1. Krallar 18:1-16
Rabbin sevgili ev halkı, zor durumda olanlara, mazlumlara, savaş esirlerine, soykırıma uğrayanlara zulüm edenlerin içinden, zulüm edenlerin tarafından gizlice yardım edenlere hepimiz oldukça fazla saygı ve sempati duyarız, öyle değil mi? Aklımıza hemen 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yardım eden Almanlar gelmiş olabilir. Bu konuda birçok film de çekilmiştir. Aklımıza belki de ilk gelen filmlerden biri Schindler’in Listesi. Bu filme konu olan Oscar Schindler tahminen 1200 kadar Yahudi’yi kurtarmıştı. Litvanya’da ise Karl Plagge adındaki bir Alman Subayı 2000 kadar Yahudi’yi soykırımdan kurtarmıştır. Schindler ve Plagge gibi kişiler canları pahasına, servetleri pahasına ve hatta hatta sevdiklerinin canı pahasına doğru olanı yapmayı göze alan kişilerdi. Bu tarz kişilerin hayatlarını okuduğumuzda sıra dışı kişiler olduklarını hemen fark ediyoruz, çünkü bu kişiler yalnızca doğru olanın ne olduğunu bilen kişiler değildi, ama doğru olanı her durumda yapacak cesarete sahip kişilerdir.
İşte bugün karşımızda Oscar Schindler gibi, Karl Plagge gibi gizli bir kahraman çıkıyor. Bu kişi hala atalarının Tanrısına, ülkesinin gerçek kralına bağlı olan Ovadya’dır. Bu Ovadya, Eski Antlaşma’daki Ovadya kitabının yazarı değildir ama RAB bu Ovadya’yı da kurtuluş planı için oldukça önemli bir şekilde nasıl kullandığına bakacağız bugün. Koşullar ne olursa olsun, hangi durumda RAB’be hizmet etmesi gerekirse gereksin, Ovadya imanla ve sadakatle RAB’be hizmet eder, tarihin en kötü krallarından biri olan Ahav’ın krallığı döneminde bile.
Şimdiye kadar RAB karşımıza Ahav’ı, İzebel’i, İlyas’ı ve Fenikeli dul kadını çıkarmıştı, şimdi de isminin anlamı RAB’bin hizmetkârı olan Ovadya’yı çıkarıyor. Biz de bugünkü pasajımıza Ovadya’nın gözünden bakmaya çalışacağız. Hangi koşullarda RAB’be sadık olduğuna, içinde bulunduğu koşulların inancını ne ölçüde etkilediğine ve RAB’bin olmasını istediği konumda RAB’be ne kadar sadık olup olmadığına bakacağız. Ovadya için yaşamın ve korkunun kaynağının ne olduğuna bakacağız, ki vaazımız da bu iki nokta üzerinde şekillenecek:
- 18:1-6 Yaşamın Kaynağı
- Putlardan ve doğadan medet ummak
- RAB Tanrı’dan medet ummak
- 18:7-16 Korkunun Kaynağı
- Putlardan korkmak
- RAB Tanrı’dan korkmak
Geçen haftaki vaazımızda İlyas ve Fenikeli dul kadının kıtlık boyunca her durumda gösterdikleri itaatle, ne tür bir sıkıntıdan geçerlerse geçsinler imanla RAB’bin yüceliği için nasıl yaşadıklarına bakmıştık. Vaazımı Daniel 3:17-18’deki ayetleri okuyarak bitirmiştik, bu ayetlerde başka ilahlara tapmayı reddeden Şadrak, Meşak, Abed-Nego’nun ölümle karşı karşıyayken bile RAB Tanrımıza nasıl imanla ve büyük bir itaatle bağlı olduklarını okumuştuk. “Kızgın fırına atılsak bile, ey kral, kendisine kulluk ettiğimiz Tanrı bizi kızgın fırından kurtarabilir; senin elinden de bizi kurtaracaktır. Ama bizi kurtarmasa bile bil ki, ey kral, ilahlarına kulluk etmeyiz, diktiğin altın heykele tapınmayız.” Üçlü Birlik Tanrısı’nın kendilerini kurtarmaması ihtimali karşısında bile RAB’be iman eden bu üç kişinin imanlarının bizlerin de hayatlarımızda sergilememiz gerektiğinden bahsetmiştik. RAB, kendi iyi isteği uyarınca hayatımızdaki zor zamanları sıkıntıları kendisine daha çok güvenmemiz, imanımızın büyümesi ve bazen de ısrarla işlediğimiz günahlardan bizleri döndürmek için kullandığını okumuştuk.
