Birinci Seyahatname: Modern Hizmet Modeli | Elçilerin İşleri 14:1-28

Fikret Böcek tarafından

26 Ocak 2020 (04. hafta) | Elçilerin İşleri Vaaz Serisi, Vaazlar

Tam Bir Cesaretle Elçilerin İşleri Serisi

Birinci Seyahatname: Modern Hizmet Modeli

Batıdaki bazı ülkelerde bazıları kendilerini profesyonel kilise kurma ve büyütme uzmanı olarak görüyorlar. Bu kişiler gerçekten çok ilginç insanlar! Kendi geliştirdikleri teknikleri, modaları bir şekilde satıyorlar. Evet, ‘son moda kilise büyütme teknikleri’ satıyorlar. İnternet üzerinden bazı Hristiyan dergilerini takip ederseniz bu konuda ne kadar çok reklam verildiğini ve hatta kitaplar yazıldığını görürsünüz. Bazı gruplar bir araya gelip kilise kurma hareketi dedikleri bir hareket başlatıyorlar. Ne yazık ki bu hareketler Türkiye’ye de gelmiş durumdalar. Kapitalizmin yayılmacı anlayışından doğan bu hareketlerin Hristiyanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Bu hareketler ‘hareket’ olarak kalmaya mahkumdurlar. Bu hareketler hiçbir kültüre etki edemezler. Kutsal Yazıları okuyor olsalardı kilise tarihinin bu tür metotlarla, ya da hareketlerle ilerlemediğini de görürlerdi. Türkiye’deki birçok Hristiyan da maalesef batıdan gelen evanjelik kilise taktiklerlerinden çok etkilendikleri için kilisenin nasıl olması gerektiğini bilmiyorlar. Ne yazık ki, İzmir’de de bu kilise anlayışından etkilenmiş olan birçok Hristiyan var. Gittikleri yerlerde bir şeylerin yanlış olduğunun farkındalar ama ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ne yazık ki, kiliseyi çok yanlış bir model üzerinden tanıdıkları için gerçeği görünce de zorlanıyorlar.

Bugün Elçilerin İşleri 14’e geldik. Burada Pavlus’un hizmet modelini görüyoruz. Pavlus’la Barnaba’nın Türkiye’deki seyahatlerini görüyoruz. Bugün bu eski modelden ne öğreniyoruz?

Kamuya Vaaz Hizmeti

Birincisi, Pavlus kamuya vaaz hizmetini model olarak gösteriyor. 14:1’de Pavlus ve Barnaba’nın örneğini görüyoruz: Aynı şekilde Konya’da da Yahudiler’in havrasına giren Pavlus’la Barnaba öyle etkili konuştular ki, hem Yahudiler’den hem de Grekler’den çok kişi iman etti. Bu vaaz kürsülerinden Pavlus’la Barnaba gibi etkili konuşabilmemiz için Rab bizlere ikna kabiliyeti versin!

Ama sonra daha önce gördüğümüz kaçınılmaz karşılığı görüyoruz: Ama inanmayan Yahudiler, öteki uluslardan olanları kardeşlere karşı kışkırtarak zihinlerini bulandırdılar (a. 2). İncil’de tekrar tekrar Hristiyanların zulme uğradıklarını görüyoruz. Kilise zulme nasıl karşılık vermelidir? 14:3, Orada uzunca bir süre kalan Pavlus’la Barnaba, Rab hakkında cesaretle konuşuyorlardı diyor. Hristiyanlar bu tür sert zulümlere uğradıklarında Rab’bin Kelamını cesaretle açıklamaya devam etmelidirler. İlk Hristiyan şehit olan İstefan’ın nasıl cesaretle Mesih’e tanık olduğunu hatırlayın. Petrus’un ters bir haça gerilerek öldürüldüğünü biliyoruz. Yakup Yeruşalim’de başı kesilerek öldürüldü. Andreas X şeklindeki bir çarmıha gerilerek öldürüldü. Natanel’in başı kesildi. Matta kılıçla öldürüldü. Tomas mızraklanarak öldürüldü. Diğer Yakup bir kuleden atıldı, taşlandı ve sonra da parçalanarak öldürüldü. Diğer Yahuda (Yahuda İskariyot değil) oklarla vurularak öldürüldü. Pavlus’un ise başının kesilerek öldürüldüğünü düşünüyoruz. İşte Mesih’in elçileri bu şekilde öldürüldü.

