkemi bir kenara bıraktı ve hor görüldü.

Tanrı’yı tanımanın, Tanrı’yı tecrübe etmenin bu iki yolu arasındaki farkı görüyor musunuz? Birincisi metnimizin ilk paragrafının sonunda duruyor ve Kutsal Ruh aracılığıyla yüreklerimize dökülen Tanrı sevgisine odaklanıyor. Orada duruyor ve bize şöyle diyor: “Kutsal Ruh’a sahipsiniz! Sevinin! Huzur içinde olun!”

Diğer yol ise Tanrı’nın sevgisini deneyimlemek için içeriye bakmıyor, Pavlus’la birlikte okumaya devam ediyor. Tanrı’nın sevgisini Tanrı’nın kudretli eyleminde görüyor. Bu kurtarıcı eylem bize zayıflığımızda, tanrısızlığımızda geldi. Kurtuluş, Tanrı’nın sevgisini, ve doğruluğunu günahkârlar için çarmıhta ölerek gösterdiğinde geldi. İsa Mesih hayatını arkadaşları için değil, kendi yakın çevresindeki ailesi, öğrencileri ya da yoldaşları için değil, siperlerin diğer tarafındaki günahkarlar için feda etti.

Sevgili Hristiyan, Tanrı’nın sevgisini kendi içinde arama! Evet, Tanrı’nın sevgisi oradadır, Kutsal Ruh tarafından içinize dökülmüştür. Ama gerçekten de Tanrı’nın sevgisini yaşamak ve tecrübe etmek istiyorsan, bu sevginin kaynağına bak, nereden geldiğini gör. Sevgili Kardeşler, Çarmıha bakın. Tanrı’nın sevgisi Mesih’in günahkârlar için ölümünde görülür. Onun sevgisini anlamak için günahkâr olduğunuzu bilmeniz gerekir. Tanrı’nın esenliği aklanmanın bir meyvesidir. Tanrı’dan nefret eden sizler, günahlarınız içerisinde Tanrı’ya karşı daha bir düşmanken İsa Mesih’in size geldiğini bilmelisiniz.

Bugün okuduğumuz ayetlerimizin mantığı budur. Pavlus aklanmanın sonucu olarak sahip olduğumuz Tanrı’nın esenliğini tartışarak başlıyor ve bunu doğal olarak diğer meyvelerin (Sevinç ve Umut) takip ettiğini görüyoruz. Ancak bu umut ve bu umudu destekleyen Tanrı’nın yüceliği, Pavlus’u önce bizim çektiğimiz acılara, sonra da doğal olarak Mesih’in çarmıhta çektiği acılara geri götürüyor. Ve Pavlus orada Tanrı’nın sevgisini ve Tanrı’yla barıştırılmayı buluyor… Barıştırılma, yeniden dost olan düşmanlara ait olan bir esenliktir.

 

Doktrin ve Hristiyan Yaşamı

Kardeşler, bugün okuduğumuz ayetler aklanma doktrinin özetidir ve aklanmanın kutsallaştırılmamızla olan ilişkisinin de kısa bir özetidir. Bu, Çarmıh’ta gerçekleşenlerin önemini açıklayan, ama aynı zamanda Hristiyan yaşamının şeklini de tanımlayan bir doktrindir. Aklanma, yüreğe dokunmayan kuru, dogmatik bir konu değildir, olamaz. Eğer yüreğiniz aklanma doktrini tarafından harekete geçirilmiyorsa, onu anlamamışsınız demektir. Kardeşler, Aklanma, yani doğru kılınma öğretisi size sevinç vermeli… yüreğinizi kıpır kıpır yapmalı. Aklanma öğretisini anlamamışsanız, günahınızı ve Tanrı’yla aranızdaki düşmanlığı kavramamışsınız demektir… Tanrı’nın günahınızı ve nefretinizi ortadan kaldırmak ve Tanrı’yla insanı barıştırmayı yeniden sağlamak için neler yaptığını görmemişsiniz demektir.

Ve Hristiyan yaşamının en büyük ayartısı Mesih’i ve çarmıhı bir kenara bırakıp kendimize bakmaktır. Bu aklanma meyvelerini, sevinci, umudu ve yalnızca Tanrı’dan gelen sevgiyi tadarken bile hepimizin karşılaştığı ayartma, içimizdeki meyvelerin ağacın kendisi olduğuna inanmaya başlamaktır. Kendi kendimize ‘Sevinç, esenlik ve umut içimizden geliyor, kendi gayretimizle büyüyor ve gayretimizle yetişiyor, besleniyor ve gelişiyor, çünkü biz çok asil bahçıvanlarız’ demeyelim.

İsa şöyle diyor: Ben asmayım, siz çubuklarsınız. Bende kalan ve benim kendisinde kaldığım kişi çok meyve verir. Bensiz hiçbir şey yapamazsınız.”

Aklanma doktrini Tanrı’yla barıştırılmadır… Aklanma doktrini gerçek esenliktir. İsa’nın kanıyla aklandıktan sonra, artık siz İsa Mesih’te kalırsınız ve O da sizde kalır. Kutsal Ruh Tanrı’nın sevgisini içinize akıtır ve Tanrı’yla esenliğe ve O’nun huzuruna erişime sahip olursunuz.

 

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.