Ve işte geçen hafta İlyas ve Fenikeli kadın aracılığıyla bizlere seslenen RAB, bugünde İsrail tarihinin gelmiş geçmiş en kötü krallarından biri olan Ahav zamanında kendine ayırdığı ve aracılığıyla adını yücelttiği Ovadya’nın hayatıyla sesleniyor. Ovadya, kurtuluş tarihi boyunca RAB’be sadakatle ve her durumda hizmet eden ve Kutsal Kitap’ta adları geçen bazı diğer imanlıları bizlere hatırlatıyor. Örneğin, Kral Darius zamanında yine Ovadya gibi kral için çok önemli bir mevkide çalışmış olan Daniel’i. Daniel de Babil Kralı Darius gibi bir kral döneminde RAB’be sadakatle hizmet etmiş, Darius tarafından imanı yüzünden öldürülmek üzere aslan inine atılmıştı, ama Oğul Tanrı o gün Daniel ile birlikteydi. Ya da aklınıza Yusuf geliyor olabilir. İlk önce Potifar’a hizmet eden ve daha sonra Firavun’un sağ kolu olan Yusuf, RAB’bin kendisini getirdiği konum aracılığıyla RAB’bin halkına çok büyük hizmetlerde bulunmuş, onları kıtlıktan korumuştu. Ve yine RAB’bin Yusuf gibi, Daniel gibi kendi halkını korumak ve adının yüceliği için RAB’den korkmayan, asi bir kralın döneminde yüksek rütbeli bir kişiyi kendisine ayırır. Bu kişi de Ovadya’dır. Kimi teologlara göre kraliyet mülkünü denetleyen ve muhtemelen kraliyet ticareti ve madenciliğinden de sorumlu olan kişidir Ovadya, ve kimine göre de Yusuf gibi, kraldan sonra ikinci kişidir. Ovadya hangi rolde olursa, ne kadar büyük bir güce sahip olursa, Kutsal Kitap bizlere, Ovadya RAB’den çok korkuyordu diyerek bize Ovadya’nın aslında kim olduğunu gösterir. Çünkü Ovadya yaşamın kaynağının ne olduğunu biliyordu ve bu da bizi vaazımızın ilk noktasına getirir; yaşamın kaynağı.
Birinci ayette kuraklığın artık üçüncü yılında olduğunu okuyoruz. Birinci yılda Ahav ve İsrail halkı, “bir yıl yağmur yağmaması oldukça normal, seneye kesin yağar demiş” olabilirler. İkinci yılda artık bir şeylerin sıra dışı olduğunu anlamış olmalılar ve akıllarından “acaba bu gerçekten de Yahveh’den gelen bir ceza mı” diye geçmiş olabilir. Ama artık üçüncü yılına giren kıtlıktan dolayı, kimsenin aklında bir soru işareti kalmış olamaz, evet, bu işin içinde gerçekten de ilahi bir güç var. İşte kıtlık artık iyice şiddetlenmişken, insanlar zaten bir sene öncesinden beri açlık ve susuzluktan dolayı ölmeye başlamışken RAB İlyas’a seslenir, İbranicesi “RAB’bin sözü İlyas’a gelir.”
Unutmayalım ki yaşanan bu kıtlıkta RAB’bin halkı da asi ve günahkâr liderler yüzünden, asi ve günahkâr halkla ve liderlerle birlikte RAB’bin terbiyesi altındadır. Rable yaptıkları antlaşmaya sadakatsizlik eden halk yüzünden, RAB’be sadık olan imanlılar da aynı cezadan dolayı acı çekmektedir. Nasıl Samiriye ve Yeruşalim düştüğünde günahlarında ısrar eden İsrailliler sürgüne gönderildiyse, aynı zamanda RAB’be gönülden bağlı ve putlara tapmayan İsrailliler de sürgüne gönderilmişti. Ama RAB’be sadık olan, imanla RAB’be güvenen kişilerin sıkıntı anlarında RAB’bin vaatlerine güvenmeyen kişilerden çok farklı davrandıklarına tanık oluyoruz. Buna bugünkü pasajımızda da tanıklık edeceğiz.
