Rabbin sevgili ev halkı, bugün oldukça sıra dışı bir görüm ile karşı karşıyayız, öyle değil mi? Rab Tanrımız Hezekiel aracılığıyla halkına çok önemli bir gerçeği göstermek istiyor, halkının anlaması için onlara oldukça güçlü bir görümle sesleniyor ki İsrail halkı anlasın ve kurtarıcıları Rab Tanrılarına dönsünler. Rab halkı için çok önemli bir gerçeği gözler önüne sermek istiyor, ama Tanrımızın neden bu şekilde halkına seslendiğini anlayabilmemiz için bu bölümün arka planında nasıl bir bağlam olduğuna bakmamız gerekiyor her şeyden önce. Tanrımız neden böyle bir görümle ve nasıl bir zamanda Hezekiel’e bu görümü verdiğini anladığımız takdirde Rabbin söylemek istediklerini daha net görebilmeye başlayacağız.

Öyleyse Hezekiel 37:1-14’e şu üç nokta ile yakında bakalım.

  • Hezekiel’in görümü (37:1-3)
  • Hezekiel’in görevi (37:4-10)
  • Görümün açıklanışı (37:11-12)

Vaazımızın ilk notasına geçmeden önce bu bölümün arka planından bahsedelim ve Hezekiel’den kim olduğuna bakalım.

Kral Süleyman’ın ölümünden sonra İsrail iki krallığa bölünmüştü. 12 oymağın 10 tanesinin kurduğu Kuzey krallığı olan İsrail krallığı MÖ 722 yılında Asurlular tarafından yıkılmıştı. Kalan 2 oymak da güneyde Yahuda Krallığını kurmuştu. İşte Peygamber Hezekiel, Yahuda Krallığının son iyi kralı olan Yoşiya’nın hükümdarlığı döneminde doğmuştu. Babası gibi kendisi de Yeruşalim’de bulunan Rabbin tapınağında hizmet ediyordu, yani Hezekiel bir kâhindi. Ancak Kutsal Kitap’ta okuduğumuz üzere güneydeki krallığın sonu da kuzeydeki krallıktan farklı olmayacaktı. MÖ 597 yılında Hezekiel 26 yaşındayken Babil Krallığı Yeruşalim’i kuşatır ve Yahuda Kralı Yehoyakim ile ülkenin tüm ileri gelenlerini Babil’e sürgün eder, geride yalnızca fakirler bırakılır. MÖ 597 yılındaki ilk sürgün edilenler arasında Hezekiel de vardır. Rab Hezekiel’e sürgündeyken seslenir, Hezekiel 1:1-3’de şunu okuyoruz: “Otuzuncu yılda (yani Hezekiel 30 yaşındayken), dördüncü ayın beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrı’dan gelen görümler gördüm. Kral Yehoyakin’in sürgünlüğünün beşinci yılında, ayın beşinci günü, Kildan ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğlu Kâhin Hezekiel’e seslendi. RAB’bin eli orada onun üzerindeydi.” Kevar Irmağı Babil şehrinin güney doğusunda bulunan bir ırmaktı ve sürgün edilenlerin bir kısmı buraya yerleştirilmişti. Mezmur 137’de bu ırmak boyunca yakılan ağıtı okuyoruz, ve muhtemelen de Hezekiel bu kişilerden biriydi:  “Babil ırmakları kıyısında oturup Siyon’u andıkça ağladık.”

Lakin Yeruşalim henüz düşmemişti. MÖ 597’de sürgüne gönderilenler arasında olan Hezekiel sürgündeyken peygamberlik etmeye başlamış ve gerek Yeruşalim’de yaşayan gerekse de sürgünde yaşayan herkesi Yeruşalim’in yıkılışı konusunda uyarmaya, tövbeye çağırmaya devam etmişti. Lakin hiçbir uyarı, hiçbir çağrı İsrail halkını yıkımına giden yollarından döndürmeye yetmemişti. İlk sürgünden yalnızca on sene sonra da, MÖ 587 yılında, Yeruşalim yine Babil Krallığı tarafından kuşatılır ama bu defa Babilliler şehri ele geçirirler ve tapınak dâhil tüm şehri yerle bir edip ilk sürgünden geride halan halkı da sürgün ederler.

