İnsanın İsteğine Bağlı Değil | Mısırdan Çıkış 9:13-21; Romalılar 9:1-18

Fikret Böcek tarafından

28 Nisan 2024 (17. hafta) | Romalılar Vaaz Serisi, Vaazlar

Herkes İbrahim’in Çocuğu Değil

Pavlus’un Romalılara Müjdesi’nin tam merkezinde İbrahim yer alıyor. İmanlı İbrahim, imanlıların babasıdır. Ne bulmuştur? Yalnızca imanla aklanma, çünkü Tanrı’ya iman etti ve bu ona doğruluk olarak sayıldı. Ve övünecek hiçbir şey getirmedi, hiçbir ücret kazanmadı. İbrahim’e gelen bereketler ona bağlı değildi – istediği ya da yaptığı herhangi bir şeye bağlı değildi. Çünkü İbrahim ve karısı neredeyse ölü sayılırlardı, ama Tanrı onların ölü bedenlerinden yeni bir yaşam çıkardı; yoktan bir yaşam var etmiş oldu. Soyları, mirasçıları, birçok ulusu var etmiş oldu. Ve Tanrı’nın Sözü, vaadin Sözü, İbrahim’in imanında güçlenmesine neden oldu; tereddüt etmedi. Tanrı’nın vaat ettiği şeyin gerçekleşeceğinden emindi, çünkü Tanrı bunu gerçekleştirmeye muktedirdir… bu güce sahiptir.

 

Yine de İbrahim’in soyundan gelen herkes onun soyundan değildir. Bu Pavlus’un Romalılar 9’da bizlere anlatmaya çalıştığı şeydir. İsrail soyundan gelen herkes İsrail’e ait değildir. Pavlus’un Müjdesi’nin argümanı dokuzuncu bölümde bir dönüş yapıyor ve açıkçası zor bir öğreti olan bu öğretinin içeriğini anlamamız önemlidir. İlk olarak, Pavlus’un seçilmişlik hakkındaki öğretisi soyut bir doktrinel sonuç değildir, Tanrı’nın kendi doğasından çıkarım yaparak ulaştığı felsefi bir sonuç değildir. Mesih’in gerçeğinin ve yüreğindeki büyük üzüntü ve dinmeyen kederin bir meyvesidir. “Keşke ben de lanetlenseydim, bedene göre akrabam olan kardeşlerim için Mesih’ten ayrılsaydım” diye yazıyor. Böyle zor bir öğretinin zorlanmadan öğretileceğini düşünmeyin. Pavlus bu ayetleri gözyaşları içinde yazıyor.

 

Buradaki ikinci önemli nokta, birçok kişi İsrail ve Kilise konusunu düşündüklerinde İbrahim’in Pavlus’un hikayesinin tam ortasında olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Bugün dünyadaki dini kurumlar İbrahim’i büyük ata, dünyanın tek tanrılı üç dininin ortak kaynağı ve potansiyel birleştiricisi olarak görüyorlar. Dünyanın İbrahim’i genlerine, ete kemiğe bürünmüş soyuna göre tanıyor olması biraz ironik, öyle değil mi? Bu Pavlus’un söylediğinin tam tersidir. Pavlus’un çok açık bir şekilde gösterdiği gibi, İbrahim imanla babamızdırİshak imanın, vaadin çocuğudur, bedenin ya da Yasa’nın değil. Bedene göre, İbrahim’in övünecek hiçbir şeyi yoktur. Dahası, bedene göre soyunun da övünecek hiçbir şeyi yoktur, ancak bu onları denemekten alıkoymaz.

 

İbrahim’e Göre İncil

Pavlus, aynı milletten olan kardeşleri İsrail ulusunun imansızlığıyla mücadele ederken, inancın temel sorusuyla da mücadele ediyor: Tanrı Sözü’nün, Tanrı’nın vaatlerinin güvenilirliği. İsrail’in başarısızlığı Tanrı’nın ya da vaatlerinin başarısızlığı değildir. Neden? Çünkü İsrail’in soyundan gelenlerin hepsi İsrail değildir, İbrahim’in soyundan gelenlerin hepsi de onun çocukları değildir. Çünkü Tanrı’nın çocukları bedenin çocukları değil, vaadin çocuklarıdır.