Polikarp zamanında Hristiyanlık yasa dışı bir inançtı! 86 yaşındayken öldürülen Polikarp’ın Mesih’e nasıl cesaretle tanıklık ettiğini hatırlıyoruz. Polikarp arenaya getirildiğinde putperestleri yaklaşan yargı konusunda uyarmıştı. Yakılmakla tehdit edildiğinde şöyle dedi: ‘Siz beni, bana bir saat acı çektirecek bir ateşle tehdit ediyorsunuz ama sonsuz ateş sizi bekliyor.’ Daha sonra yakılarak öldürüldü. İmanını reddetmedi, sonunda kadar Mesih’e tanıklık etti.

İ.S. 177’de öldürülen Blandina’yı da hatırlıyoruz. Bu kadın bilinen her işkence yöntemiyle işkence gördüyse de imandan dönmedi. Kızgın demir sandalyeye oturtularak yakıldı ama Mesih’i reddetmedi. Ateşten alınıp vahşi hayvanlara yem olarak atıldı ama yırtıcı hayvanlar Blandina’ya dokunmadı. Sonunda bir ağa sarılarak kızgın bir boğanın önüne atılan bu kadın hayatını kaybetti. Ama Mesih’i reddetmedi. John Huss ve William Tyndale’ı da hatırlıyoruz. Belçika İnanç Açıklaması’nın yazarı Guido de Bres’in canı da sunağın altındadır. Guido de Bres 1565’te Kalvinist inançlarından dolayı Katolik İspanyol engizisyon mahkemesi tarafından asılarak öldürülmüştür.

Devletler kiliseye doktrin veya ibadet telkininde bulunamazlar. Bir gün bir devlet evlilik kurumunu Kutsal Kitap’tan farklı bir şekilde tanımlayıp Hristiyanları da bu tanımı kabul etmeye zorlarlarsa ne yapmalıyız? Rabbin Kelamına bağlı kalmalıyız ve bu kelamı açıklamaya devam etmeliyiz. Kardeşler, Tanrı cesaretin böylesini bereketler! Yumuşak vaazlar sert yürekler üretirken, sert vaazlar yumuşak yürekler üretir.

Pavlus ve Barnaba cesaretle konuştular. Peki İsa ne yaptı? Rab de onlara belirtiler ve harikalar yapma gücü vererek kendi lütfunu açıklayan bildiriyi doğruladı (a. 3). Onlar konuştular; İsa da onların sözlerini mucizelerle onaylayarak onlara tanık oldu. Burada İncil’deki mucizelerin amacını görüyoruz: Bu mucizelerle Rabbin kendisi vaaz edilen Kelamın doğruluğunu teyit teyit etmiş oluyor. Rab onlara belirtiler ve harikalar yapma gücü vererek İsa Mesih’in lütfunu açıklayan bildiriyi onaylamış oluyor. Pavlus burada Grekçe didomi kelimesini kullanıyor. Didomi bazı bağlamlarda egemen ihsan (armağan, bağış), güçlü bir şekilde verme ya da güçlü bir şekilde bir şeyi saklama anlamlarına geliyor. Mucizeler Tanrı’nın gücünün göstergesidirler, çünkü mucizeleri yapan Tanrıdır. Bugün mucizeler var mıdır? Tanrı herşeye egemendir. Bırakın Tanrı Tanrı olsun. Ama bugün mucizeler yaptıklarını ya da gördüklerini iddia edenler ya yalan söylüyorlar ya da başkalarının yalanına inanıyorlar. Bugün mucize yaptıklarını iddia edenlerin uydurma mucizelerine mi, yoksa Mesih’in ölümden dirilmiş olduğunu görmüş olan elçilerin Tanrı’nın gücüyle yapmış oldukları mucizelere mi inanırım diye soracak olursanız, hiç çekinmeden ‘elçilerin mucizeleri’ derim!