Kısacası Hezekiel hem Yeruşalim düşüşünden önce hem de Yeruşalim’in düşüşünden sonra peygamberlik yapmış, İsraillilerle birlikte sürgünde yaşamış biriydi. Daniel de ilk sürgün edilen Yahudiler arasındaydı, Hezekiel ve Daniel aynı dönemde, aynı yerde peygamberlik etmiş iki Yahudi idiler.

Yani, Hezekiel İsrail tarihindeki en büyük yıkıma şahit olmuş, sürgünde yaşamış, sahip olduğu tüm her şeyi kaybetmiş birisiydi. Büyük olasılıkla ailesinden birçok kişiyi de kaybetmişti. Sürgün edilmesi dışında, bugün ülkemizdeki birçok kişi, özellikle de deprem bölgesindeki insanların hemen hemen tümü Hezekiel’in nasıl hissettiğini çok iyi bir şekilde anlayabilir, onunla empati kurabilirler, çünkü onlarda ne yazık ki Hezekiel gibi yurtları dışında her şeylerini kaybettiler.

İşte tüm bu olan biten arasında RAB, Hezekiel’i İsrail halkını tövbeye çağırması için görevlendirir, onları başlarına gelecek yargı konusunda uyarır. Hezekiel Yeruşalim’in düşüşüne kadar da RAB’be itaat ederek görevini yapar. Lakin Yeruşalim düşünce, RAB’bin görkeminin tapınaktan ayrılıp, doğuya halkının yanına gittiğini görüyoruz. Hezekiel 10.bölüm 18-19.ayetlerde da şunu okuyoruz: “RAB’bin görkemi tapınağın eşiğinden ayrılıp Keruvlar’ın üzerinde durdu. Ben bakarken Keruvlar kanatlarını açıp yerden yükseldi, tekerlekler de onlarla yükseldi. RAB’bin Tapınağı’nın Doğu Kapısı’nın girişinde durdular. İsrail Tanrısı’nın görkemi onların üzerindeydi.”

Ve Rab, bu noktadan itibaren, yani 34.bölümün başından itibaren de halkına onları sürgünden nasıl geri getireceğini ve onları nasıl eski görkemine kavuşturacağının müjdesini vermeye başlar. İsrail halkı günahların ve isyanlarının sonucu sürgüne gönderilmelerinden hemen sonra RAB halkına merhamet göstermeye başlar. Hezekiel 34:11-12’de Rab diyor ki: “Ben kendim koyunlarımı arayıp soracağım. Dağılmış koyunlarının arasındaki bir çoban sürüsüyle nasıl ilgilenirse, ben de koyunlarımla öyle ilgileneceğim. Bulutlu, karanlık bir gün dağılmış oldukları her yerden onları kurtaracağım.”

İşte Hezekiel’in karşısında 37.bölümdeki vaatleri paylaşırken kendileri için dünyanın sonunun geldiklerine ve hayatlarında anlamı olan her şeyi -ailelerini, evlerini, tapınağı, kutsal şehri ve hatta Tanrı’yı bile – kaybetmiş olduklarına inanmış bir halk vardır. İşte bu yüzden 37:11’de de okuduğumuz üzere İsrailliler: “Kemiklerimiz kurudu, umudumuz yok oldu, bittik” diyorlardı.

Pasajımızın arka planına ve bağlamına baktığımıza göre şimdiyse vaazımızın ilk noktasına, Hezekiel’in görümüne bakalım.

37:1’de Tanrı’nın Hezekiel’e bir görümle seslendiğini görüyoruz, ve bu görümde Rabbin Ruhu’nun Hezekiel’i oldukça dehşet verici bir alana götürdüğünü okuyoruz. Burası tamamen kurumuş kemiklerle dolu bir vadidir, yalnızca kemiklerle değil ama kurumuş, yani çok uzun zamandan beri ölmüş olan insanlara ait kemiklerle. Bu duruma neyin sebep olduğu konusunda hiçbir fikrimiz olmamakla birlikte bu sahne bizlere sanki çok büyük bir savaşın ardından geride kalmış bir yıkımı çağrıştırır, çünkü dokuzuncu ayette de bu kişilerin öldürülmüş kişiler olduğunu okuyoruz. Hezekiel’in bu sahnenin vahametini anlaması için RAB onu vadinin her yerinde dolaştırır ve Hezekiel tüm vadinin bu kemiklerle dolu olduğunu görür. Ve Rab, Hezekiel’e bu sahneye tanıklık etmesinden sonra şunu sorar: “İnsanoğlu, bu kemikler canlanabilir mi?” Sizin cevabınız ne olurdu? Elbette ki bir insanın bu soruya vereceği cevap, hayır canlanamaz, olurdu. Ama Hezekiel kiminle karşı karşıya olduğunu çok iyi bildiğinden Tanrı’ya adeta, “cevabı zaten sen biliyorsun ey Rab” der. Evet, Tanrı sorduğu bu sorunun cevabını çok iyi biliyordu ve olacaklara tanıklık etmesi ve halkına iletmesi için Hezekiel’i bu vadiye getirmişti.

