Yalnız Lütufla, Sadece İman Aracılığıyla | Yeşaya 51; Romalılar 4:13-25

Fikret Böcek tarafından

23 Nisan 2023 (16. hafta) | Romalılar Vaaz Serisi, Vaazlar

Neden İman?

Neden iman? Muhtemelen çoğunuz Hristiyan yaşamınız boyunca imanla ilgili, imanınızı kullanmak, imanınızı güçlendirmek, dağları yerinden oynatmakla ilgili sayısız vaaz dinlemişsinizdir. Bu tür vaazlarda imanın Hristiyan yaşamında neden bu kadar merkezi bir yere sahip olduğu, ya da neden başka bir yolla değil de sadece imanla kurtulduğumuz anlatılmıyor. Elbette, işler yerine imanla kurtulmanın öneminden, işlerin kendi hakettiğimiz bir şey olmasından ama imanın Tanrı’nın verdiği bir armağan olduğundan bahsediyoruz, ama Tanrı bize başka bir kurtarıcı erdem armağan etmiş olamaz mı? Neden sevgi olmasın? Neden umut değil? Neden iman?

 

Romalılar’da Pavlus bize Müjde’sini, Tanrı’nın doğruluğunun inananlara -imanlılara- açıklanması yoluyla kurtarma gücünü tanıtıyor. Ve bu müjdeyle, yani imanla ilgili ilk şeyin, en önemli şeyin ne olmadığını gördük. Müjde, Tanrı’nın doğruluğunun yasayla, işlerle açıklanması değildir. Pavlus imanın ne olmadığını ortaya koyduktan sonra, şimdi ne olduğunu inşa etmeye başlıyor. Bu, İsa Mesih’e imandır, çünkü O, Tanrı’nın doğruluğunun açıklanışıdır. İmanla kurtulan kişi, ücretini kazanan bir işçi gibi değil, günahından ve suçundan özgür kılınan kötü bir adam gibidir. İbrahim’in bulduğu şey budur (eureka), keşfettiği şey budur. İman kurtarır, sünnet itaatinden önce iman kurtarır.

 

Ve şimdi, imanın merkeziliğini ortaya koyduktan sonra, Pavlus imanın neden önemli olduğunu açıklıyor. Bugün okuduğumuz ayetlerde iki kez, 16. ve 22. ayetlerde “İşte bu yüzden imana bağlıdır” diyor; “İşte bu yüzden imanı ‘ona doğruluk olarak sayıldı'” diyor. Neden? Çünkü “Vaat, Tanrı’nın lütfuna dayansın ve İbrahim’in bütün soyu için güvence altına alınsın diye imana bağlı kılınmıştır.”

 

İman ve Lütuf

Kurtuluşumuz imana bağlıdır, öyle ki lütfa göre olsun ya da bugünkü metnimizde söylendiği gibi lütfa “dayansın”. Bu fikri tersine çevirirsek daha net anlaşılır: Kurtuluşumuz lütfa dayandığından, imanla kurtulmamız gerekir. İşte Reformasyon’un kısaltması da buradan gelmektedir: “Yalnızca lütufla, yalnızca iman aracılığıyla, yalnızca Mesih sayesinde kurtulduk.” Çoğu zaman bu gerçeği bir Reformasyon sloganı olan ‘sola fide’, yani “sadece iman” ifadesiyle açıklıyoruz.

 

Ama iman ve lütuf birliktedir ve bizim bu kısaltmamız kafa karıştırabilir. Tanrı lütuf ilkesini korumak için bizi imanla kurtarıyor. Başka hiçbir şey işe yaramaz. 16. ayette ne dediğine tekrar bakalım: “Bu nedenle vaat, Tanrı’nın lütfuna dayanmak ve İbrahim’in bütün soyu için güvence altına alınmak üzere imana bağlı kılınmıştır.”

 

Vaat

“Vaat” burada merkezi bir kavramdır ve iman ve lütufla birlikte bunu “yasa” ve “işlere” karşı düşünmeliyiz. Çünkü vaat İbrahim’e yasa aracılığıyla değil, imanın doğruluğu aracılığıyla geldi. Bu koşullu bir vaat değildi, “eğer şunu yaparsan – o zaman şunu yaparım,” “eğer itaat edersen, seni kurtarırım” vaadi değildi. Yasa bize bunu söylüyor, “bunu yaparsan yaşarsın” diyor.

