Gemi Kazası
Birçok Pastör bugün okuduğumuz ayetleri okudukları zaman bu konuda nasıl vaaz vereceklerini bilemiyorlar. Umarım siz de kendi kendinize, “Buradaki gemi kazası hikayesinden ne çıkaracak acaba?” diye soruyorsunuzdur. Bir yandan, karakter çalışmalarına odaklanıp, “Burada Tanrı’yla ilgili fazla bir şey yok, ama Pavlus’un fırtına sırasında ne kadar sakin olduğuna bakın… işte biz de aynen öyle sakin olmalıyız!” diyebiliriz. Öte yandan, sadece insanı merkez alan bir vaaz vermemek için burada alegori, yani bezetme sanatının kullanılmış olduğunu ileri sürebiliriz. Bugün okuduğumuz ayetlerle ilgili August van Ryn adlı bir yorumcu kitabında şöyle diyor: “Gemi, tertemiz Pentecost Günü’nde Yeruşalim’den yolculuğuna çıktıktan sonra, sahte doktrin rüzgarları ve zulüm fırtınası tarihinden geçerken Roma Katolik Kilisesi’nin gemi enkazından çıkan yeryüzündeki görünür Kilisedir. Gemiyi gezerken, görünür Kilisenin karışık bir grup olduğunu – bazılarının Romalı yüzbaşı gibi geminin kaptanına (Kilise liderleri) inanan, bazılarının da Pavlus’u dinleyerek buğdayı denize döktüklerini, yani müjdeyi tüm dünyaya yaydıklarını görüyoruz.” Bunun çok saçma bir yorum olduğunu düşünebilirsiniz, ama birçok pastör de buna yakın çok anlamsız yorumlarda bulunuyorlar.
Peki, bizim ne yapmamız gerekiyor? Bizler burada okumuş olduğumuz tarihsel olayları Tanrı’nın ilahi taktirinin kendi halkının yaşamlarında görünmesi olarak görmeliyiz. Bu teolojik bağlamda, Pavlus’un bu kadar korkunç şartlar altında yaşadıklarından birçok şey öğrenebiliriz. Pavlus gemi kazası geçiriyor ama umutsuz değil. Neden?
Çünkü Tarih Rab’be Aittir
Birinci sebep şu: çünkü tarih Rabbe aittir. Bu hikayeyi dinlediğiniz zaman sizi etkileyen şey ne olmalı? Ayrıntılara dikkat edin. Gerçek kişilerden isimleriyle bahsediliyor. Örneğin, İtalya’ya doğru yelken açmamıza karar verilince, Pavlus’la öteki bazı tutukluları Avgustus taburundan Yulius adlı bir yüzbaşıya teslim ettiler (27:1). Gerçek gemilerden bahsediliyor: Küçük gemiler olarak bilinen bir Edremit gemisine binerek denize açıldık (27:2) diyor. Gerçek yerler, kesin konumlar veriliyor: Sidon olarak bilinen Sayda’ya (27:3) uğradıklarını görüyoruz. Pavlus şöyle devam ediyor: Oradan yine denize açıldık. Rüzgar ters yönden estiği için Kıbrıs’ın rüzgar altından geçtik (27:4). Bu konuyla ilgili hem bölgeyi çok iyi tanıyan hem de yıllarca gemicilik-kaptanlık yapmış bir arkadaşımı aradım. ‘Güneyden kuzeye doğru bir rüzgar estiğinde ve istikametiniz Roma olduğunda nasıl hareket ederdiniz’ diye sorduğumda, ‘Kıbrıs’ın kuzeyinden ve Rodos’un kuzeyinden gidip Girit’in güneyine inerdim’ dedi. Pavlus zamanından beri rüzgar alışkanlıklarını, gemiciler de tecrübelerini korumuş görünüyor. Kilikya ve Pamfilya açıklarından geçerek Likya’nın Mira Kenti’ne geldik (27:5). Sonra Edremit gemisinden inip açık denizlere daha dayanıklı ve daha büyük bir gemiye geçiyorlar: Orada, İtalya’ya gidecek bir İskenderiye gemisi bulan yüzbaşı, bizi o gemiye bindirdi (27:6). Dikkat ederseniz sert rüzgarlardan korunmak için adaları kullanıyorlar. Günlerce ağır ağır yol alarak Knidos Kenti’nin