Vaazımın ikinci noktası, Hezekiel’in görevinin ne olacağına bakalım öyleyse. Rab hemen ardından Hezekiel’e şunu söyler dördüncü ayetten altıncı ayete kadar: ““Bu kemikler üzerine peygamberlik et” dedi, “Onlara de ki, ‘Kuru kemikler, RAB’bin sözünü dinleyin! Egemen RAB bu kemiklere şöyle diyor: İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. Size kaslar verecek, üzerinizde et oluşturacağım, sizi deriyle kaplayacağım. İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. O zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız.’” Kemiklerin işitecek kulakları dahi yokken, Rabbin sözlerini nasıl duyabilirler? Kemiklerin duyduklarını anlayabilecekleri beyinleri yokken, Rabbin sözünü nasıl kavrayabilirler? Bu kupkuru kemikler, oldukları yerde kalmak dışında ne yapabilirler? Ama yine de Rab, sözünün bu kemiklere duyurulmasını buyuruyor. Çünkü Rabbin Sözü tüm yaratılışın kaynağıdır, Rabbin Sözü yaşam kaynağıdır. Tanrı bu dünyayı nasıl yaratmıştı, hatırlıyor musunuz? Yaratılış birinci bölümde bunu görüyoruz, öyle değil mi? Yaratılış 1:3’te: “Tanrı, ‘Işık olsun’ diye buyurdu ve ışık oldu.” Yaratılış 1:6’da: “Tanrı, ‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın’ diye buyurdu. Ve öyle oldu.” Ve tüm yaratılışın, yaratılan her şeyin aynı şekilde yaratıldığını okuyoruz, Tanrı dedi ve öyle oldu. İşte Tanrı Sözü’nün bir kez daha ne kadar güçlü olduğunu görüyoruz, Tanrı sözlerinin bu kemikler tarafından bile duyulmasını isterse bu kemikler O’nun sözünü işitecektir. Bu kemiklere duyması için kulağı, anlaması için beyni, giyinmesi için bedenini ve yaşaması için ruhunu verebilecek olan yalnızca Rabdir ve Rab’bin tek yapması gereken şey Rabbin bunu istemesidir. Nasıl Rab her şeyin yaratıcıysa, aynı zamandan yaratılan her şeyi tekrar diriltebilecek olan tek varlıktır. Yani dirilten, kemikleri kasla, etle, deriyle örten, içimize ruhumuzu üfleyen Rabdir, imanımızın yazarı ve tamamlayıcısı odur. Rab, Hezekiel’e işte tam olarak bunu gösteriyor. Sahte ilahların peşinden gitmiş halkına verdiği mesaj işte tam olarak budur, “ölü olan sizleri diriltecek, sözlerimi anlamanız sağlayacak ve size yaşam verecek olan benim, böylece benim RAB olduğumu anlayacaksınız.” Çünkü tüm isyanlarına ve günahlarına rağmen RAB İsrail halkına Yeruşalim’in düşüşünden önce şunu söyler: “Varlığım hakkı için diyor Egemen RAB, ben kötü kişinin ölümünden sevinç duymam, ancak kötü kişinin kötü yollarından dönüp yaşamasından sevinç duyarım. Dönün! Kötü yollarınızdan dönün! Niçin ölesiniz, ey İsrail halkı!” (Hezekiel 33:11). İşte halkıyla birlikte sürgüne giden Rabbin isteği budur, halkının tövbe etmesi ve yaşayan tek gerçek Tanrı’ya iman etmeleri.

