Eureka:

Eureka! Amerika’nın batı eyaletlerinde altın arayan altın madencileri California eyaletinin kuzeyine geldiklerinde bol bol altın bulmuşlardı. Böylece, ‘işte onu buldum’ ‘keşfettim’ anlamına gelen ‘Eureka’ kelimesi California eyaletinin logosundaki motto haline gelmiştir. Grekçe εὑρίσκω (eurisko) kelimesinden geliyor.

 

Bugün okuduğumuz ilk ayette aynı kelimeyi görüyoruz. Bu kelimenin bu bölümde yarattığı heyecanı anlamamız iyi olur. İbrahim tam olarak ne bulmuştu?  Neyi keşfetmişti? İbrahim’e ne gösterilmişti?

 

İncil’in müjdesi Eureka-Eurisko anları ortaya çıkarıyor. Şunu unutmayın: Müjde’nin gücü Tanrı’nın doğruluğunun açıklanışı, yeni birşeyin ortaya çıkarılması, bizden gizlenmiş olan büyük ve görkemli bir gerçeğin gözlerimizin önüne serilmesidir. Ve hiç kimse ama hiç kimse Müjde’yi kendi kendisine keşfedemez. Müjde felsefi bir kanıta indirgenemez. Müjde bir doğa yasası değildir. Aslında, doğanın ahlaki yasasına aykırıdır, tanımı gereği Müjde “yasadan ayrı doğruluktur.”

 

Ve “yeniden doğmak” terimi çok fazla suistimal edilmiş olsa da ve bugün hakkında tartışılan çoğunlukla öznel, deneyimsel “yeniden doğma Hristiyan” tanımına katılmasak da, Müjde’yi anlayan herkesin sahip olduğu bir Eureka-Eurisko anı vardır. Bu görkemli gerçeğin tüm ağırlığının üzerime çöktüğü bir an: Ben bir günahkar olmama rağmen Tanrı benden hoşnut. Günahlarım kıpkırmızı olsa da, beni kar gibi bembeyaz yıkıyor. Tanrı benim günahlarımı bana karşı saymıyor.

 

İman Yasası

İbrahim ne bulmuştu? “İşte buldum”… “A ha!” anının ardındaki büyük gerçek nedir? Müjdenin ilham verdiği o an nedir? İman Yasasıdır.

Tanrı kötüyü aklıyor; bugün okuduğumuz ayetler kötü kişi için “tanrısız” diyor, ama biz daha sert bir kelime olan “kötü” kelimesini kullanabiliriz. Tanrı onların (tanrısızların-kötülerin) günahlarını örtüyor. Yasasız insanların günahları affediliyor. İşte İman Yasası budur: günahkârlar özgürleşiyor. Yasa insanlara hak ettiklerini, kazandıklarını verir. Ancak günahkarların özgürleşmeleri Yasanın kendisinin tam tersidir. İnsanlar hak ettiklerini almıyorlar; aldıklarını hak etmiyorlar. Ve İbrahim buna bir örnektir.

Bu gerçeği yüz kere duymuşsunuzdur, ama bu gerçek yine de nefesinizi kesmeli. Pavlus’un burada ne dediğini anlıyorsanız, her seferinde durup bu gerçeğe hayran olmalısınız… hayrete düşmelisiniz. Romalılar 4 böyle bir hayranlık uyandırmak için yazılmıştır. Bu gerçeği duyunca, önce şok olmalısınız ve belki de biraz kafanız karışmalı ve buna inanıyorsanız, çok ama çok minnettar olmalısınız.

Atamız İbrahim böyle bir armağanı, böyle bir keşfi hak etmek için ne yaptı? Hatırlıyor musunuz? Hiçbir şey! Ama, ‘evini, vatanını terk etti’ diyebilirsiniz. İbrahim Tanrı’ya inandı. Her şeyini feda etmeye, hatta biricik oğlunu bile kurban etmeye razıydı. Pavlus, eğer İbrahim bu armağanı kendi işleriyle hak etmiş olsaydı hak etmiş olduğu şeylerle övünebilirdi diyor. İbrahim gurura kapılabilirdi. Ancak övünme, İman Yasası tarafından hariç tutulmuştur. İman övünülecek bir şey değildir, iman bir iş değildir, iman bir ödülü hak etmez. İman Tanrı’nın kurtarmak için seçtiği araçtır, çünkü iman kendi kendisine, kendi içinde boş bir şeydir… kendi boşluğunu anlayıp başkasına bakan boş bir el gibidir. İmanda övünme yoktur.