 

Pavlus burada konuyu değiştirmiyor. Hâlâ Müjde hakkında konuşmaya devam ediyor. Bu Müjde’yle ilgili bir sorudur: Tanrı’nın çocukları kimlerdir? Bu kişiler nasıl Tanrı’nın çocukları oluyorlar? Tanrı’yla aranız nasıl düzeliyor? Onun mirasını nasıl paylaşıyorsunuz? Ve İsrail – tüm İsrail – çok fazla şeye sahipti. Evlat edinilme, yücelik, antlaşmalar, yasanın verilmesi, tapınma ve vaatler… Atalar. Bedenlerine göre kan bağıyla bağlı oldukları İbrahim, İshak ve Yakup’un çocuklarıydılar ve burada en dikkat çekici olanı, onların bedeninden (soyundan), onların ırkından sonsuza dek bereketlenmiş, her şeyin üzerinde Tanrı olan Mesih’in gelmesiydi. Başka hiçbir ırka yeryüzünde İsrail’den daha fazla yücelik, daha fazla ayrıcalık, daha fazla onur bahşedilmemiştir. Evrenin yaratıcısı bu aileden doğmuştur.

 

Ama İbrahim’in kendisi Müjde’yi keşfettiğinde, Tanrı’nın önünde övünecek hiçbir şeyi olmadığını anlamıştı. Pavlus da aynı şekilde, sekizinci gün sünnet olmuş, İsrail ulusundan, Benyamin oymağından, İbranilerin İbranisi, gayretli, Yasa’ya göre suçsuz, çok ünlü bir Yahudi’ydi. Pavlus’un övünecek hiçbir şeyi yoktur, ama Mesih’i kazanmak için her şeyi önemsiz saymaktadır. Pavlus, İsrail’in tüm bu bereketlerinin Mesih’i kazanmak için çöp olduğunu düşünüyor. Hatta Mesih’e işaret eden bu bereketlerin bile – antlaşma, halkın evlat edinilmesi, Tanrı’nın Yüceliği’nin onların tam ortasında olması anlamına gelen Buluşma Çadırı ve tapınak. Bütün bunlar tipler ve gölgelerdi, kudretli ve güçlü tiplerdi, amaçlandıkları gibi kullanıldıklarında kurtarmaya muktedirdiler, Mesih’in kendisi ve Rab’bin Mesih’teki kurtuluşu için bir yer tutucuydular. Çünkü İsrail Mesih’in sadece vaadine güvenmemeli, Mesih’e güvenmeliydi.

 

Ve vaadin tam olarak anlamı şudur: “Gelecek yıl bu zamanlarda döneceğim ve Sara’nın bir oğlu olacak.” Gerçekten de ne kadar özel bir inanç, ne kadar eşsiz bir din. Burada Müjde’yi görüyoruz… İşte, Müjde bu kadar özeldir: “Bir oğlun, bir varisin olacak.” Musa’nın bize İbrahim’in “iman ettiğini ve doğru sayıldığını” söylediği Yaratılış 15’te İbrahim’in Tanrı’ya alternatif bir planla geldiğini hatırlayın. Avram Rab’be, “Madem bana hiç çocuk vermedin, Şamlı Eliezer mirasçım olsun” demişti. Rab ona, “Bu adam senin mirasçın olmayacak, ama kendi bedeninden çıkacak biri senin mirasçın olacak” demişti. “Göklere bak, sayabilirsen yıldızları say. Senin soyun da öyle olacak.” İbrahim Rab’be iman etti ve Rab bunu ona doğruluk olarak saydı.

 

İmanla gelen bu aklanmadan sonra Sara başka bir bedensel plan ortaya atıyor. “Rab çocuk doğurmamı engellediğine göre, hizmetçim Hacer’e git” diyor. İbrahim de hemen Hacer’e gidiyor ve bunun sonucunda İbrahim’in ilk çocuğu olan İsmail doğuyor. Ama Tanrı’nın vaat ettiği çocuk İsmail değildi. “Çünkü senin tohumun İshak aracılığıyla isimlendirilecek… Sara’nın bir oğlu olacak.” Çünkü İbrahim’in isteğiyle ya da İbrahim’in çalışmasıyla çocuğuna isim verilmeyecekti. Ama vaatle olacaktı ve İshak bu vaade, yani imana dayanan bir çocuktur. Ve İbrahim tüm inananların babasıdır.