 

Ama bu vaat farklıydı. Lütfa, Tanrı’nın karşılıksız armağanına, hak etmeyene verdiği armağana “dayanan” bir vaatti. Peki bu neden bu kadar önemliydi? Çünkü koşulları olan hiçbir vaat, İbrahim’in soyuyla ilgili, yani İbrahim’in dünyayı miras alacağı vaat edilen sayısız mirasçıları hakkında bir garanti içeremezdi. İbrahim’in, İshak’ın ya da Yakup’un performansına bağlı olan herhangi bir vaat mutlaka şüpheyle karşılanırdı. Bu vaat bazılarının inandığı gibi “ha gayret İbrahim, İshak, Yakup” vaadi değildi. Böyle bir vaat kesin bir garanti olmak yerine, bir fırsat, bir olasılık, bir şans olurdu. Ama Tanrı’nın vaat ettiği bu değildi. Tanrı, bunun olacağına, İbrahim’in çocuklarının deniz kıyısındaki kumlar gibi çoğalacağına ve vaat edilen ülkeyi miras alacaklarına yemin etti. Bu sonsuz, ebedi bir vaattir, bozulmaz, sarsılmaz. Bu vaat lütfa dayanmak zorundadır, Tanrı’ya dayanmak zorundadır.

 

İkinci kez “bu nedenle iman doğruluk sayılır” dediğine dikkat edin, “neden” yine vaade bağlıdır: “Tanrı’nın vaat ettiği şeyi yapabileceğine tam olarak inanıyordu. Bu yüzden iman doğruluk olarak sayıldı.” Vaat bizim gerçekleştirmemize bağlı değildi, Tanrı’nın gerçekleştirmesine bağlıydı ve iman da Tanrı’nın yapacağını söylediği şeyi yapacağına duyulan güvendir.

 

Eğer imanın bir tanımını, bir tarifini arıyorsanız, bundan daha iyisini bulmakta zorlanırsınız: İman Tanrı’ya duyulan güvendir. İman Tanrı’nın söylediği şeyi yapacağına inanmaktır. Kurtuluşunuzun sizin değil, Tanrı’nın işi olduğunun farkına varmaktır. Kendinize değil, Tanrı’ya bakmaktır. Kurtuluşunuzla ilgili olarak Tanrı’nın önünde övünecek hiçbir şeyinizin, kendinize ait hiçbir şeyiniz olmadığını kabul etmektir. İman, boşluğunuzu kavramak ve tamamen kurtarma vaadinde bulunan Rabbe yaslanmaktır, O’na güvenmektir.

 

İşte bu nedenle, Tanrı’nın vaadinin lütfa dayandığını, bizim onun için ne yapacağımıza değil, onun bizim için ne yapacağına dair bir vaat olduğunu anlayabilelim diye imanla kurtulduk.

 

Ve unutmayınız ki, kurtuluşunuz hayatınızı nasıl yaşadığınıza, Tanrı’nın standartlarına ya da mutluluk ilkelerine uyup uymadığınıza bağlı değildir… bunlar yasaya aittir ve vaatle hiçbir ilişkileri yoktur. Bu iman değildir, başkasına bakmaktır, bu kendine bakmaktır ve Tanrı’ya güvenmemektir. Ve eğer miras yasaya bağlı olanlara aitse, iman geçersizdir ve vaat de geçersizdir. Kardeşler, Yasa gazap getirir; ilkeler, kurallar, öğütler… bunlar sizi umutsuzluğa ya da kendi kendinizi kandırmaya götürecek çıkmaz sokaklardır.

 

İbrahim’e Bakın

Pavlus’un Yeşaya’nın öğüdünü yineleyerek, Babamız İbrahim’e ve bizi doğuran Sara’ya bakmamızı söylemesi tesadüf değildir. İbrahim iman ve lütfun eylem halindeki mükemmel bir resmidir. İlk olarak, daha önce de söylediğimiz gibi, Tanrı tarafından ciddi bir yeminle verilen vaat, kesin bir garanti. “Senin soyundan gelenlere dediğimi yapmazsam, ben de bu kurbanlık hayvanlar gibi kesileceğim.” Kim tehlikedeydi? Tanrı. Gelecek nesillerin akıbetini kim garanti edebilirdi? Tanrı.

