Rabbin sevgili antlaşma halkı ve sevgili misafirler, yaşamlarımız iyi haberler duymayı özlemle beklediğimiz anlarla doludur, öyle değil mi? Beklediğimiz bu iyi haber kimi zaman bir iş başvurusunun sonucu olabilir, kimi zaman okumak istediğimiz bir okula kaydımızın yapılıp yapılmadığı hakkında olabilir, kimi zaman da sağlığımız konusunda yaptırdığımız testlerin sonuçlarını beklemek olabilir. Bazen saatlerce, bazen günlerce bazen de aylarca beklemek zorunda kalabiliriz; ne yaparsak yapalım aklımız her zaman beklediğimiz bu iyi haberde kalır. Acaba işe kabul edildim mi? Acaba okula kaydımı yaptırabildim mi? Acaba sağlıklı mıyım? Ve duymayı sabırsızlıkla beklediğimiz iyi haberi duyduğumuzda o an bizden daha mutlusu yoktur, ne kadar beklemek zorunda kalmış olursak olalım, aldığımız bu iyi haber sonucunda beklediğimiz onca zamana ve harcadığımız onca emeğe değdiğini hissederiz.

İşte bugün bakacağımız pasajda da karşımıza belki ilk başta fark edemediğimiz, ancak pasajın bağlamına ve pasajı çevreleyen tarihsel olaylara baktığımızda tam olarak yukarıda sizlere bahsettiğim durumlara benzer bir durumun karşımıza çıktığını göreceğiz. İyi bir haber duymaya muhtaç, iyi habere aç koca bir ulusun karşımıza çıktığını göreceğiz ve bu ulusun nesillerdir, binlerce yıldır beklediği Kurtarıcıları hakkında Tanrı’nın onlara vereceği vaade bakacağız. “İşay’ın kütüğünden yeni bir filiz çıkacak, Kökünden bir fidan meyve verecek.  RAB’bin Ruhu, bilgelik ve anlayış ruhu, Öğüt ve güç ruhu, bilgi ve RAB korkusu ruhu Onun üzerinde olacak” (Yeşaya 11:1-2). Bu vaat Tanrı’nın halkına sağlayacağı mutlak kurtuluşu getirecek olan kişi hakkındadır, bu pasaj Rabbimizin İsa Mesih’in gelişini müjdeleyen bir pasajdır, kurtuluşumuz için doğacak olan çocuk hakkındadır.

Öyleyse biz de pasajımıza, Tanrı’nın kurtuluşumuz için doğacak olan bu çocuk aracılığıyla bizlere nasıl bir kurtuluş vaat ettiğine yakından bakalım. Pasajımıza şu üç nokta ile bakacağız:

  • 1-2 Kurtuluş vaadi
  • 3-5 Kurtuluşun sonuçları
  • 6-7 Kurtuluş kaynağı

Kral Süleyman’ın ölümünden sonra İsrail Krallığı ikiye bölünmüştü; kuzeyde İsrail Krallığı, güney de ise Yahuda Krallığı olarak. Ve Yeşaya İsa Mesih’in doğumundan yaklaşık olarak 700 yıl önce Yahuda Krallığı’nda yaşamış bir peygamberdi. Yeşaya İsa Mesih’in gelişi, yaşamı ve çekeceği acılar hakkında öylesine kesin şeyler söyler ki, kilise babaları Yeşaya kitabı için “beşinci müjde kitabı” benzetmesi yapmışlardır; Yeşaya Kitabını Yeni Antlaşma’nın ilk dört kitabı olan Matta, Markos, Luka ve Yuhanna kitaplarına benzetirler. Çünkü Yeşaya İsa Mesih’in doğumundan 700 yıl kadar önce yaşamış olmasına rağmen halkını düşmanlarından kurtaracağı müjdelenen kişi hakkında, yani İsa Mesih hakkında neredeyse İsa’nın öğrencileri kadar bilgi sağlar. Adem’le Havva’nın günaha ilk düşüşünden itibaren RAB Tanrımız gelecek olan Mesih’in müjdesini paylaşıyor olmasına rağmen, Yeşaya aracılığıyla beklenen bu kişinin kim olduğunu neredeyse tamamen gözler önüne serer, ve bunu da yaklaşık 700 yıl önce yapar.

Öyleyse vaazımızın ilk noktasına yakında bakalım, yani “kurtuluş vaadine.”