 

Bu nokta ne kadar önemli? Hatırlarsanız, Pavlus Romalılar kitabının ilk üç bölümünü “bunu yaparsan yaşarsın” diyen İşler Yasasını anlatmaya ayırmıştı. Pavlus, bunun Müjde OLMADIĞINI, iman yasasının bu şekilde işlemediğini anlatmak için Romalılar kitabının ilk bölümünde argümanını açıklıyor. Ve şimdi de, bizlere Tanrı’nın doğruluğunu Yasa’dan ayrı bir şekilde açıklamaya başlıyor, ve konuya girdikten sonra, İman Yasası’nın nasıl işler yasası OLMADIĞINI İbrahim örneğini vererek anlatıyor. İbrahim Tanrı’ya inandı, ve sadece imanından dolayı doğru sayıldı.

 

Doğru Sayıldı

Doğru sayıldı… aklanmış sayıldı: ελογισθη (λογίζομαι). Bu ayetleri tekrar tekrar okursanız “sayıldı” kelimesinin ana tema, odak noktası olduğunu göreceksiniz. Pavlus, Yaratılış kitabındaki,  “İbrahim Tanrı’ya iman etti, böylece doğru sayıldı” ifadesini kullanıyor ve bu ifadeyi yedi kez tekrar ediyor.

“Çalışana verilen ücret lütuf değil, hak sayılır. Ancak çalışmayan, ama tanrısızı aklayana iman eden kişi imanı sayesinde aklanmış sayılır. Nitekim, iyi işlerine bakmaksızın Tanrı’nın aklanmış saydığı kişinin mutluluğunu Davut da şöyle anlatır: “Ne mutlu suçları bağışlanmış, Günahları örtülmüş olanlara! Günahı Rab tarafından sayılmayana ne mutlu!””

 

Bu tür tekrarlar rastgele yapılmıyor. Yasa size hakkınızı veriyor. Ne kazandığınızı sayıyor. Sayma, kazanma fikri İman Yasası’nın da odak noktasıdır.

İlk kazancınızı hatırlıyor musunuz? Hiçbir zaman düşündüğünüz miktar olmuyor. Liseyi bitirdikten hemen sonra ilk çalıştığım iş yerinde günlerce, saatlerce çalıştıktan sonra aldığım ilk aylığı hatırlıyorum. Aylığımı alır almaz ilk aldığım şey bir spor ayakkabısıydı. Marka, moda meraklısı değilim ama aldığım ayakkabıyı kendi kazandığım parayla aldığım için çok iyi hatırlıyorum. Çalıştığınız iş yerinde patronunuz size aylığınızı ödediğinde size bir iyilik yapmış olmuyor. Size bir hediye vermiş olmuyor. Siz emeğinizin karşılığında hakettiğinizi almış oluyorsunuz.

 

Pavlus’un burada kullandığı kelime muhasebeyle ilgili bir kelime. Bu kelime para dünyasında kullanılan bir terim. Pavlus burada basit bir karşılaştırma yapıyor. Hepimiz çalışıp para kazanmanın ne anlama geldiğini biliyoruz. Bilmediğimiz şey, Müjde’nin bir Eureka-Euriska anında bize gösterdiği şeydir… yani bilmediğimiz şey Müjde’nin bize ‘Euriska’ anında açıkladığı şey, çalışıp çabalamanın değil, ama iman etmenin ve karşılıksız lütufkar bir armağan almanın ne anlama geldiğidir. Pavlus, karşılıksız lütufla uyumlu olabilmesi için kurtuluşun sadece imanla olduğunu söylüyor.

 

Tanrı bizleri işler olmadan doğru sayıyor. Buradaki “İşler olmadan” ifadesi “yasa olmadan” ifadesiyle aynıdır. Bu nedenle Martin Luther Pavlus’un buradaki sözünü şöyle çeviriyor: “insan, yasanın işeri olmadan sadece imanla aklanır.” Çünkü iman, işlerden ayrı olarak, tek başına, sadece ve yalnızca imandır (Sola Fide).

 

Buradaki zıtlıklıklarla yapılan karşılaştırmaya dikkat edin.  Pavlus iki varsayımsal insanı tanımlıyor: “çalışan” ve “çalışmayan, ama iman eden kişi.” “İman etmek”, “çalışmamak” ile bir tutulmuştur. İmanlı için sonuç, yani doğru sayılmak, hak edilmiş bir şey değildir. Bu bir lütuftur. Kazanılmamıştır.

 

Yine de Pavlus ilerleyen bölümlerde burada bahsettiği şeyin sadece bağışlama olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Bu sadece geçmişi temizlemek değildir, yani geçmişteki amel defterini temizlemek değildir. Tanrı’nın günahı görmezden gelmesi gibi bir şey de değildir. Tanrı bizi doğru sayıyor. Hesabımızda para var, ama bizim çalışıp hak ettiğimiz bir para değil… başka birisinin çalışıp kazandığı bir para bu.