RAB’bin sözünü işiten İlyas, yine RAB’be sessiz ve sadık bir şekilde itaat eder. RAB’bin İlyas’tan isteği şeylerin her defasında daha da zor şeyler olmasının İlyas’ın itaatinde bir değişikliğe sebep olduğunu görmüyoruz, İlyas’tan gelen herhangi bir itiraza şahit olmuyoruz. RAB İlyas’a önce Kerit Vadisinde saklamasını söylemiş, daha sonra da kendisini öldürmek için arayan İzebel’in babasının krallığına gitmesini istemişti. Şimdi de direkt olarak, saklanmadan kralın huzuruna çıkmasını istemiştir. Her defasında daha da zor gözüken RAB’bin isteğine karşın İlyas, imanla RAB’be itaat eder. Kerit Vadisinde kendisiyle ilgilenen ve Sarefat’ta düşmanlarının hemen yanı başında ona sofra kuran RAB’be güvenir.
Ve kıtlığın artık yalnızca kırsal bölgelerde değil ama krallığın başkenti olan Samiriye’yi de oldukça zor bir durumda bıraktığını okuyoruz. Ve işte tam bu noktada karşımıza Ovadya çıkıyor. Krallar kitabının yazarı iki ayetle Ovadya’yı bize tanıtıyor ve şöyle diyor: “Ahav sarayının sorumlusu Ovadya’yı çağırdı. –Ovadya RAB’den çok korkardı. İzebel RAB’bin peygamberlerini öldürdüğünde, Ovadya yüz peygamberi yanına alıp ellişer ellişer mağaralara gizlemiş ve yiyecek, içecek gereksinimlerini karşılamıştı” (1.Kr. 18:3-4). Ovadya, kıtlığın ve göklerin kapanmasının RAB’bin direkt müdahalesi olduğunu anlamış ve bunun sonucunda RAB’den korkarak O’na sadık olanlara yardım etmişti. İzebel ve Ahav imanlıları köşe bucak avlarken, Yahveh’nin adını İsrail’den tamamen silmeye gayret ederken ve imanlıların adeta soyunu kurutmaya çalışırlarken Ovadya RAB’den korktu ve RAB’bin halkına sahip çıktı.
Bizlere iki ayetle Ovadya’nın kıtlık döneminde ne yaptığını ve umudunun kimde olduğunu açıklayan Krallar kitabı yazarı, hemen ardından yine iki ayetle Ahav’ın da yüreğini gözler önüne serer: “Ahav, Ovadya’ya, ‘Haydi gidip ülkedeki bütün su kaynaklarıyla vadilere bakalım’ dedi, ‘Belki atlarla katırların yaşamasını sağlayacak kadar ot buluruz da onları ölüme terk etmemiş oluruz.’ Ahav’la Ovadya, araştırma yapmak üzere ülkeyi aralarında bölüştükten sonra, her biri yalnız başına bir yöne gitti” (1.Kr. 18:5-6). Ovadya’nın aksine Ahav’ın ne yaptığını görüyoruz? Ahav’ın yüreğinin nerede olduğunu okuyoruz? Ahav, karısı İzebel’in RAB’bin halkını gözleri önünde öldürmesini hiçbir şey olmuyormuş gibi izliyor. Ve Ahav sanki kıtlığın RAB’bin antlaşmasını bozmanın bir sonucu olduğunu bilmiyormuş gibi ve sanki İlyas bunun RAB’bin bir cezası olduğunu kendisine söylememiş gibi yaşamına devam ediyor. Ve hatta bu cezanın İlyas’ın Baal’a küfretmesinden kaynakladığına bile inanmış olabileceğinden bahsetmiştik iki hafta önce. Kısacası, Ahav çözümü RAB’bin önünde alçakgönüllü bir yürekle tövbe etmek dışında her yerde arıyor. Çünkü Ahav RAB’bin egemen olduğuna ve bu belanın RAB tarafından verildiğine iman etmiyordu. Çünkü Ahav RAB’den korkmuyor ve antlaşmasını önemsemiyordu. İşte Krallar kitabının yazarı, Ahav’ın ne yaptığını bizlere anlatarak ne yapmadığını da gözler önüne sermiş oluyor.