Hezekiel Rab’be itaat ederek peygamberlikte bulunur. Rabbin her şeye güce yeteceğinden emin bir şekilde, vadinin her yerinde yatan bu kurumuş kemiklere: “Rab Tanrı diyor ki!” diyerek peygamberlikte bulunur. İçinde bulunduğu vadinin derin sessizliği içinde, ilk önce ufak tıkırtılar duymaya başlar, daha sonra gözleri önünde hayatında ilk defa gördüğü ve son defa görebileceği bir sahneye şahitlik eder. Bu kurumuş kemikler yavaş yavaş bir araya gelmeye başlar, önce bir kemik diğer bir kemikle birleşirken, hemen ardından diğer kemikler de gelip birbirleriyle bağdaşmaya başlar. Ve adeta görümünde sanki bir bilim kurgu filmi izlermişçesine, bu kemiklerin kaslarla, etle ve deriyle kaplandığını izler. Lakin tüm bunlar olduktan sonra karşısında gördüğü şey canlı bir insan olmaz, çünkü içlerinde ruh yoktur. Çünkü insan yalnızca ruhu bedeniyle birlikteyken canlı olabilen bir varlıktır.  Çünkü insan yalnızca kastan, etten ve deriden oluşmaz, çünkü Tanrı insanı kendi benzeyişinde yaratmıştır.

Rab Tanrımız, bu görümde Hezekiel’e her ne kadar yalnızca kendisinin gerçekleştirebileceği bir mucizeyi gözler önüne seriyor olsa da henüz işini tam olarak tamamlamadığını görüyoruz. Aynı Yaratılış kitabında okuduğumuz üzere, Rab nefesini, ruhunu adeta boş bir kalıp gibi bekleyen insanların üzerine üflüyor ve onlara yaşam veriyor. Yaratılış 2:7’de şunu okuyoruz: “RAB Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu.”

Aslında orijinal dilinde 37:9’u şu şekilde çevirmemiz gerekiyor: “Ve bana: “Nefese peygamberlik et; peygamberlik et insanoğlu, nefese de ki: ‘Rab YAHVE diyor ki: Dört rüzgârdan gel, ey nefes ve ölü olanların üzerine nefes ver ki yaşasınlar!’” dedi.” Rabbin dört rüzgâra emretmesinin nedeni halkının dünyanın dört bir köşesinden toplayıp bir araya getireceğidir. Rab bu benzetmeyi özellikle halkının sürgüne gönderilişinden sonra sıkça yapar. Ve burada da Tanrımız halkına aynı vaadi vermektedir, çünkü Rab doksan dokuz koyununu bırakıp kayıp bir koyunun peşinden gidip O’nu bulmadıkça dönmeyen bir Çobandır.

Ve Hezekiel’in bir kez daha Rabbe itaat ederek O’nun sözlerini işittiğini ve yerine getirdiğini okuyoruz. Rabbin sözü ilk olarak bedensel olarak yeniden doğuşu sağlamışken şimdi de ruhsal olarak yeniden doğuşu sağlar. Rabbin sözü hem bedene hem de ruha can verir, güçlendirir ve ayağa kaldırır. Rab adeta bu kişilerin ikinci kez doğmasını sağlar. Eğer bu size Yeni Antlaşmadaki Mesih İsa’nın bir sözünü hala hatırlatmadıysa, sizlere hatırlamama izin verin. Mesih İsa, Yahudilerin önderlerinden biri olan Nikodim’e şöyle der: “Sana doğrusunu söyleyeyim, bir kimse yeniden doğmadıkça Tanrı’nın Egemenliği’ni göremez” (Yuhanna 3:3).

Ve tüm bu görümün ne anlama geldiğine ve Rabbin vaatlerini nasıl yerine getirmiş olduğunu göreceğimiz vaazımızın son noktasına bakalım, görümün açıklanışı.