Yeşaya’nın dokuzuncu bölüme nasıl başladığına dikkat ettiniz mi? “Bununla birlikte sıkıntı çekmiş olan ülke karanlıkta kalmayacak” der Yeşaya. Burada dikkat etmemiz gereken iki şey vardır; ilk olarak dokuzuncu bölümden önce ne olduğunu anlamamız gerekiyor çünkü Yeşaya “bununla birlikte” derken az önce yazdıklarından farklı bir şey yazmak üzere olduğunu bizlere bildiriyor, işte bu yüzden de bu pasajı doğru anlayabilmemiz için Yeşaya’nın önceki bölümlerde neyden bahsettiğine bakmamız gerekiyor. İkinci olarak da Yeşaya bizlere bir sıkıntıdan bahsediyor, peki bu sıkıntı neydi? Bu iki noktaya aynı anda bakalım öyleyse.

Kuzeydeki İsrail Krallığı ve güneydeki Yahuda Krallığı RAB Tanrı’yı neredeyse tamamıyla unutmuşlardı, O’nun tapınağın da bile putlara tapıyorlardı. Bunda dolayı Tanrı’nın Yeşaya kitabında okuduğumuz  ilk sözlerin bu olduğunu duyduğumuza aslında hiç şaşırmamalıyız. Yeşaya 1:2’de RAB şöyle diyor: “Ey gökler dinleyin, ey yeryüzü kulak ver! Çünkü RAB konuşuyor: “Çocuklar yetiştirip büyüttüm, Ama bana başkaldırdılar. Öküz sahibini, eşek efendisinin yemliğini bilir, Ama İsrail halkı bu kadarını bile bilmiyor, Halkım anlamıyor.” Rabbin Mısır’da kölelikten kurtardığı, hiçbir umudu, yeri, yurdu olmayan bu halk, RAB sayesinde özgür ve esenlik içinde olmalarına rağmen, RABBİ tamamen unutmuşlardı. Kendilerini koruyanın, gözetenin RAB olduğunu unutup putlara bel bağlamaya başlamışlardı; işte bu yüzden de hem ahlaksal olarak hem de politik olarak yok oluşa doğru gitmekteydiler.

Bunun ilk işaretleri Yeşaya’nın yaşadığı dönemde gerçekleşmeye başlar. Yeşaya’nın dokuzuncu bölüm birinci ayette bahsettiği bölgeler bu açıdan bir rastlantı değildir. Yeşaya 9:1’de hatırlayalım: “Geçmişte Zevulun ve Naftali bölgelerini alçaltan Tanrı, gelecekte Şeria Irmağı’nın ötesinde, Deniz Yolu’nda, ulusların yaşadığı Celile’yi onurlandıracak.” Bu yerler krallığın kuzeydoğu ucuydu ve diğer bölgelere kıyasla en fazla istilaya ve saldırılara uğrayan bölgelerdi. Buralar Yeşaya’dan yaklaşık 200 yıl önce Aram Kralı Ben-Hadad tarafından işgal edilmiş, hali hazırda başka birçok ulusun yaşadığı bir bölgeydi (1.Krallar 15:20). Yeşaya’nın bu ayetleri yazmasından hemen önce de bu bölgeler tekrar istilaya uğramıştı, ancak bu defa çok daha farklı bir krallık bu bölgeye gelmişti, bu da dönemin süper gücü Asur krallığıydı. Kendisine “tüm dünyanın kralı” diyen III. Tiglat-Pileser İsrail Krallığının çoğunu işgal etmiş ve ele geçirdiği bölgedeki herkesi doğuya sürmüştü. İsrail Krallığının elinde yalnızca başkenti Samiriye ve yakın çevresinde bazı şehirler kalmıştı. III. Tiglat-Pileser İsrail topraklarının çoğunu ilhak edip Samiriye’yi kukla bir devlet haline getirmişti. Yeşaya’nın adlarını andığı bu bölgeler artık İsrail krallığına ait bile değildi. Ama Tanrımız özellikle bunca istilaya ve yıkıma uğramış bölgeyi onurlandıracağını söyler ve Yeşaya 9:2’de şunu söyler: “Karanlıkta yürüyen halk Büyük bir ışık görecek; Ölümün gölgelediği diyarda Yaşayanların üzerine ışık parlayacak.”