Burada kısaca İzebel’den de bahsetmeliyiz, çünkü aslında İzebel’in ne kadar fanatik bir şekilde Yahveh ismini İsrail’den silmeye çalıştığına bir kez daha tanıklık ediyoruz. Levant olarak da adlandırılan Doğu Akdeniz Bölgesi’nde bulunan krallıkların dini sistemleri, herhangi bir tanrıya tapınmaya karşı oldukça hoşgörülüydü. Potansiyel olarak güçlü bir tanrıyı görmezden gelmek ya da ona tapanlara zulmetmenin sizi o ilah tarafından cezalandırılma ihtimalini ortaya çıkartırdı. Bu yüzden ellerinden geldikçe o bölgenin hâkimi olduklarına inandıkları tanrıların tümüne ibadet ederlerdi. Dini hoşgörüsüzlük ya da zulüm tarihin çok sonraki dönemlerine kadar ortaya çıkmaz. Eğer dini açıdan bir zulüm olduysa da bu olaylar siyasi ve politik nedenlerden dolayı gerçekleşmişti. İşte İzebel’in amacı da RAB yerine Baal’ı İsrail’in kralı ve ulusal tanrısı yapmaktı. Böylece herkes onun Baal’a ne kadar sadık olduğunu görebilecekti. Bu değişime ilk karşı çıkacak olanlarda tabii ki de yaşayan tek Tanrı’nın peygamberleriydi ve İzebel böyle bir değişim istiyorsa ilk olarak onları ortadan kaldırmalıydı.
İşte Ahav ve İzebel gibi bir kral ve kraliçe döneminde, krallığının ikinci adamı konumundaki Ovadya, RAB’den çok korkardı. Çünkü yıllar önce yaşamış Süleyman’ın şu sözlerini hatırlıyordu belki de: “RAB korkusu yaşam kaynağıdır, insanı ölüm tuzaklarından uzaklaştırır” (Özdeyişler 14:27). Aynı zamanda Kutsal Kitap’ın birçok yerinde RAB korkusunun hikmetin başlangıcı olduğunu okuyoruz ve görüyoruz ki Ovadya RAB’den çok korkan biri olarak muhtemelen oldukça bilge ve hikmetli biriydi, aksi takdirde bir imanlı olarak böyle kötü bir kralın sağ kolu ya da saray sorumlusu olamazdı. Ovadya RAB’bin mutlak bir şekilde egemen olduğunu ve yaşadıkları bu sıkıntıların RAB’bin antlaşmasına uymadıkları için başlarına geldiğini biliyordu. Ovadya hangi durumda olursa olsun, RAB’bin egemen olduğunu ve kötü bir kralın sağ kolu olarak bile RAB’be hizmet edebileceğini biliyordu. Çünkü RAB onu kendisine o konumdayken ayırmıştı.
Sevgili kardeşler, bugün Türkiye’de yaşayan Hristiyanlar olarak bizler de Ovadya’nın yaşadığı dönemdeki imanlılar gibi oldukça küçük bir azınlığız. İzebel dönemindeki gibi sistematik bir şekilde zulüm görmüyorsak da bazen sevdiklerimiz tarafından, bazen de kimi fanatikler tarafından zulmediliyoruz, dışlanıyoruz, aşağılanıyoruz. Bu tarz baskılara, aşağılanmalara maruz kalan bazı Hristiyanların ya ülkemizi terk etmeye çalıştığına ya da kimliklerini tamamen saklamaya gayret ettiğine tanıklık ediyoruz. Çünkü korkuyoruz, imanımız uğruna acı çekmeyi göze alamıyoruz, canımız için endişe ediyoruz, başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Elbette ki RAB’bin benzerliğinde yaratılan bu bedene en iyi şekilde bakmamız gerekirken, bu yaşamda kendi canımız için yaşamaktan çok daha önemli bir amacımız olduğunu unutuyoruz, kendimizden öte bir sebep için çağrıldığımızı da. Pavlus’un sözlerine kulak verin: “Biz Tanrı’nın yapıtıyız, O’nun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere Mesih İsa’da yaratıldık” (Efes. 2:10). Şimdi, “Çağdaş bunları söylemesi kolay, İzebel dönemindeki bir imanlı gibi yaşamak zorunda kaldığında görelim bakalım nasıl davranacaksın” diyebilirsiniz, böyle bir itirazda bulunmaya hakkınız da var. Ama kardeşler, daha İzebel dönemindeki bir imanlı gibi yaşamak zorunda kalmadan, korkularınız sizi yönlendiriyorsa, tüm kaygınız sadece kendinizseniz sizce zulüm altında, büyük sıkıntılar altında yaşamak zorunda kaldığınızda nasıl davranacaksınız? Eğer sadece Hristiyan olduğunuz için “bu ülkeden kaçmalıyım, insanlardan uzak durmalıyım, inancımı saklamalıyım” diyorsanız, imanınız yüzünden zulme uğradığınızda ne düşüneceksiniz? Yaşadığınız bu yaşamın size ait olmadığını, bir bedel karşılığı satın alındığınızı hatırlıyor musunuz? 1. Korintliler’de RAB bizlere soruyor: “Bedeninizin, Tanrı’dan aldığınız ve içinizdeki Kutsal Ruh’un tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz? (1. Kor. 6:19).