 

Seçimin Amacı

Ve böylece Tanrı, seçim amacına uygun olarak İsmail’i değil, aslında İshak’ı mirasçı olarak seçmiştir. Ve Musa bu seçilmişlik ilkesini Yaratılış kitabı boyunca kitaptaki bütün hikayelere dokumuştur, çünkü bu ilke Müjde’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Tanrı’nın kurtuluş planının normalde aileler, nesiller, hatta uluslar ve klanlar aracılığıyla aktığı gerçeğine rağmen, ilk andan itibaren, bireysel aileler iman çocukları ve isyan çocukları dünyaya getiriyorlar. Ancak Tanrı’nın antlaşma vaatlerinin ailesel doğasına rağmen – hem İsmail hem de İshak sünnet edilmiştir – Tanrı’nın seçim amacı, kurtuluşumuzun işlerle ya da doğum yeriyle değil, yalnızca Tanrı tarafından olduğunu gösteriyor.

 

Böylece Kayin ve Habil’e, İshak ve İsmail’e, bu ilkeyi diğerlerinden daha açık bir şekilde gösteren Yakup ve Esav katılıyor. Aynı babadan ve aynı anneden doğan iki kardeş olan Yakup ve Esav daha doğmadan önce, iyi ya da kötü bir şey yapmadan önce, Rebeka’ya “büyüğü küçüğe hizmet edecek” denmişti. Miras ilkesi, öncelik ilkesi, hak etme ilkesi, Tanrı’nın seçme amacı tarafından tersine döndürülüyor. Ve bu doğum öyküsünün anlamı, Yakup ve Esav’ın krallıktaki yeri hakkında herhangi bir karışıklık olmaması için, peygamber Malaki bize Rab’den şöyle söz ediyor: “Yakup’u sevdim, ama Esav’dan nefret ettim” (Malaki 1:2-3).

 

Arkadaşlar, geçen hafta da bu hafta da seçilmişlik konusuna bakıyoruz… İzmir Protestan Kilisesi’nin Kalvinist bir kilise olduğu sonucuna varmış olabilirsiniz. Sonuçta seçilmişliği Kalvinistler öğretiyor, değil mi? Geçen hafta önceden belirlenmişlik üzerine vaaz verdik. Bu hafta seçilmişlik üzerine vaaz veriyoruz. Geçen hafta Romalılar 8’den, bu hafta Romalılar 9’dan vaaz verdik. Arkadaşlar, önceden belirlenmişlik doktrininin Calvin tarafından öğretilmesinin nedeni Kutsal Kitap tarafından öğretilmiş olmasıdır. Ve bu konu, sadece imanda olgun ya da gerçekten bilgili kişiler tarafından dikkate alınması için kenarda köşede, kısık bir ses tonuyla öğretilmemiştir. Bu öğreti, Yaratılış öyküsünün merkezinde yer alıyor ve Musa tarafından Tanrı’nın Çocukları’na şu önemli dersi öğretiyor: Sahip oldukları herhangi bir güzelliklerinden ya da güçlerinden ya da sevaplarından ötürü değil, aslında zayıflıklarından ötürü Tanrı’nın seçilmiş kulları oldukları dersini öğretiyor. Ve bu ders Pavlus tarafından, Romalılara Müjde sunumunun tam kalbinde, bir teselli kaynağı ve günahları içerisinde kaybolmuş insanların kaybolmuşluklarının bir açıklamasıdır.

 

Seçilmişlik, Müjde’nin açıklanışında önemsiz, ikincil bir konu değil, aksine merkezi bir konudur… hatta Müjde’nin ana konusudur. Pavlus için, İsa Mesih’in çarmıha gerilip gerilmemiş olması Hristiyanlık için ne kadar önemliyse, seçilmişlik öğretisi de o kadar önemlidir! Ve seçimin amacı da budur. Sevgili Kardeşler, bizim yapmış olduğumuz iyi işlerimizin sonucu olarak değil, bizi çağıranın sayesinde kurtulduk. Tanrı’nın merhametine ve şefkatine nail olmak, Tanrı’nın merhametini isteyene ya da çalışana değil, merhamet sahibi olan Tanrı’ya bağlıdır. Musa Tanrı’nın yüceliğini görmek istediğinde, Rab’bin Musa’ya kendisini açıkladığı gibi, “Rab’bin adını senin önünde ilan edeceğim: ‘Merhamet ettiğime merhamet edeceğim, acıdığıma acıyacağım’.”

 

Arkadaşlar, hizmet ettiğimiz Tanrı’nın adı budur. Bunun Kutsal Kitap’a dayalı bir öğreti olduğuna, Müjde’ye dayalı bir öğreti olduğuna ve Müjde’nin Kutsal Kitap’a dayalı öğretisinin merkezinde yer aldığına hiçbir şüphe yoktur.