 

Bu nedenle biz, doğruluğu kazanmadan elde ettiğimiz için hırsız değiliz. Ve Rab adaletsiz bir yargıç değildir. Eski Antlaşma, Rab’bin yasa tanımazları serbest bırakan kötü yargıçtan nefret ettiğini çok açık bir şekilde öğretiyor. Buna rağmen, Tanrı’nın bizi Mesih’te bağışlaması bir adalet aksaklığı değildir. Tanrı, bu mümkün olmayan eylemde kendisini adil olmayan olarak göstermez; kendisini adil ve doğru kılan olarak gösterir. Tanrı’nın bize verdiği doğruluk kendisine aittir; bu doğruluğu bize Mesih’te veriyor ve bir zamanlar günahkâr olan bizleri doğru sayıyor, çünkü şimdi Mesih’te gerçekten öyleyiz… aklandık!

 

Sünnet İmanla Aklanmanın Mührü

İbrahim Yasa’dan ayrı olarak doğru kılınmaya örnektir, çünkü Yasa verilmeden önce doğru ilan edilmiştir. Sünnet antlaşmasının yasası bile İbrahim’e, o doğru ilan edilene kadar gelmemiştir. Size basit bir soru sorayım: İbrahim sünnet edilmeden önce mi, yoksa sünnet edildikten sonra mı doğru sayıldı? Açıkçası, sünnet onu doğru yapmadı; İbrahim’in doğruluğu onu sünnet ettirdi ya da en azından imanla sahip olduğu doğruluk sünnet edilmesinin nedenidir.

 

Pavlus sünnetin ‘iman doğruluğunun bir işareti ve mührü’ olduğunu söylüyor. Bu önemsiz bir tanım değil. Sünnet, İbrahim’i yeni statüsünde onaylamıştır; imanına güvenmesi ve Rab için işaretlendiğini bilmesi için ona sebep vermiştir.

 

Bu tanımdan çıkarılması gereken iki önemli sonuç var.

 

İlk olarak, imanla kurtuluş öğretisinin Yeni Antlaşma’ya has bir kavramı olduğunu ve Eski Antlaşma’da böyle bir kurtuluş öğretisinin olmadığını iddia eden tüm argümanları kesin olarak sona erdirir. Bu ayetleri okuyup Eski Antlaşma’daki inanlıların bizden farklı bir şekilde kurtarıldığını söyleyen herhangi bir öğretiye inanamazsınız.

 

İkinci olarak, bebeklerin vaftiz edilmesine itiraz eden sevgili kardeşlerime karşı en güçlü argüman olduğuna inandığım şeydir. Neden mi? Baptistler Yeni Antlaşma’da vaftizin imandan sonra geldiğini ve imanın çocuklarda kanıtlanan bir şey olmadığını iddia ederler. Oysa sünnet İbrahim’e kendisi ve çocukları için verilmişti ve Pavlus bize bunun imanla gelen doğruluğun bir işareti ve mührü olarak verildiğini söyler. Böylece Rab İbrahim’e çocuklarına iman doğruluğunun mührünü vermesini emretti. Sünnetle mühürlenen bu “iman doğruluğunun” yetişkinlikteki imanı mı öngördüğünü, yoksa çocuktaki imanın başlangıcını mı mühürlediğini sormak bize düşmez. Sekiz günlük bir bebeğin iman etmesinin ne anlama geleceğini sormamıza gerek yoktur. Kesinlikle bilmiyorum. Sadece Rab’bin bu mührü İsmail ve İshak’ın bebekliklerinde almaları için İbrahim’e verdiğine dikkat etmeli ve vaftizin mühür suyunu çocuklarımızdan esirgemek için hiçbir gerekçemiz olmadığını anlamalıyız. Hristiyan bir anne babanın çocuklarını vaftiz ettirmemesi Tanrı’nın emrine doğrudan itaatsizliktir.

 

Rab’bin Sofrası da iman aracılığıyla doğruluğumuzun bir mührüdür. Komünyon Sofrasına bu bereketi hak ettiğimiz ya da kazandığımız için gelmiyoruz. İman Yasası’nı yaşadığımız yasa olarak onaylamak için geliyoruz. Yasaya aykırı eylemlerimiz bağışlandığı, günahlarımız örtüldüğü ve Rab günahlarımızı hesaba katmadığından dolayı bereketlendiğimiz için bu Paydaşlık Sofrasına geliyoruz. Rab’be günahlarımızı itiraf etmeye geliyoruz, çünkü bu Sofra, O’nun yakın olduğu, bulunabileceği bir zamandır.

 

Eureka-Eurisko. Onu bulduk. Tanrı’ya şükürler olsun, Rabbimize övgüler olsun. Ne mutlu bu mesajı duyup iman edenlere.

 

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.