RAB’bin 1.Korintliler 7:20’deki sözüne de kulak verin: “Herkes ne durumda çağrıldıysa, o durumda kalsın.” İşte Ovadya, en kötü krallardan birine hizmet etmek zorunda kalmış olmasına rağmen imanla RAB’be güvenerek hizmet etti, çünkü kralların Kralı’na hizmet ettiğini biliyordu, çünkü Ahav’ın tüm kötü planlarına rağmen RAB’bin egemen olduğuna emindi. Ovadya, “lütfum sana yeter” (2. Kor. 12:9) diyen Tanrı’nın sözüne iman edip olduğu konumda, bulunduğu yerde RAB’bin yüceliği için yaşadı. Ve öyle bir yaşadı ki Ahav’ın tüm hizmetkârlarından daha iyi hizmet edip kralın sağ kolu oldu. Ovadya, iyi ya da kötü kral fark etmeksizin, RAB’bin yüceliğinin övülmesi için yaşadı. Sevgili kardeşler, sizler de bulunduğunuz herhangi bir konumda RAB’bin yüceliği için yaşayabilirsiniz. RAB’bin yüceliği için yaşamanız için başka bir ülkede olmanıza, belli bir konuma, göreve, diplomaya ya da herhangi bir ön koşula sahip olmanıza gerek yok. Olduğunuz noktada, bulunduğunuz yerde RAB’bin adının yüceliği için yaşayabilirsiniz, yeter ki RAB’den korkun, kurtuluşuna sarılın ve çağrınızı kökleştirin. RAB sizlere ihtiyacınız olan her şeyi verecektir, çünkü onun lütfu size her konuda, her zaman yeter.
Ovadya, yaşamın kaynağının ne olduğu doğru bir şekilde kavradığı gibi kimden korkması gerektiğini de anlamıştı. Bu da bizi vaazımızın ikinci noktasına getiriyor.
Şimdi hep birlikte 1.Kr. 18:7-15 ayetlerini hatırlayalım: “Ovadya giderken yolda İlyas’la karşılaştı. İlyas’ı tanıyınca yüzüstü yere kapanarak, “Efendim İlyas sen misin?” diye sordu. İlyas, “Evet, benim. Git efendine, ‘İlyas burada’ de” diye karşılık verdi. Ovadya, “Ne günah işledim ki, beni öldürsün diye Ahav’a gönderiyorsun?” dedi ve ekledi: “Tanrın yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, efendimin seni aramak için adam göndermediği ulus ve krallık kalmadı. Ahav ülkelerinde olmadığını söyleyen herkese, seni bulamadıklarına dair ant içirdi. Oysa sen şimdi, ‘Git, efendine İlyas burada de’ diyorsun. Ben senin yanından ayrıldığımda, RAB’bin Ruhu seni bilmediğim bir yere götürebilir. Durumu Ahav’a bildirince, gelip seni bulamazsa beni öldürür. Ben kulun gençliğimden beri RAB’den korkan biriyim. Efendim, İzebel RAB’bin peygamberlerini öldürdüğünde yaptıklarımı duymadın mı? RAB’bin peygamberlerinden yüzünü ellişer ellişer iki mağaraya saklayıp onların yiyecek, içecek gereksinimlerini karşıladım. Ama sen şimdi, ‘Git, efendine İlyas burada de’ diyorsun. O zaman beni öldürür!” İlyas şöyle karşılık verdi: “Hizmetinde bulunduğum yaşayan ve Her Şeye Egemen RAB’bin adıyla diyorum, bugün Ahav’ın huzuruna çıkacağım.”