Kopkoyu bir karanlıkta her an ölümle yüz yüze yaşamış olan halklar büyük bir ışık görecek, RAB bu büyük ışıkla bu bölgeleri onurlandıracaktı. Bu ışık neydi, ya da kimdi? 700 yıl sonra Matta bizlere bu kişinin kim olduğunu açıkça söylüyor; Kutsal Kitap, Kutsal Kitap’ı açıklıyor: Matta 4:12-17’de şunu okuyoruz: “İsa, Yahya’nın tutuklandığını duyunca Celile’ye döndü. Nasıra’dan ayrılarak Zevulun ve Naftali yöresinde, Celile Gölü kıyısında bulunan Kefarnahum’a yerleşti. Bu, Peygamber Yeşaya aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu: “Zevulun ve Naftali bölgeleri, Şeria Irmağı’nın ötesinde, Deniz Yolu’nda, Ulusların yaşadığı Celile! Karanlıkta yaşayan halk, Büyük bir ışık gördü. Ölümün gölgelediği diyarda Yaşayanlara ışık doğdu.” O günden sonra İsa şu çağrıda bulunmaya başladı: “Tövbe edin! Çünkü Göklerin Egemenliği yaklaştı.” Matta’nın RABBİN Eski Antlaşma’da verdiği vaadi yerine getirdiğini nasıl söylediğine dikkat edin lütfen:  “Bu, Peygamber Yeşaya aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu.” Verdiği her vaade sadık olan, güvenilir Tanrımız, halkına verdiği bu vaadini İsa Mesih ile yerine getirir. RAB bu büyük ışığı, kurtuluş ışığını insanları hiçe saydığı ve orada yaşayanların da ikinci sınıf vatandaş yerine koyuldukları, Yahudilerin tamamen küçümsediği, sürekli savaşlardan dolayı gelişememiş bu bölgeye gönderir. RAB bu büyük ışığı, şaşalı sarayların olduğu büyük şehirlere, politik ve ekonomik gücü elinde tutan insanların yaşadığı yerlere göndermez; ama merhameti bol olan Tanrımızın varlığıyla onurlandıracağı yer Celile’dir. Ve Rab bunu neden yaptığını da bizlere açıklar, bakın Rabbimiz aynı şeyi merak eden Ferisilere Markos’ta ne söylüyor: “Ferisiler’den bazı din bilginleri, O’nu günahkârlar ve vergi görevlileriyle birlikte yemekte görünce öğrencilerine, “Niçin vergi görevlileri ve günahkârlarla birlikte yemek yiyor?” diye sordular. Bunu duyan İsa onlara, “Sağlamların değil, hastaların hekime ihtiyacı var. Ben doğru kişileri değil, günahkârları çağırmaya geldim” (Markos 2:16-17). İşte Rabbin Yeşaya aracılığıyla müjdelediği kurtuluş vaadi buydu, RAB günahkârları çağırmak üzere gelecekti ve geldi. RAB kopkoyu bu karanlığa büyük bir ışık olarak gelip kendisine iman edenleri en büyük düşmanlarından, günah ve ölümden kurtarmak için gelecekti ve geldi. Ve RAB bu ışığı kimsenin ummadığı bir yerde ortaya çıkardı ki kurtuluşun yalnızca RABBİN gayretiyle sağlanacağı ve kimsenin kendi eylemleriyle bu kurtuluşu hak edemeyeceği açıkça bilinsin.

Peki, bu nasıl bir kurtuluştu, RAB halkını Asur’un güçlü elinde kurtarmayı mı vaat ediyordu yalnızca, yoksa RAABİN vaadi bundan çok daha fazlası mıydı? RAB halkını kurtardığında ne olacaktı? Bu da bizi vaazımızın ikinci noktasına getirir; “kurtuluşun sonuçlarına.” Yeşaya’nın bu kurtuluşun sonuçlarının ne olduğunu bizlere ilettiği ayetleri tekrar hatırlayalım, 9:3-5’i tekrar okuyalım: “Ya RAB, ulusu çoğaltacak, sevincini artıracaksın. Ekin biçenlerin neşelendiği, Ganimet paylaşanların coştuğu gibi, Onlar da sevinecek senin önünde. Çünkü onlara yük olan boyunduruğu, Omuzlarını döven değneği, Onlara eziyet edenlerin sopasını paramparça edeceksin; Tıpkı Midyanlılar’ı yenilgiye uğrattığın günkü gibi. Savaşta giyilen çizmeleri Ve kana bulanmış giysileri Yakılacak, ateşe yem olacak.”