açıklarına güçlükle gelebildik. Rüzgar bize engel olduğundan Salmone burnundan dolanarak Girit’in rüzgar altından geçtik (27:6). Pavlus’un ve Luka’nın gittikleri bütün bölgelerin isimlerini çok iyi öğrendiklerini görüyoruz. Vardıkları yerlerin isimlerini bilenlere soruyor olmalıydılar. Kıyı boyunca güçlükle ilerleyerek Laseya Kenti’nin yakınlarında bulunan ve güzel Limanlar denilen bir yere geldik (27:8) ve hemen sonrasında Liman kışlamaya elverişli olmadığından gemidekilerin çoğu, oradan tekrar denize açılmaya, mümkünse Feniks’e ulaşıp kışı orada geçirmeye karar verdiler. Feniks, Girit’in lodos ve karayele kapalı bir limanıdır (27:12). Sonrasında Gavdos’a gidiyorlar: Gavdos denen küçük bir adanın rüzgar altına sığınarak geminin filikasını güçlükle sağlama alabildik (27:16) ve bölgeyi çok iyi bilen gemicilerin bazı korkularını da görüyoruz: Sirte Körfezi’nin sığlıklarında karaya oturmaktan korktukları için yelken takımlarını indirip kendilerini sürüklenmeye bıraktılar (27:17). Sirte Körfezi Libya’nın kuzeyinde ve Akdeniz’e uzun bir kumsal kıyısı olan bölgedir. On dört gece boyunca büyük bir fırtınadan geçtiklerini anlıyoruz: On dördüncü gece İyon Denizi’nde sürükleniyorduk. Gece yarısına doğru gemiciler karaya yaklaştıklarını sezinlediler (27:27). Bugün Malta olarak bildiğimiz yere geldiklerini görüyoruz: Kurtulduktan sonra adanın Malta adını taşıdığını öğrendik (28:1). Burada hem gerçek yerlerden hem de gerçek şahıslardan bahsedildiğini görüyoruz: Bulunduğumuz yerin yakınında adanın baş yetkilisi olan Publius adlı birinin toprakları vardı. Bu adam bizi evine kabul ederek üç gün dostça ağırladı (28:7). Bütün bu olaylar, yerler ve isimler gerçek tarihsel bir olayın anlatıldığını kanıtlıyor.
Ama bu ayetlerin sadece tarihten ibaret olduğunu söylemiyorum. Bu ayetler Rabbin işinin tarihidir. Elçilerin İşleri 23’te Rab Pavlus’un önünde durup, “Yeruşalim’de benimle ilgili nasıl tanıklık ettinse, Roma’da da öyle tanıklık etmen gerekir.” (23:11) demişti. Tanrı’nın ilahi taktiri her şeyin üzerindedir. Bu nedenle tarih de onun tarihidir. Elçilerin İşleri 17’de Pavlus’un kendisinin de söylemiş olduğu gibi medeniyetlerin ve krallıkların yerlerini ve zamanlarını Tanrı belirler: ‘Ulusların sürelerini ve yerleşecekleri bölgelerin sınırlarını önceden saptadı.’ (17:26). Kardeşler, yaşamınızda Tanrı’nın planının dışında, ya da Tanrı’nın planının bir parçası olmayan ne olabilir? Tanrı tarih yazmaya devam ediyor ve sizler bu tarih içerisindeki karakterlerden birisiniz. Çünkü Tanrı Pavlus’un Yaşamını Kontrol Ediyor. Bu bizi Pavlus’un gemi kazası geçirmiş olmasına rağmen neden umutsuz olmadığını gösteren ikinci sebebe götürüyor: çünkü Tanrı Pavlus’un yaşamını kontrol ediyordu. Tarihi elinde tutan Rab bizim Rabbimizdir. Bu ayrıntıların hepsini bu bakış açısıyla değerlendirin. Hatta Pavlus neden burada ki? Hatırlarsanız Pavlus’un esas amacı Yahudi olmayanların vermiş oldukları yardımları açlık sorunu yaşayan Yahudilere ulaştırmak için Efes’te ayrılıp Yeruşalim’e gitmekti! Sonra da doğrudan Roma’ya gidip Kurtuluş Müjdesini orada vaaz etmek istiyordu. Pavlus kilise hizmetinin ihtişamına dahil olmak istemişti: hizmet etmek ve vaaz etmek, işler ve sözler. Bunun yerine Pavlus’un başına neler geldiğini hatırlayın: Yeruşalim’de tutuklandı. Sonra beş kere yargılandı. İki yıl haksız yere hapis yattı. İki kere neredeyse suikaste kurban gidecekti. Şimdi de gemi kazasına uğruyor. 