Bu ayetlerde RAB’bin iki sadık hizmetkârının karşı karşıya geldiğini okuyoruz, Ovadya’nın İlyas’ı tanıdığını okusak da İlyas’ın Ovadya’yı tanıdığına dair bir şey okumuyoruz. Bu yüzden Ovadya, hem RAB’den hem de RAB’bin aracılığıyla büyük mucizeler yaptığı İlyas’tan korktuğu için kendisini tanıtır. Ovadya bize Ahav ve İzebel’in İlyas’ı bulabilmek adına ne kadar çok çabaladıklarını anlatır. Ahav ve İzebel büyük bir kararlılıkla, azimle İlyas’ı yıllardır aramaktaydı. Peki, neden İlyas’ı arıyorlardı? Çünkü muhtemelen kıtlığın İlyas’ın Baal ve Aşera putlarına küfür etmesinden dolayı yaşandığına inanmışlardı. Eğer İlyas’ı öldürürlerse putlar tatmin olacak ve ceza sona erecekti. İlyas’ı bulamamış olsalar da boş durmamışlardı; eğer yaşayan tek Tanrı’nın peygamberlerini öldürürlerse belki dilsiz, sağır ve kör putları tatmin olabilirdi, bu yüzden de öyle yaptılar. Lakin, RAB Ovadya gibi sadık hizmetkarlarını kullanarak kendisine sadık bir grup insanı kurtarır. Bu kişiler çok zor şartlarda yaşamaya devam etseler de imana dayanarak, RAB’be güvenerek yaşarlar.
Ovadya’nın peygamberleri sakladığı bölge kireç taşından oluşan tepelerle dolu bir bölgeydi, bu yüzden de kimilerine göre binlerce mağara vardı. İşte bu yüzden peygamberleri bu bölgede saklar Ovadya. Ovadya ve İlyas’ın döneminden yaklaşık 1000 yıl sonra, imanlılar hayatta kalabilmek için yine benzer bir şekilde mağaralara, yer altı şehirlerine sığınırlar, ancak bu defa seçtikleri yer Anadolu’da bir bölgedir, bu yerin neresi olduğunu hatırlayanınız var mı? Bu yer de ülkemizde bulunan Kapadokya bölgesidir. Mesih İsa’ya olan inançlarından dolayı zulüm gören imanlılar Kapadokya’daki mağaralarda, yer altı şehirlerinde yaşamışlardır, çünkü onlar da Ovadya ve İlyas gibi aynı vaatlere tutundular ve yaşamın kaynağının RAB olduğunu bilerek yaşadılar ve yalnızca yaşayan diri Tanrı’dan korktular.
Ovadya, RAB’bin İlyas’ı yönlendirdiğini anladığından ve RAB’bin onu üç yıl gizledikten sonra daha fazla gizleyip gizlemeyeceğini bilmediğinden gidip Ahav’a İlyas’ı gördüğünü söylemek istemez. Çünkü RAB Ruhu ile İlyas’ı her an başka bir yere götürebilirdi. RAB’bin aynı şekilde Yeni Antlaşma döneminde de elçilerini kimi zaman bu şekilde yönlendirdiğini okuyoruz: “Sudan çıktıkları zaman Rab’bin Ruhu Filipus’u hemen oradan uzaklaştırdı. Filipus’u bir daha görmeyen hadım sevinç içinde yoluna devam etti” (El. İş. 8:39). Anladığımız kadarıyla Ahav, Ovadya’nın peygamberleri sakladığından da haberi yok, yoksa İlyas’ı da sakladığını düşünüp çoktan Ovadya’yı öldürmüş olmalıydı. Ovadya, âdete, “RAB’den korkup O’na bağlı kalmamım, peygamberleri saklamamım ödülü bu mu İlyas?” dercesine sitem eder. Ve İlyas Fenikeli dul kadının ve Ovadya’nın içtiği aynı andı içerek söz verir: “Yaşayan Rabbin, Orduların Rabbi adıyla” der.