Elçilerin İşleri 13’te de görmüş olduğumuz gibi, bazıları inandılar ve bazıları da inanmadılar: Kent halkı ikiye bölündü. Bazıları Yahudiler’in, bazıları da elçilerin tarafını tuttu (a. 4). Bu durumda onlara karşı çıkanlar, elçileri hırpalayıp taşa tutmak için düzen kurdular (a. 5), böylece yaptıkları baskı sonucunda Pavlus ve Barnaba Likaonya’nın Listra ve Derbe kentlerine ve çevre bölgeye kaçtılar (a. 6). Listra ve Derbe’de ne yaptılar? Oralarda da Müjde’yi yaydılar (Ve orada İncil’i ilân etmekteydiler) (a. 7). Yine cesaretli olduklarını görüyoruz!

Listra’da Rabbi vaaz ettikleri bir sırada Rabbin bir mucize daha gerçekleştirdiğini görüyoruz: Listra’da, ayakları tutmayan bir adam vardı. Doğuştan kötürümdü, hiç yürüyemiyordu (a. 7-8). Bu adam Pavlus’un söylediklerini dinledi. Onu dikkatle süzen Pavlus, iyileştirilebileceğine imanı olduğunu görerek yüksek sesle ona, “Kalk, ayaklarının üzerinde dur!” dedi. Adam yerinden fırlayıp yürümeye başladı.

Pavlus’un ne yaptığını gören halk Likaonya dilinde, “Tanrılar insan kılığına girip yanımıza inmiş!” diye haykırdı (a. 9-11) Ve Barnaba’ya Grek ilahlarının efendisi olan ‘Zeus’ demeye başladılar, ve Pavlus’a da Zeus’un sözcülüğünü yapan Hermes’in adını koydular: Barnaba’ya Zeus, Pavlus’a da konuşmada öncülük ettiği için Hermes adını taktılar (a. 12). Hatta Zeus tapınağının bir kahini de onları ilah olarak görüp onlara kurban kesmeye çalıştı: Kentin hemen dışında bulunan Zeus Tapınağı’nın kâhini kent kapılarına boğalar ve çelenkler getirdi, halkla birlikte elçilere kurban sunmak istedi (a. 13). Yunan kökenli Romalı şair Ovid’in Başkalaşım anlamına gelen Metamorfoses (Metamorfoz) adlı eserinde Zeus ve Hermes’in yeryüzüne inip insan kılığına büründüklerini anlatan bir hikaye görüyoruz. Bu hikayede Zeus ve Hermes dağlık Frikya ülkesini ziyaret ederler ve kapı kapı kendilerini misafir edecek bir ev, kalacak bir yer aradıklarında da üzerlerine bin kapı kapanır. Fakir bir köylü samandan yapılmış evini Zeus’la Hermes’e açıp onları misafir eder. Bunun üzerine ilahlar fakir köylüyü ödüllendirirler ama kapılarını açmayanların evlerine sel göndererek onları cezalandırırlar. ‘Tanrı misafiri’ ifadesi de Ovid’in Metamorfoz’undan gelir!