 

Yakup’u Sevdim; Esav’dan nefret ettim.

Peki, “Yakup’u sevdim; Esav’dan nefret ettim” de ne demek oluyor? Kardeşler, Tanrı’nın gazabını kutlayan bir çağda yaşamıyoruz. Bu çağ Tanrı’nın gazabını ne kabul ediyor ne de anlıyor. Ama “Yakup’u sevdim; Esav’dan nefret ettim” ayetinin çoğu kilisede nadiren vaaz edilen, vaaz edilse de geçiştirilen bir ayet olduğunu söylemek yeterli olacaktır. Çoğu kişi bu tür ayetleri, Eski Antlaşma’daki Tanrı anlayışının kaybolmaya yüz tutmuş, İsrail’in bu tür anlayışları yavaş yavaş aştığı ve Hristiyanlığın artık kabul edemeyeceği bir kalıntı olarak görüyorlar. Ancak burada, Pavlus bu öğretiyi sadece onaylamakla kalmıyor, aynı zamanda bu öğretiyi Müjde öğretisiyle, hizmet ettiği merhametli ve şefkatli Tanrı’nın adıyla bir tutuyor. Peki, Tanrı’nın Esav’dan nefret etmesini nasıl anlayacağız? Ne diyeceğiz? Tanrı’nın Esav’ın küçük kardeşi Yakup’u sevmesi ama Esav’dan nefret etmesi adaletsizlik değil mi?

 

Ama Pavlus’un yanıtı kesin: “Asla!” “Kesinlikle Hayır!” Merhametli bir Tanrı’ya hizmet ediyoruz; O’nun adı merhamettir. Pavlus’un tartışmasının en önemli başlangıç noktası Tanrı’nın kutsallığı ve günahkârlara karşı duyduğu gazaptır. Sevgi ve nefret kendilerini iki tarafsız seçenek olarak Tanrı’ya sunan ve Tanrı’nın ister istemez birini ya da diğerini seçtiği iki masum seçenek değildir. Aksine, Tanrı’nın Kutsallığı ve günaha karşı gazabı bu tartışmanın başlangıç noktasıdır. Tanrı’nın Yakup’a duyduğu sevgi bir merhamet uygulamasıdır, aklanmanın bir sonucudur… Tanrı’nın Yakup’a gösterdiği sevgi gerçek Yakup’un, yani acı çeken, ölen ve Yakup’un hak ettiği tüm gazabı üzerine yüklenen Rab İsa Mesih’in meyvesidir. Esav’a duyulan nefret hak edilmiş, kazanılmış ve doğaldır. Bu bizim başlangıç noktamızdır. Önümüzdeki hafta işleyeceğimiz ayetlerde bu konuyla ilgili daha çok şey göreceğiz, ama şunu anlamalıyız ki, günahkâr oluşumuz Pavlus’un başlangıç noktasıdır… Romalılar kitabının başında da Pavlus’un günahlılığımıza vurgu yaparak başladığını görüyoruz.

Tanrı Yakup’u mu sevdi? Bu nasıl olabilir?? Haksızlıkadaletsizlik! Nasıl sevebilir? Neden böyle bir şey yapabilir? Çünkü Tanrı merhametlidir. Çünkü Tanrı İsa Mesih’te merhametlidir. Ve bu merhamet, merhamet sahibi olan Tanrı’dan başka hiçbir şeye bağlı değildir. Merhamet, merhamet isteyene ya da merhamet için uğraşan kişiye bağlı değildir. Merhamet sadece Tanrı’dadır.

 

Sonra Pavlus Tanrı’nın nefretinin bir başka nesnesi olan Firavun‘dan bahsediyor. Peki, Firavun Tanrı’nın nefretini hak etmiş miydi? Firavun Tanrı’nın halkını köleleştirmişti. Başından beri bir katil, bir etnik temizlikçi ve bir sahtekârdı. Hepimiz gibi o da babası şeytanın gerçek bir çocuğuydu. Eski Antlaşma dersimize bakın. Rab’bin emri Firavun’a şöyle gelmişti: “Halkımın gitmesine izin ver.” Ama Firavun bu emre itaat etmedi. Rab Firavun’u şöyle uyarmıştı: “Çünkü elimi kaldırıp seni ve halkını salgın hastalıkla vurmuş olsaydım, yeryüzünden silinmiş olurdun.” (Mısırdan Çıkış 9:15). Adalet mi istiyorsun? Hakkını mı istiyorsun? Yaşayan Tanrı’nın önünde dur ve hak ettiğini iste! Tanrı’nın hepimizi daha şimdiden yargılamamış olması, hem henüz iman etmemiş olanlar hem de bu örnekten ders alabilecek olanlar için merhametin ta kendisidir. İşte bu amaçla Firavun’un yaşamasına izin verildi ve bulunduğu konuma yükseltildi: “Gücümü sana göstermek, adımı bütün dünyaya tanıtmak için seni ayakta tuttum. Hâlâ halkımı salıvermiyor, onlara üstünlük taslıyorsun” (Mıs. Çık. 9:16-17).