Bunu duymak Ovadya için yeterlidir, RAB’bin peygamberi olan bir kişi elbette içtiği andı yerince getirecektir. Ovadya’nın RAB korkusu, Ahav’a olan korkusundan üstün gelir ve gidip Ahav’a İlyas’ı gördüğü haberini verir. Muhtemelen Ahav, “tüm kıtlığı son erdirme fırsatı eline geçmişken hayvanlar için ot toplanmanın ne anlamı olabilir ki?” diye düşünüp haberi alır almaz İlyas’la buluşmak için yola çıkar. Haftaya bakacağımız pasajın ilk ayetinde, yani 18:17’de de okuduğumuz üzere Ahav tüm olan bitenden İlyas’ı sorumlu tutmaktadır: Ahav “İlyas’ı görünce, ‘Ey İsrail’i sıkıntıya sokan adam, sen misin?’ diye sordu” (1. Kr. 18:17).
Bugün okuduğumuz ayetlerde karşımızda iki ana karakter var. Ovadya ve Ahav. Bu pasajda her ikisi de sadece kendilerini değil ama iki grubu da temsil ediyorlar. Yahveh’ye inanan ve Yahveh’ye inanmayan. RAB’den korkan ve RAB’den korkmayan. Ahav’a göre yaşam üzerinde hâkimiyet Baal ve Aşera putlarındadır ve bu yüzden yaşayan RAB’bin tüm uyarıları görmezden gelir. Ahav, Baal ve Aşera putlarından korktuğu için İlyas’ı yakalayıp adete kurban olarak putlara sunmak ister, ki böylece belki öfkeleri diner ve İsrail’i cezalandırmaktan vazgeçerler. Diğer yandan da İsrail Tanrısı RAB Tanrı’nın dilsiz, sağır ve kör putlar gibi olmadığını bilen, RAB’bin yüceliği için yaşamaya gayret eden ve bunun için de canını, unvanını ve sahip olduklarını tehlikeye atan Ovadya. Ovadya gökleri RAB’bin kapattığından emindir çünkü atalarını Mısır’dan çıkaran, onlara surlu kentler ve güçlü uluslar karşısında zaferli kılıp Kenan diyarına getiren O’dur. İsrail kralı ve halkın büyük bir çoğunluğu bunu unutsa da hala hatırlayan, hala iman edenler vardır. Ve gelecek haftaki vaazımızda göreceğiz ki RAB kendisinin yaşayan tek Tanrı olduğunu bir kez daha açıkça gözler önüne serecektir.
Sevgili kardeşler RAB sizi her durumda kullanabilir. RAB sizleri içinde bulunduğunuz zor durumlarda ya da konumlarda kullanabilir. RAB elbette ki bizlere muhtaç değildir ama RAB bizleri krallığında işe yarar kaplar olarak kullanmak isterse, ne mutlu bize! RAB zaten zor olanı yapmıştır, günahlarımız için gereken bedeli sağlamıştır, bu da RAB olan Mesih İsa’nın çarmıhta bizlerin yerine asılı kalarak günahın lanetini omuzlarına almasıyla olmuştur. RAB’bin harika kurtuluş planını duyuran Mika aracılığıyla RAB bizlere şöyle sesleniyor: “Ey insanlar, RAB iyi olanı size bildirdi; Adil davranmanızdan, sadakati sevmenizden ve alçakgönüllülükle yolunda yürümenizden başka Tanrınız RAB sizden ne istedi?” (Mika 6:8). RAB bizlere böylesine harika ve tam bir kurtuluş hazırlamışken, kendisine iman edenlere sona kadar dayanalım ve kendisine her gün daha çok benzeyelim diye Ruh’unu vermişken bizler de en azında RAB’den korkarak ve yaşamın ve ölümün anahtarının RAB’de olduğunu bilerek yaşayalım. Ruh istekli ama beden güçsüzdür, RAB’den dileyin, size verilecektir.
Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla.
Dua edelim: “Yüce ve merhametli Babamız, bugün de senin sözlerini işittiğimiz için şükrediyoruz. Sen acıyan, lütfeden, tez öfkelenmeyen, sevgisi engin ve sadık bir Tanrı’sın. Bugün işittiklerimizi hayatlarımızda uygulayabilmemiz bizlere yardım. Lütfen sende korkmanın ne demek olduğunu bizlere öğret. Bizler için bu dünyaya gelip sadece bizler için yaşayıp canını bizler için verdiğin gibi, bizlere de senin için yaşayabilme gücü ver diye sana yalvarıyoruz. Kurtarıcımız Mesih İsa’nın adıyla. Amin.”