Daniel Serisi

Alevler Arasında İman

Bugünlerde öyle bir refah içerisindeyiz ki, geçmişte kilisenin ne kadar çok acı çektiğini çok kolay unutuyoruz. Bugün bile birçok ülkede Hristiyanlar acı çekmeye devam ediyorlar.İ.Ö. altıncı yüzyıla imanla bakarken Tanrı’nın halkının günahlarından dolayı Babil’de sürgünde olduklarını görüyoruz. Rab, Daniel gibi adamlar aracılığıyla halkına sadece bir geleceklerinin olduğunu hatırlatmakla kalmıyor. Şimdi, burada, şu anda onlarla birlikte, onların yanında olduğunu da hatırlatıyor. Ve özellikle muhalefetle karşılaştıkları zamanlarda halkının yanında olmaya devam ediyor. Daniel 3, kurtaran Tanrı’nın elindeki kutsalların ve alevlerin arasındaki imanın hikayesidir.

Nebukadnessar Kibrini Gösteriyor (3:1-15)

Bu hikayenin ne kadar tekrarlayıcı olduğunu fark ettiniz mi? Bu özellikle kasıtlı olarak bu şekilde yazılıyor. Teoloji tekrarlamalar kullanılarak öğretiliyor. Hikaye Nebukadnessar’ın kibrini göstermesiyle başlıyor. Ve bu kibrin çeşitli şekillerde tekrarlanarak gösterildiğini görüyoruz.

İlk olarak, Nebukadnessar’ın kendi benzeyişinde bir heykelini yapmasıyla görüyoruz. Bu hikayenin daha önce görmüş olduğumuz hikayeden önce mi yoksa sonra mı olduğu hakkında hiç bir fikrimiz yok ama burada birbirlerine bağlanıyorlar. Fakat Daniel 2’de Nebukadnessar’ın görmüş olduğu büyük heykel rüyasından hemen sonra bir heykel yapıyor! Ama şunu hatırlayın: rüyasındaki heykelin sadece kafası altındandı, ama yaptırdığı heykelin hepsi altından (3:1). Gördüğü rüya sadece kendi kafasındaydı ama şimdi gerçek bir heykel yapıyor: boyu altmış arşın (28 metre), ve eni altı arşındı (2,8metre). İsrail’in Tanrısı’yla ilgili “sizin Tanrınız, ilâhların Tanrısı, ve kralların Rabbidir, ve sırlar açan odur” (2:47) dedikten sonra Yaratıcı’ya ibadet etmek yerine yaratığa tapınıyor  (Rom. 1:25). Demek ki inanç açıklaması buraya kadarmış! Demek ki, bazıları için inanç açıklaması da bir yere kadar gidiyormuş! Gerçek iman kendisini gerçek hayatta karşılaştığınız problemlerde gösterir. Hayatınızda bir sıkıntıyla karşılaştığınızda bu sıkıntıya Rab’be itaat ederek imanla mı karşılık veriyorsunuz yoksa kendi çıkarınızı mı arıyorsunuz? İmanınız kötü şartlarda gerçek yüzünü gösterecektir.Nebukadnessar’ın imanı kayalık toprağa düşüp yeşeren ama hiçbir derinliği olmadığı için hemen kuruyan tohumu andırıyor (Matta 13). Bunun gerçekten de ne kadar da saçma olduğunu bize göstermek için Daniel birinci ayetten başlayarak iki anahtar kelimeyi tekrar edip duruyor. Kim yaptı? Nebukadnessar yaptı. Bunu iki kez belirtiyor. Heykeli kim dikti? Nebukadnessar dikti. Bunu da tam dokuz kez tekrar ediyor. Mezmur yazarının putperestlik hakkındaki sözleri çok doğru: “Onları yapanlar ve onlara güvenen her adam onlar gibi olacak.” (Mez. 115:9). Babil kulesini yapanlar kendilerine nasıl bir ad yapmak istiyor idilerse Nebukadnessar da kendisine ve krallığına bir ad yapmak istiyor (Yar. 11).

Bu heykel neye benziyordu? Babil’in gücünün gözle görünür bir gösterisiydi. Yüce Devlet’in sembolüydü. Kardeşler, dikkat edin: devletler, hükümetler her zaman kendilerinin tanrı gibi olduklarını düşünmüşlerdir. Devlet beşikten mezara vatandaşın herşeyiyle uğraştığını düşünmektedir. Vaatleri de beşikten mezara kadar olan herşeyi kapsamaktadır. 2 Selanikliler 2’de bir kişinin kendisini ilahlaştırması Mesih karşıtının yaptıkları arasındadır: “Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.” (2 Sel. 2:4).