MÖ 8. Yüzyılda Yeşaya’nın bu ayetlerdeki sözlerini duymuş olanlar elbette ki yaşadıkları korkunç sıkıntılardan RABBİN kendilerini kurtaracağını düşündüler; Yahve’nin Asurluları dize getireceğini, Aram Krallığını dizginleyeceğini umuyorlardı. Yeşaya’nın bu sözlerini işittiklerinde İsrail’in başkenti Samiriye henüz yerle bir edilmemiş, kuzey krallığındaki Yahudiler Asur’a, Nineve’ye ve ötesine sürgün edilmemişlerdi. Yeruşalim Babilliler tarafında henüz talan edilmemiş, tapınak henüz yıkılmamıştı. Yeşaya’nın sözlerine kulak verdiklerinde başlarına daha büyük bir yıkım geleceğinin henüz farkında değildiler.

Ve de Yeşaya’nın bu sözlerinin arkasında RABBİN vaat ettiği asıl kurtuluşu görememişlerdi. Çünkü bu sözlerin yalnızca dünyasal bir krallıkla alakalı olduklarını düşündüler. Yüzyıllar geçtiğinde ve vaat edilen Mesih İsa dünyaya geldiğinde dahi hala RABBİN kurtuluş vaadini anlamamışlardı. RABBİN kendi eliyle sağlayacağı kurtuluşun, yalnızca gözleriyle gördükleri düşmanlarından kurtulacaklarını düşünüyorlardı; ama aslında çok daha büyük düşmanları vardı ve bunlar alt edilmedikçe diğerlerinin alt edilmesinin pek de önemi yoktu; bu düşmanlar günah ve günahın sonucu olan ölümdü.

Yeşaya bu yüzden önceki bölümlerde şunu söyler: “İşte, kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacak.” İmmanuel, “Tanrı bizimledir” demektir. Adı İmmanuel olacak olan bu kişi, halkının sevincini arttıracak ve ganimeti halkıyla paylaşacaktı. İmmanuel’in paylaşacağı bu ganimet ne olacaktı, kime karşı zafer kazanacaktı? Bu zafer en büyük düşmanımıza karşı kazanılacaktı ve ganimetimiz de öyle büyük olacaktı ki artık RABBİN önünde durup, O’nunla sevinebilecektik. İşte bu yüzden Pavlus I. Korintliler’de şöyle diyor: “Ey ölüm, zaferin nerede? Ey ölüm, dikenin nerede?” Ölümün dikeni günahtır. Günah ise gücünü Kutsal Yasa’dan alır. Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla bizi zafere ulaştıran Tanrı’ya şükürler olsun! “(1. Kor. 15:55-56). RAB zaferi günaha ve ölüme karşı kanacaktı ve ganimeti de sonsuz yaşam olacaktı. Yalnızca Asur ya da Babil’in elinde kurtuluş değil, ancak günahın esaretinden kurtuluştu.

Bu bizler için neden önemli? Çünkü 2700 yıldır güneşin altında yeni  bir şey yok, o dönemde yaşayan insanlarla aynı boyunduruk altında yaşıyoruz, günahın boyunduruğu altında yaşıyoruz, “çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı.” Kutsal Kitap’ın da dediği üzere, “insan neye yenilirse onun kölesi olur.” Ve günahın boyunduruğu altında yaşadığımız bu hayatta işlediğimiz günahların ücreti de ölümdür, RABBİN haklı gazabı altında yaşıyoruz. Ama Yeşaya aracığıyla Tanrı, bizleri bu boyunduruktan ve omuzlarımızı döven bu değnekten kurtaracağını müjdeliyor. Peki, Tanrı bunu nasıl yapacaktı? İşlenen günahları tümünü yok mu sayacaktı? Merhamet göstermek için adaletini bir köşeye mi bırakacaktı? Tüm olan bitene gözünü mü yumacaktı? Hayır, işlenen her günahın ücreti ödenecekti. İmmanuel bizlerin ödemesi gereken bedeli ödeyecekti ama nasıl? Yeşaya, 53.bölümde bunu bizlere şöyle bildiriyor: “Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, Acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, Vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza Ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk.” RAB, halkını kurtarmak için günahın ücreti olan ölümü kendisi yüklenecekti. RAB, halkını kurtarmak için kendi omuzlarının dövülmesine izin verecekti. RAB, halkını kurtarmak için “Oğlu’nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi.” Tanrı neden bunu yaptı? “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.”