Rab, Hezekiel’in bu görümü halkına yorumlaması için önce Hezekiel’e görümün anlamını açıklar. Öncelikle, Rabbin yeniden yaşam verme vaadinin tüm İsrail halkı için olduğunu okuyoruz, yalnızca güney krallığında yaşayan İsrailliler için değil. Kuzey krallığı yaklaşık 150 yıl önce yıkılmış olmasına rağmen RAB onları hala unutmamıştır. Ancak, Rabbin bu vaadini Yeruşalim’in düşüşünden, tapınağın yıkılışından ve Davut’un soyunun tahttan indirilişinden sonra verdiğini anımsarsanız, yaşama döndürülmüş İsraillilerin neden büyük bir umutsuzluk içinde ilk kelimelerini dile getirdiğini anlayabiliriz. Bu kişiler her ne kadar yaşama döndürülmüş olsalar da artık bu hayatta tutunabilecekleri hiçbir şeyleri kalmamış, geleceğe hiçbir şekilde umutla bakamayan kişilerdi. Yeruşalim düştüğüne göre, yani artık Davut’un soyu o tahtta oturmayacağına göre, beklenen Mesih de hiçbir zaman gelemeyecekti. Bu yüzden de her ne kadar yaşama dönmüş olsalar da kemikleri hala kupkurudur, umut kaynağı olabilecek hiçbir şeyleri yoktur, tamamen tükenmiş ve bitmiştirler. Lakin, RAB yaşama döndürdüğü bu kişilere söyleyeceklerini henüz bitirmemişti. Rab onları yaşama döndürmekten çok daha fazlasını yapacaktı. Peki, yaşam vermekten daha fazlası ne olabilir? Rab bunu yalnızca bir bölüm önce, Hezekiel 36:26-27’de dile getiriyor: “Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım. İçinizdeki taştan yüreği çıkaracak, size etten bir yürek vereceğim. Ruhumu içinize koyacağım; kurallarımı izlemenizi, buyruklarıma uyup onları uygulamanızı sağlayacağım.” Ve aynı vaadini 37:12-13, bugünkü pasajımızda da tekrarlıyor: “RAB şöyle diyor: Ey halkım, mezarlarınızı açıp sizi oradan çıkaracak, İsrail ülkesine geri getireceğim. Mezarlarınızı açıp sizi çıkardığım zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız, ey halkım.”

Tanrı’nın tüm bunları yapmasının nedenini açıkça halkına iletiyor: “Böylece benim RAB olduğumu açıkça anlayacaksınız.” Tanrı tüm bunları halkın refah için, bolluk içinde yaşasınlar diye değil, ama çok daha önemli bir nedenden dolayı yapacağını söylüyor, halkının yalnızca kendisinin RAB olduğunu anlamaları için. Çünkü insanın en büyük ihtiyacı budur, yaratıcısını tanımak ve yaratıcı tarafından tanınmak, işte o zaman bu kurumuş kemikler gibi yaşam bulabilir, ölümden dirilebilir, ruhsal olarak tekrar doğar ve yaşam amacını gerçekleştirebilir. İsa’nın Yahudilerin önderlerin Nikodim’e dediği gibi: “bir kimse yeniden doğmadıkça Tanrı’nın Egemenliği’ni göremez… Bir kimse sudan ve Ruh’tan doğmadıkça Tanrı’nın Egemenliği’ne giremez” (Yuhanna 3:3,5). Ve işte o zaman yaşama dönmüş olan bu kupkuru kemikler yaşadıkları için sevinebilirler ve ancak o zaman umutla dolu yaşayabilirler. Çünkü “insan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı’nın ağzından çıkan her sözle yaşar” (Mtt. 4:4).

Sevgili kardeşler, Hezekiel 37:1-14 bizlere Yeni Antlaşma’daki kitaplardan oldukça aşina olduğumuz bir resim çiziyor, öyle değil mi? Ruhsal olarak yeniden doğmamız lazım. Rabbin isteğinin nasıl da Eski ve Yeni Antlaşma’da aynı olduğunu, aynı vaatlerde bulunduğunu ve halkını kurtarmak için nasıl da aynı kurtuluş planını devam ettirdiğine tanıklık ediyoruz. Peki, neydi bu kurtuluş planı? Hezekiel’in görümünde Rabbin vaat ettiği bu kurtuluş neydi?

İsrail ve Yahuda krallıklarını yıkan tek şey ısrarlı bir şekilde günah işlemeleriydi ve Rabbin tövbe çağrılarına kulaklarını tamamen tıkamalarıydı, çünkü Romalılar’da okuduğumuz üzere günahın ücreti ölümdür. Eski Antlaşma döneminde bu ücretin fiziksel olarak ödendiğini çok daha sık görsek de günahın en büyük bedeli herkesin ruhsal olarak ölecek olmasıdır. Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı, kimse Tanrı’yı tanımakta bir yarar görmedi. Adaleti bir kuşak gibi giyinmiş ve hiçbir zaman çıkarmayan Tanrı, kendisine karşı isyan eden insanlığa karşı adil bir şekilde davrandığı takdirde insanoğlunu bekleyen tek şey, işte bu ruhsal ölümdür, Tanrı’nın gazabına mahkûm olmaktır, Tanrı’yla sonsuza kadar yaşayamamak, O’nun evinde olamamaktır. Çünkü açıkça ve isteyerek Tanrı’nın buyruklarını her gün yerine getirmemekteyiz, ona isyan etmekteyiz. İşte bu yüzden Tanrı adaletli ise bizi bekleyen tek sonuç günahlarımız yüzünden cezalandırılacak olmamızdır.