 İkinci olarak, Nebukadnessar’ın kibrini şöyle görüyoruz: Nebukadnessar’ın krallığının vilayetlerindeki tüm yetkililerini bir araya topladığını iki kez okuyoruz ve iki kere de uzun bir liste görüyoruz (3:2-3). Ne için? Heykelin tahsis (adanma) töreni için (3:2, 3). Ve ne yapıyorlar? toplandılar ve heykelin önünde durdular (3:3). Bunun üzerine o zaman bütün kavmlar, boru, zurna, çenk, ud, rebab, ve her çeşit musiki âletleri sesini işitince, bütün kavmlar, milletler ve diller yere kapandılar, ve kral Nebukadnetsarın dikmiş olduğu altın heykele taptılar (3:7). Ne kadar saçma, değil mi? Nebukadnessar Tanrı’nın görüntüsünde, benzeyişinde yaratılmış olan insanların insanlar tarafından yapılmış bir insan görüntüsünün önünde yere kapanmalarını istiyordu!

 Az daha unutuyordum: Heykele tapmayanlar için ateşli fırında yakılarak ölüm cezası yaptırımı olacaktı (3:6). Çin Halk Cumhuriyeti ülkedeki kiliselerin devletin belirlediği bir inanç yapısına tabî olmalarını istiyor. Kiliselerde sadece devleti öven ve devletin onayladığı vaazların verilmesini istiyor. Kilisenin Kutsal Kitap’a bağlılığı sorgulanıyor. Kilisenin Rabbe ibadeti sorgulanıyor ve Çin devletinin her dediğinin yapılması isteniliyor. İmanlılar bu nedenle tutuklanıp hapse atılıyorlar.

Üçüncü olarak, Nebukadnessar’ın kibri kendisini şöyle gösteriyor: Bunun üzerine o zaman bazı Kildanîler yaklaşıp Yahudilerden şikâyet ettiler (3:8). İkinci bölümde utandırılmış olan bazı Kildaniler Nebukadnessar’ın gizli polisleri gibiydiler. Babil’in devletçiliğini desteklemeyen Yahudileri gammazlıyorlardı. Ey kral, ebediyen yaşa!” diyerek başlamaları ilginçtir. Bunu 2:4’te söylemişlerdi ama Nebukadnessar onlardan şüpheleniyordu. Ama şimdi kendi egosunu tatmin ettikleri için Kildanilerin sözlerini kabul ediyor! Kildaniler Yahudileri şöyle suçluyorlar: Babil vilâyetinin işleri üzerine koymuş olduğun bazı Yahudiler var, Şadrak, Meşak, ve Abednego; bu adamlar, ey kral, seni saymadılar; senin ilâhlarına kulluk etmiyorlar, ve dikmiş olduğun altın heykele tapmıyorlar. Burada da dikmiş olduğu kelimesinin tekrarını görüyoruz. Ve Nebukadnessar Yahudilerin emrine karşı gelip gelmediklerini sorgularken ‘benim elimden sizi kurtaracak ilâh kimdir?’ diye sorarak kibrini çok daha açık bir şekilde gösteriyor.

Nebukadnessar’ın uyguladığı tarzdan bir devletçiliğin bizlerden uzak olduğunu düşünmeyin. Ama ‘vatandaş devletin malıdır’ anlayışının uzun zamandan beri ve daha masum şekillerle bizimle birlikte olduğunu görmenizi istiyorum. Devletin sizin sosyal ve ekonomik yaşamınıza her şekilde girdiğini ve sizin kesin itaatinizi istediğini biliyorsunuz. Türkiye’den birçok örnek verilebilir. Ama ülkemizde her konu çok hassas olduğundan, vereceğimiz her örnek birilerini rahatsız edebileceği için biz başka ülkelerden örnek verelim.

Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sırasında ABD’deki federal hükümet bir propaganda bakanlığı kurulmuştu. Tabii ki propaganda kendi vatandaşlarına yapılacaktı. Örneğin, propagandalardan birisi Amerikan bayrağının ibadet sırasında kiliselerde herkesin görebileceği yerlere asılması uygulamasını başlatmışlardı. Bazı kiliseler bu propaganda kararını sorgulamadan Amerikan bayraklarını asarlarken, Hristiyan Reform Kilisesi (CRC) gibi mezhepler teolojik sebeplerden dolayı bu uygulamanın doğru olmadığını söyleyerek kilise içerisinde bayrak asılmasına karşı çıktılar. Bu nedenle kendilerine Amerika karşıtı, Alman sempatizanları deniliyordu. Hatta kiliselerinin ve evlerinin önlerinde haç yakıp dövülüyorlardı. Bazılarının da çiftlikleri, işyerleri tamamen yakılıyordu. Bütün bunlar Iowa, Michigan gibi muhafazakar hristiyanlıklarıyla övünen eyaletlerde oluyordu! Sonunda ABD başkanlığına kadar yükselen Iowa valisi Warren Harding tüm ibadet yerlerinin İngilizce olmalarına karar verdi. Örneğin ibadetleri Hollandaca olan kiliseler ya kapatıldı, ya da Alman sempatizanları olarak lekelendi.

Üç Genç “Kahramanlıklarını” Gösteriyor (3:16-18)

İşte üç adam, tam orada Kralın önünde durdular. Ne yapacaklardı? Krallık onları izliyordu. Tanrı’nın halkı onları izliyordu. Üç genç “Kahramanlıklarını” gösteriyor. Aslında onların kahramanlıklarını göstermeleri imanlarını göstermeleriydi. Nebukadnessar’a imanlarına yakışır güzel bir cevap veriyorlar:Ey Nebukadnetsar, bunun üzerine sana cevap vermek bize gerek değil. Öyle olursa kendisine kulluk ettiğimiz Tanrımız ateşi alevli fırından bizi kurtarabilir; ve senin elinden bizi kurtaracaktır, ey kral. Olmazsa bile, malûmun olsun ki, ey kral, senin ilâhlarına kulluk etmeyiz, ve dikmiş olduğun altın heykele tapmayız.”

Yani “Hayatlarımızı kurtarsa da kurtarmasa da biz Tanrı’ya hizmet ediyoruz” diyorlar! Bu nasıl bir imandır? Komünist Sovyetler zamanında Rus KGB ajanları kiliseleri gezip Hristiyanların Partiye ne kadar bağlı olduklarını ölçmeye çalışıyorlarmış. Her kilise ajanlarca gözetlenirmiş. Bir kiliseyi gözetleyen bir ajan bir kadının kilisedeki İsa heykelinin ayaklarını öptüğünü görmüş (tabii ki biz böyle bir uygulamayı tasvip etmiyoruz). Sonra ajan kadına gidip şunu sormuş: “Komünist Parti Liderinin de ayaklarını öpmeye hazır mısın?” Kadın şöyle cevaplamış: “Evet, önce onu çarmıha germeniz gerekecek!

Nebukadnessar’ın bu üç Yahudi’nin yapmalarını istediği şeyde nasıl bir problem vardı? Nebukadnessar’ın isteği birinci ve ikinci emri ihlal ediyordu: başka hiçbir tanrı olmayacak ve hiçbir şekle ibadet olmayacak. Tanrınız’ın yasalarına ve emirlerine uymak için devletinize karşı durabilir misiniz? Biz halâ Pazar günlerini haftanın herhangi bir iş günü gibi, ya da bize ait bir günmüş gibi kullanıyoruz. Alışverişimizi, partimizi, sporumuzu, okul aktivitelerimizi, konserlerimizi Pazar günü yapmaktan hiç çekinmiyoruz. Hatta ülkemiz rahatlık içerisindeyken böyle hareket ediyoruz. Ülkemizdeki Hristiyanlara büyük baskılar, eziyetler ve zulümler başladığında ne yapacağız? Rab bize yardım etsin! Alevlerde yanmaktan kurtarılma mucizemizi mi bekleyeceğiz? Ama buradaki mucize heykele diz çökmeyi reddeden imandır! İman heykele diz çökmeyi reddeder.

Nebukadnessar Isıyı Arttırıyor (3:19-23)


Onların imanlarını görünce Nebukadnessar kızgınlıkla doldu (3:19) ve ölüm fırınının ısısını arttırmak için fırını kızdırılması âdet olandan yedi kat daha fazla kızdırsınlar diye emretti (3:19). Ve Şadrak’ı, Meşak’ı, ve Abednego’yu bağlasınlar, ve onları ateşi alevli fırına atsınlar diye, ordusundaki bazı zorlu yiğitlere emretti. O zaman bu adamlar, şalvarları, sarıkları, ve kaftanlar, ve diğer esvapları üzerlerinde olarak bağlandılar, ve ateşi alevli fırının içine atıldılar (3:20-21). Fırının ateşi o kadar yüksekti ki üç adamı alıp götüren adamları ateşin alevi öldürdü (3:22). Bu da Nebukadnessar’ın öfke içerisindeyken çevresindekilerin hayatına hiç önem vermediğini gösteriyor. Sonra üçüncü kez bu adamların ateşe atıldıkları vurgulanıyor: Bu üç adam, Şadrak, Meşak, ve Abednego, bağlı olarak ateşi alevli fırının içine düştüler (3:23). Bunun önemli olduğunu düşünüyor musunuz? Neden üç kere tekrar ediliyor? Gerçekten de oldu da ondan. Bu olay gerçekleşmek üzere olan bir şeyin öncüsüdür.