Ve Yeşaya bizlere RABBİN sağlayacağı kurtuluşun mutlak bir barış getireceğini söyler beşinci ayette. En büyük düşman yenildiğinde, artık ölümün ve günahın gücü kalmadığında, RAB halkının suçlarının bedelini ödediğinde mutlak bir esenlik sağlanacak. Kısacası, Yeşaya RABBİN kurtuluşu savaşlarla değil, ancak mutlak bir barışla sağlayacağını müjdeler.

Ve Yeşaya, Tanrı’nın gerçekleştireceğini vaat ettiği kurtuluşun sonuçlarından bahsettikten sonra son olarak da kurtuluş kaynağından bahseder, bu da bizi vaazımızın son noktasına getirir; “kurtuluş kaynağı.” Yeşaya 9:6-7 ayetleri tekrar hatırlayalım: “Çünkü bize bir çocuk doğacak, Bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak. Davut’un tahtı ve ülkesi üzerinde egemenlik sürecek. Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle, doğrulukla kuracak Ve sonsuza dek sürdürecek. Her Şeye Egemen RAB’bin gayreti bunu sağlayacak.”

Her ne kadar vaazımızın ikinci noktasında sizlere bu kaynağın kim olduğundan bahsetmiş olsam da, Yeşaya bu kişinin kim olduğunu altıncı ayete kadar gözler önüne sermez. Yeşaya, binlerce yıldır Mesih’in yolunu gözleyen Tanrı halkına bu sözleri söylediğinde, onların kimden bahsettiğini anlamaları için daha fazla bir şey söylemesine gerek yoktu. Evet, bu kişi Aden bahçesinde yılanın başını ezeceği müjdelen kişiydi; bu kişi Yahuda’nın krallık asasıydı; bu kişi sonsuzluk boyunca Davut’un tahtında hüküm sürecek olan kişiydi; bu kişi tüm Kutsal Yazıların işaret ettiği kişiydi. Ve Tanrı kurtuluş tarihi boyunca ilk defa bu kişi hakkında bu kadar açık bir şekilde halkına seslenmekteydi, demek ki Tanrı halkının kurtuluşu çok yakın olmalıydı. Ancak, Tanrı halkının yaklaşık 700 yıl kadar daha beklemek zorunda kaldığını görüyoruz.

Yeşaya, bu kişinin rastgele doğacak bir çocuktan ziyade, bizlere verilecek bir çocuk olduğunu söyler; yani Tanrı’nın bu çocuğun doğuşunda tamamen aktif olduğunu bizlere belirtir. Adının ne olacağından, nasıl işler başaracağından ve egemenliğinin nasıl olacağından bahseder ama bu çocuğun ne zaman doğacağından bahsetmez, çünkü Yeşaya’nın kendisi de bilmiyordu. Ancak Yeşaya’nın bildiği şeylerin başında bu kişinin Tanrısal bir doğaya sahip olacağıydı; çünkü ancak Tanrı’nın kendisi tüm bunları başarabilirdi, ancak Tanrı’nın kendisi bu isimlere sahip olabilirdi, kısacası Yeşaya Tanrı’nın kendisinin insan benzeyişinde dünyaya geleceğini çok net bir şekilde anlamıştı ve anlatmıştı. Aslında, bekledikleri kurtarıcının neden dünyaya gelmesi gerektiğini tam olarak anlamayan Tanrı halkı, bu kişinin Tanrısal bir doğaya sahip olması gerektiğini çok iyi anlamışlardı; bu yüzden de gerek Yahya’ya gerekse de İsa’nın kendisine defalarca: “Beklediğimiz Mesih sen misin” diye sormuşlardır.

Bizlere verilecek olan bu çocuğun isimleri Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak der Yeşaya. Harika Öğütçü; İbranicesinde Harika ve Öğütçü iki farlı isim olarak verilebilir, ancak geleneksel olarak tüm isimler bir tamlama şekilde alındığından biz de Harika Öğütçü olarak bakacağız. Yeşaya bu ismi taşıyan çocuğun RAB adına görenleri şaşkına çeviren işler yapacağından bahseder ve Tanrı halkını bilge bir Çoban gibi güdeceğinden. Güçlü Tanrı, İbranice’den “Güçlü Savaşçı Tanrı” olarak da çevirebiliriz; bu kişinin Tanrısal bir doğaya sahip olacağından ve halkının düşmanlarıyla onlar için savaşacağına işaret eder. Aynı şekilde Ebedi Baba olarak da Tanrısal bir doğaya sahip olacağını bizlere iletir. Esenlik Önderi olacak olan bu kişinin egemenliğinde mutlak, arzulanan ve sarsılmayan bir barışın olacağını da okuyoruz.