27:20’ye dikkat ettiniz mi? Günlerce ne güneş ne de yıldızlar göründü. Fırtına da olanca şiddetiyle sürdüğünden, artık kurtuluş umudunu tümden yitirmiştik. Evet, durumları o kadar ciddi ve umutsuzdu! Pavlus’un planlarının tersine Akdeniz’in ortalarında bir yerlerdeydi. Sonra gemiyi karaya oturtma planları yapılırken gemi kuma saplanıyor ve dalgaların gücüyle parçalanıyor. Sonra Pavlus çok daha tehlikeli bir durumla yüzyüze geliyor: Askerler, tutuklulardan hiçbiri yüzerek kaçmasın diye onları öldürmek niyetindeydi (27:42). Ama yüzbaşı Yulius Pavlus’un yaşamını kurtarıyor. Daha önce de başka bir pagan Pavlus’un yaşamını kurtarmıştı. Şimdi de başka bir pagan, Yulius Pavlus’un yaşamını kurtarıyor: Ama Pavlus’u kurtarmak isteyen yüzbaşı askerleri bu düşünceden vazgeçirdi. Önce yüzme bilenlerin denize atlayıp karaya çıkmalarını, sonra geriye kalanların, kiminin tahtalara kiminin de geminin öbür döküntülerine tutunarak onları izlemesini buyurdu. Böylelikle herkes sağ salim karaya çıktı (27:43-44). Sonra da zehirli bir engerek tarafından ısırılıyor (28:3). Ve Pavlus’un engerek zehirinden ölmemesi Pavlus’un yaşamının tamamen Rabbin elinde olduğunu ve Rabbin Pavlus’u tehlikelerden korumakta olduğunu gösteriyor.
Kardeşler, bütün bunlar bizlere çok önemli bir ders öğretiyor. Teolojik olarak Tanrı’nın ilahi taktiri hakkında akıl yürütmek çok kolay. Zor olan Tanrı’nın ilahi taktirini pratik olarak uygulamaktır. Ben tekrar tekrar teolojinin biyografi olması gerektiğini söylüyorum. Teoloji biyografi olmazsa ezberden öteye gidemez. Tanrı’nın ilahi taktirini yaşamlarınızın her alanında görmelisiniz. Pavlus’a bakın. Pavlus’u örnek alın. Tanrı’nın elçisi olduğu halde başına gelmedik sıkıntı kalmamıştı. Pavlus’un yolculuğunda başka bir sıkıntıyla acı çektiğini görüyoruz.
Burada biz Hristiyanlar için ilginç olan gerçek şudur: Rab, tarihin kendisine ait olduğunu ve tüm tarihin kendi kontrolünde olduğunu bizim hikayemizdeki acılarla ve sıkıntılarla gösteriyor. Rab hayatımıza muazzam acılar getirdiğinde bile, hatta bir gemi enkazı kadar şiddetli bir durumla yüzyüze kaldığımızda bile umutsuz olamayız, çünkü Tanrımız bizlere yürekten şu sözleri söylemeyi öğretti:
Öyleyse buna ne diyelim? Tanrı bizden yanaysa, kim bize karşı olabilir?
Mesih’in sevgisinden bizi kim ayırabilir? Sıkıntı mı, elem mi, zulüm mü, açlık mı, çıplaklık mı, tehlike mi, kılıç mı?
Yazılmış olduğu gibi: “Senin uğruna bütün gün öldürülüyoruz, Kasaplık koyun sayılıyoruz.” Ama bizi sevenin aracılığıyla bu durumların hepsinde galiplerden üstünüz. Eminim ki, ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik, ne de yaratılmış başka bir şey bizi Rabbimiz Mesih İsa’da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir. (Romalılar 8:31, 35-39)
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.