 

Arkadaşlar, Rab merhametini herkese göstermiyor. Adalet (kişinin hak ettiğinin ödüllendirilmesi) Tanrı’nın merhametini herkese göstermesini gerektirmez. Eğer merhamet gerçekten de merhamet ise adaletin gereklerine göre hareket etmez… bunu yapamaz. Eğer adalelet merhameti zorunlu kılıyorsa, merhamet merhamet olamaz. Arkadaşlar, kendilerine merhamet edilmeyenlere (ki böyle bir merhameti hak ettiklerini söyleyemezsiniz), Tanrı’dan nefret etmekten başka ne kalır? Ve bu nefret gazapla sonuçlanır – kendileri tarafından açıkça bilinen emre itaat etmedikleri için Tanrı’nın gazabına maruz kalırlar. İtaatsizliklerinin ödülünü biçerler. İsa Mesih’in ikinci gelişinde, Firavun ölümden diriltilip yargılandığında, Tanrı’nın gücü ve merhameti ortaya çıkacaktır – çünkü bu bizim de hak ettiğimiz, ama tatmadığımız yargıdır. Siz, Rab’den korkanlar – dikkat edin, Firavun’un hizmetkârları arasında bile bazıları var… Bu kişiler Tanrı’nın gazabından kaçıp kurtuldular ve hatta Mesih’te merhamet buldular. Kardeşler, Tanrı’nın merhameti hiç beklemediğimiz bir yerde bile karşımıza çıkıyor.

 

Böylece Firavun’un yüreği katılaştırılıyor. Tanrı’nın merhameti Firavun’a gösterilmiyor ve isyanında bile Rab’bin gücünün ve yüceliğinin sözcüsü oluyor, çünkü isteseler de istemeseler de Rab’bin bütün işleri Tanrı’nın yüceliğini anlatır.

 

İnsana Bağlı Değildir

Dolayısıyla, Tanrı’nın Yakup’a göstermiş olduğu bu merhamete, İbrahim’e ve İsrail’e göstermiş olduğu bu sevgiye gücenirseniz ya da kızarsanız Müjde’ye gücenmiş, Müjde’ye kızmış olursunuz. Ve bu saldırganca bir tavırdır. Yaptığınız Tanrı’ya karşı haksızlık olur… Dünyanın adil saydığı gibi adil olmaz.

Ama bu merhamet insanı alçaltır. Ve eğer günahınızı düşünürseniz, o zaman bilirsiniz. Kurtuluşunuz sizin isteğinize ya da yaptığınız herhangi bir şeye bağlı değildir. Bu gerçeği içinizde bilirsiniz. Kendi kendinizi iyileştirme, düzeltme çabalarınızı bir düşünün… Halâ aynı günahın yakanızı bırakmadığını, tüm çabalarınızın halâ yetersiz olduğunu görürsünüz. Tanrı’nın lütfunun devamı da bunlara bağlı değildir. Bunu biliyorsunuz. Bu övüneceğimiz bir doktrin değil, bu bir gurur meselesi değil. Bu öğreti bizi alçaltan bir öğretidir.

 

Kardeşler, bu öğreti aynı zamanda bir teselli kaynağıdır. Sevdiklerimizi kurtarmak için tek başımıza yapabileceğimiz hiçbir şey olmasa da – onlar için Mesih’ten ayrılamayız – onları merhamet sahibi Tanrı’ya emanet edebiliriz. Dua edebilir ve Müjde’ye tanıklık edebiliriz. Kendi yaptıklarımız ya da performansımızla değil, Mesih’in lütfuyla tanıklık edebiliriz. Rabbimiz İsa Mesih’le, O’nun çarmıhıyla, O’nun gücüyle ve günahları içinde kaybolanları kurtarma yeteneğiyle övünebiliriz.

 

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.