Fakat Pavlus’la Barnaba bu hikayenin kendileriyle alakalı olmadığını bildiklerinden, 14:14-18 ayetlerinde halka gerçeği anlatıyorlar. Ve yine ne yapıyorlar? Tanrı’nın gerçeğini cesaretle vaaz ediyorlar, duyuruyorlar. Listra’daki insanlar Yahudi olmadıkları ve Eski Antlaşma kavramlarını anlamayacakları için Pavlus ve Barnaba onların anlayacakları kavramları kullanarak konuşuyorlar: “Efendiler, neden böyle şeyler yapıyorsunuz?” diye bağırdılar. “Biz de sizin gibi insanız, aynı yaradılışa sahibiz. Size müjde getiriyoruz. Sizi bu boş şeylerden vazgeçmeye, yeri, göğü, denizi ve bunların içindekilerin hepsini yaratan, yaşayan Tanrı’ya dönmeye çağırıyoruz. Geçmiş çağlarda Tanrı, bütün ulusların kendi yollarından gitmelerine izin verdi. Yine de kendini tanıksız bırakmadı. Size iyilik ediyor. Gökten yağmur yağdırıyor, çeşitli ürünleriyle mevsimleri düzenliyor, sizi yiyecekle doyurup yüreklerinizi sevinçle dolduruyor” (a. 15-17). Tanrı’nın insanların yaşamlarındaki ve tabiattaki ilahi takdirinden bahsediyorlar ama bütün bunlara rağmen halk yine de kurban kesmeye kalkıyor! Ve sonra Derbe’ye gitmek zorunda kaldıklarında ne yapıyorlar? (a. 20). O kentte de Müjde’yi duyurup birçok öğrenci edindiler (a. 21). Ve Listra, Konya ve Antakya’ya döndükleri zaman ne yapıyorlar? (a. 21). Kelamı vaaz etmeye devam ettiler: öğrencileri ruhça pekiştirdiler, imana bağlı kalmaları için onlara cesaret verdiler. “Tanrı’nın Krallığı’na, birçok sıkıntıdan geçerek girmemiz gerekir” diyorlardı (a. 22). Perge’de Tanrı sözünü bildirdikten sonra Antalya’ya gittiler (a. 25).

Kişisel Ziyaret Hizmeti

Pavlus’un bizler için model oluşturduğu ikinci konu da kişisel ziyaret hizmetidir. Buradaki hikayede gitmiş oldukları yerlerin hepsi bugün Türkiye sınırları içerisinde. Bu yerlere Kutsal Kitaplarınızın arkasındaki haritadan mutlaka bakın. Kutsal Kitaplarınızdaki haritalar kısmını açıp söyleyeceğim şehirleri bulun. 1-5 ayetlerinde Konya’ya gittiler (Yalvaç -Pisidya Antakyası’ndan 150km doğuda), sonra da 6-20 ayetlerinde Listra’ya (35 km güneybatı), sonra da 14:20’de Derbe’ye (90 km güney doğu) ve sonra da 21-22 ayetlerinde tekrar Listra, Konya ve Pisidya Antakyası’na (Yalvaç) gittiklerini okuyoruz ve sonra 14:25’te tekrar Perge ve Antalya’ya gidiyorlar ve sonunda da gemiyle Antakya’ya geri dönüyorlar. Benim sorum şu: Hızlıca karadan, kestirmeden giderek Antakya’daki kiliselerine daha çabuk ulaşmak varken, neden dağları, denizleri nehirleri aşıp tekrar aynı yerlere geri dönüyorlar?

Kendilerini sorumlu hissediyorlardı. Müjdeyi vaaz ettikleri insanları tekrar ziyaret ediyorlardı. İman edenleri Rab’de güçlendirmek istiyorlardı. O şekilde seyahat etmeleri zorunluydu, çünkü bu gerçek çobanlıktır. Çobanlık, rahiplik, pastörlük sadece Kelamı vaaz etmek değil, Kelamı uygulamaktır. Sadece toplum içerisinde değil, fakat özelde de aynı şekilde hareket etmektir. Mesih bizlere evimizde de toplum içerisinde de hizmet ediyor. Bizler de kilise pastörleri, ihtiyarları ve diyakonları olarak Mesih gibi hizmet etmeliyiz. 14:22 ayetinde iki temel fiil kullanılıyor. Bu ayette kullanılan ve birlikte zaman geçirdiğimizde yaptıklarımızın temel çizgisi olması gereken buradaki iki ana fiile dikkat edin: öğrencileri ruhça pekiştirdiler, imana bağlı kalmaları için onlara cesaret verdiler. (benim çevirim: öğrencilerin ruhlarını güçlendirdiler, imanda devam etmeleri için onları teşvik ettiler)

Sonuç: Eğer Kutsal Yazılara bağlı bir şekilde kilisemiz için adımlar atıyorsak, dünyanın tekniklerini, profesyonellerin programlarını izlememiz gerekmez. Bizler zaten doğru olanı yapıyoruz ve vicdanımız Rabbin Kelamına tutsaktır.

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.

Başka Sormak İstediğim Bir Şey Var...

Bize Bir Mesaj Yollayın

MESAJIN KONUSU

4 + 14 =