Üç Adam Zarar Görmüyor (3:24-30)


Fakat sonra Nebukadnessar şaşkınlıkla doluyor: O zaman kral Nebukadnetsar şaştı, ve tez ayağa kalktı (3:24). Neden?Elleri bağlı üç adam fırına atılmıştı, ama fırının içindeki ateşin tam ortasında hiçbir zarar görmemiş dört adam yürüyordu. Ve satraplar, kaymakamlar, ve valiler, ve kralın öğütçüleri bir araya toplanmış olarak bu adamları gördüler; bedenleri üzerinde ateşin kudreti yoktu, ve başlarının saçı yanmamış, ve şalvarlarının hali değişmemiş, ateşin kokusu da onlara sinmemişti (3:27). Üç adam sağlam bir şekilde dışarı çıktıklarında (3:24-26), Nebukadnessar şu itirafta bulunuyor: dördüncüsünün görünüşü de bir ilâh oğluna benziyor(3:25). Kitabı Mukaddes çevirisinde “ilah oğlu” diyor. Aramice “ilahlar” diyor. Bir pagan olarak Nebukadnessar gördüğünü kendi putperest bakış açısından tasvir ediyor. Nebubaknessar ilahi bir varlığı gördüğünden emin! Peki kim bu ilahi varlık? Bu kişi neden bu hikayede açıklanıyor? Eski Antlaşma’nın diğer kısımlarında “Rabbin meleği” (Yahve’nin meleği) olarak tasvir edilen bir kişi var ve bu kişi bir adam olarak tasvir ediliyor (Yar. 32:33–32; Çöl. Say. 22:22-35; Yeş. 5:13-15; Hakim. 6:11-23; 13:3-23).Ayrıca bu melek Tanrı’nın ta kendisi olarak da tanımlanıyor. “Yahve’nin meleği ondan korkanların çevresinde ordugâh kurar, ve onları kurtarır” diye tasvir ediliyor (Mez. 34:7).  Burada Yahve’nin meleğinin bu üç adamı kurtarmak için ölüm fırınına girdiğini görüyoruz. İbraniler kitabı “imanla… kızgın ateşi söndürdüler” diyor (İbr. 11:34). Size de tanıdık geliyor mu? Burada üç Yahudi adamın ölüm bölgesine nasıl girdiyse bizim de ölüm bölgemize girmiştir. Bu dünyadaki ölüm bölgemize nasıl gireceğini ve bizim günahlarımız uğruna çarmıhta cehennem acılarına nasıl maruz kalacağını, beden almadan önce bu ateş çemberinde bize göstermiştir. O fırındaki dördüncü kişi Rabbimiz İsa Mesih’in ta kendisiydi. Bütün Yahudilere, fırın ateşinde bile Rabbin Babil’deki halkının yanında olduğunu göstermeye gelmişti.

Şimdi bu vaadin verildiği Yeşaya 43:2’ye bakalım: “Sen suların içinden geçerken ben seninle beraber olacağım; ve ırmakların içinden geçerken senin üzerine taşmayacaklar; ateşin içinden yürürken yanmayacaksın, ve alev seni yakmayacak.” Bu vaat size tanıdık geliyor mu? Bu vaat 1 Petrus 1’de acı çekmekte olan bütün imanlılara verilen aynı vaattir: “Bu nedenle şimdi kısa bir süre çeşitli denemeler sonucu acı çekmeniz gerekiyorsa da, sevinçle coşmaktasınız. Böylelikle içtenliği kanıtlanan imanınız, İsa Mesih göründüğünde size övgü, yücelik, onur kazandıracak. İmanınız, ateşle arıtıldığı halde yok olup giden altından daha değerlidir.” (1 Petrus 1:6-7). Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

Başka Sormak İstediğim Bir Şey Var...

Bize Bir Mesaj Yollayın

MESAJIN KONUSU

12 + 15 =