Tüm bu isimlerin yanı sıra, RABBİN antlaşmasına ne kadar sadık olduğunu görüyoruz yedinci ve son ayette. RAB, yüzyıllar önce Davut’a verdiği sözü unutmamıştır: “Sen ölüp atalarına kavuşunca, senden sonra soyundan birini ortaya çıkarıp krallığını pekiştireceğim. Adıma bir tapınak kuracak olan odur. Ben de onun krallığının tahtını sonsuza dek sürdüreceğim. Ben ona baba olacağım, o da bana oğul olacak” (2. Sam. 7:12-14). Peki, tüm bunları olacağının güvencesi kimdir? Neye ya da kime güvenebiliriz? Yeşaya bunun cevabını bizlere çok net bir şekilde iletiyor: RABBİN gayreti, RABBİN kendisi sayesinde tüm bunlar olacaktır ve Tanrı’yı durdurabilecek kimse yoktur.

Sevgili kardeşler, Yeşaya dâhil Eski Antlaşma’daki peygamberlerin tümü gelecek olan kişi hakkında bizim sahip olduğumuz kadar bilgiye sahip değildi. Bu kişinin nerede ve ne zaman doğacağını, tam olarak ne şekilde halkını özgürlüğüne kavuşturacağını bilmiyorlardı. Ancak, Üçlü Birlik Tanrısı bu sırrı Mesih’in doğuşuyla tamamen gözler önüne serdi. İşte bu yüzden Pavlus şöyle der: “Görevim, Tanrı’nın sözünü, yani geçmiş çağlardan ve kuşaklardan gizlenmiş, ama şimdi O’nun kutsallarına açıklanmış olan sırrı eksiksiz duyurmaktır. Tanrı kutsallarına bu sırrın uluslararasında ne denli yüce ve zengin olduğunu bildirmek istedi. Bu sırrın özü şudur: Mesih içinizdedir. Bu da size yüceliğe kavuşma umudunu veriyor (Koloseliler 1:26-27).” Sevgili kardeşler, işte sizler de bu sırra Mesih sayesinde ortak edildiniz, artık sizler de RAB sayesinde günahı ve ölümü yendiniz. Mesih sizin yerinize çarmıha gerildiğinde ve ölmeden hemen önce “tamamlandı” dediğinde, sizin kurtuluşunuz da tamamlandı. O’na iman eden kişiler olarak kimse sizin elinizden bu kurtuluşu çalamaz, kimse sizi bir daha günahın kölelik boyunduruğuna sokamaz. Sizler Mesih’le birlikte çarmıha gerildiniz, Mesih’le birlikte dirildiniz ve Mesih’le birlikte yaşıyorsunuz. O yüzden, müjdeye layık yaşamlar sürmeniz gerekmez mi? Sizleri kurtarmak için tüm yüceliğini bir kenara bırakıp günahkârlar arasında yaşamış, tüm aşağılanmalarına katlanmış ve çarmıhta utanç dolu bir ölüme boyun eğmiş olan Mesih’in yaptıklarını karşısında sizin de müjdeye layık yaşamlar yaşamaya gayret etmeniz gerekmez mi? Ruh isteklidir ama beden güçsüzdür, RAB doğamızı bilir, toprak olduğumuzu anımsar. Bu yüzden RAB’den dileyin, RAB merhametlidir ve o sizleri güçlendirecektir.

Peki, hala iyi bir haber bekleyen sizler; yeri, göğü ve içindeki her şeyi yaratan Tanrının kurtuluşunuz için Mesih İsa aracılığıyla nasıl bir kurtuluş sağladığını işitenler, RAB sizlere beklediğiniz haberlerinin en iyisini vermişken hala başka haberleri mi bekleyeceksiniz yoksa alçakgönüllü bir şekilde işittiklerinizi kabul mü edeceksiniz? Bakın İsa Mesih bizlere ne söylüyor: “Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur… Diriliş ve yaşam Ben’im. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek” (Yuhanna 8:12, 11:25).

İşte bugün bizler de RABBİN Yeşaya aracılığıyla vaat ettiği kurtuluşun tanıklarıyız, bizler de Yeşaya gibi umudumuzu aynı kurtarıcıya bağlıyoruz. Çünkü güvencemiz kendimiz ya da başka insanlar değildir; kurtuluşumuz için RABBE güveniyoruz ve biliyoruz ki “RAB’bin gayreti bunu sağlayacaktır.”

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla. Amin.