İşte bu yüzden, Tanrı insanın yapamadığını, geleceğini vaat ettiği Davut Oğlu aracılığıyla, yani Mesih İsa aracılığıyla yapmaya karar verdi. Çünkü ruhsal olarak herkes Hezekiel’in görümündeki kurumuş kemiklerden farksızdır. Nasıl olur da bu kemikler kendi kendilerine: “Hadi, toplanıp bir araya gelelim, sonra etrafımıza kaslar örelim, et ve deri giyinelim” diyebilir? Bu kemikler nasıl olur da kendilerini ölümden yaşama geçirebilir? Bu kemiklerin olabileceği tek şey gittikçe kurumak ve en sonunda tamamen toprağa dönüşmektir. İşte hepimiz ruhsal olarak aynı durumdayız. Kendimizi diriltip yaşama geçiremeyiz, kendimizi mezardan çıkaramayız, taştan yüreklerimizi etten yüreklerle değiştiremeyiz. Mesih İsa’da kurtuluş umuduna sahip değilken olabileceğimiz tek şey yalnızca bir gün günahımızın bedelini adil bir Tanrı önünde ödemeyi beklemekten başka hiçbir şey değildir.

Tanrı, Mesih İsa’da gerçekleştireceği kurtuluşu Hezekiel ile aynı dönemde yaşamış diğer bir peygamberin ağzından, Yeremya’nın ağzından bizlere iletir: “Ama o günlerden sonra İsrail halkıyla Yapacağım antlaşma şudur” diyor RAB, “Yasamı içlerine yerleştirecek, Yüreklerine yazacağım. Ben onların Tanrısı olacağım, Onlar da benim halkım olacak. Bundan böyle kimse komşusunu ya da kardeşini, ‘RAB’bi tanıyın’ diye eğitmeyecek. Çünkü küçük büyük hepsi Tanıyacak beni” diyor RAB. “Çünkü suçlarını bağışlayacağım, Günahlarını artık anmayacağım” (Yeremya 31:33-34).

Adil olan Tanrı nasıl olur da günahlarımızı anmayabilir? Tanrı eskiden günahların bedelini ödettirirken artık birden bire bundan vaz mı geçmiştir? Tanrı artık adaletinden vazgeçmeye mi karar vermiştir? Elbette ki hayır. Tanrı günah karşısında adaletini günahsız olan Mesih İsa’yı birçoklarının yerine günah sunusu olarak kabul ettiği için adaletini yerine getirirken, artık günahkârla merhamet etmektedir. Yani, Meshi benim yerime öldü, benim günahımın bedelini ödemiştir. Çünkü Mesih İsa “doğru kişi olarak doğru olmayanlar için günah sunusu olarak ilk ve son kez öldü” (1.Petrus 3:18). Böylece Tanrı adaletinden vazgeçmeden Mesih İsa aracılığıyla bizlere merhamet gösterebilir, Mesih İsa aracılığıyla hak ettiğimiz ölüm cezasının bedelinin ödenmesi ile Tanrı bizlere lütuf gösterebilir.

İşte bu yüzden Mesih İsa şöyle diyor: “Sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir. ” (Yuhanna 5:24). Evet, Mesih’e iman eden kişi artık ölümden yaşama geçmiştir, çünkü Rabbimizin sağladığı kurtuluş eksiksiz ve mükemmeldir. Bizlere harika bir kurtuluş sağlamış Mesih İsa dışında bunu kim söyleyebilir: “Diriliş ve yaşam Ben’im. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek.” (Yuhanna 11:25-26).

Öyleyse, biz de soruyoruz, bu kemikler canlanabilir mi? İsa Mesih aracılığıyla, EVET, yaşayabilir, “insanlar için imkânsız olan, Tanrı için mümkündür” (Luka 28:17).

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla. Âmin ve âmin.

Hezekiel 37 çeviri