 

Ama önce, ilk neslin yaratılması gibi küçük bir mesele vardı. Bu, Pavlus’un lütuf konusunu pekiştirdiği noktaydı. İbrahim Dede, ölü sayılır. Yaşlı, pörsümüş, mezar tabanlarını dolduran kemikler gibi kuru.

Bir tohum, bir çocuk ve nesiller boyu sayısız zürriyet vaadi, bir diriliş vaadinden başka bir şey değildi. Bu, ölü bir adama hayat vermeyi, var olmayan şeyleri var etmeyi gerektiriyordu. Tanrı’nın yaratma eylemini yoktan var etme anlamına gelen “ex nihilo” ifadesiyle açıklıyoruz. Pavlus’un burada Tanrı’nın kurtuluş eylemini tanımlamak için kullandığı terimler tam olarak budur, hiç var olmayan bir yerde “ex nihilo”, hiçten, yoktan yaşam yaratmak.

 

Pavlus’un söylediklerine dikkat edin: “Yüz yaşına yaklaşmışken, ölü denebilecek bedenini ve Sara’nın ölü rahmini düşündüğünde imanı zayıflamadı.” Buradaki mesele İbrahim’i övmek, imanının erdemini yüceltmek değildir. İmanın mutlaka irrasyonel bir sıçrama, gerçeklerden kasıtlı olarak yüz çevirme ve sırf öyle olmasını istediğimiz için gelecekteki bir olasılığı benimseme olduğu sonucuna varmamalıyız.

 

Tam tersine, asıl mesele İbrahim’in imanının kendi yetenekleriyle, kendi erdemleriyle, kendi güçleriyle hiçbir ilgisinin olmamasıdır. Soru İbrahim’in bedeninin bu göreve uygun olup olmadığı değil, Tanrı’nın vaat ettiği şeyi yapıp yapamayacağıyla ilgiliydi. İbrahim’in imanı insanüstü değildi, özellikle güçlü değildi. Bu sadece imandı ve iman sadece kendinizden uzaklaşıp Tanrı’ya bakmaktır. Eğer Tanrı’nın sizi kurtarmasını bekliyorsanız, kendi bedeninizin zayıf olması, aciz olması size hiçbir eksiklik sağlamaz. İmanımız kendimizde değil, Tanrı’dadır.

 

Bu yüzden Tanrı İbrahim’e engellerini aşacağına, olabileceğinin en iyisi olacağına, işlerinde başarıya ulaşacağına ve her tür başarısızlığı yeneceğine dair söz vermedi. Tanrı ona küçük bir şey vaat etmedi. Ona diriliş vaat etti, ölü bir adam için yaşam, yoktan bir şey yaratma vaat etti. Bunu kimin yaptığı konusunda hiçbir şüphe olamazdı, çünkü İbrahim güçsüzdü. Bu yüzden vaat imana bağlıdır, böylece vaat lütfa, sadece Tanrı’nın herşeyi yapmasına dayanacaktır.

Diriliş

Bu vaadin doğası, İbrahim’e verilen bu bereket sadece İbrahim’in ihtiyacı olduğu için değildi… bu mesele İbrahim’in büyük bir aileye sahip olması gibi kişisel bir hayalinin gerçekleştirilmesi gibi bir mesele değildi.

 

Bu ölümden yaşam vaadi, ölümden diriliş vaadi bize de gelebilsin diye İbrahim’e geldi. Bu sözler bizim için, yani günahları ve suçları içinde ölü olanlar için yazılmıştır.

 

İbrahim’e verilen bu vaat bizim için bir ders olmaktan çok daha fazlasıdır; Bu vaat, İbrahim’in aldığı vaatle aynıdır. İbrahim, dünyayı miras alacak olan gelecekteki bir tohumun, bir mirasçının vaadini aldı. Biz bu vaadin gerçekleşmesini, İbrahim’in tohumunu, dünyanın mirasçısı olan İsa Mesih’i aldık. Ve bu mirasçı tek bir ölünün tohumundan geldiği gibi, bu mirasçının kendisi de ölüp yeniden yaşayacaktı.

 

Dirilişin Hristiyanlığın tam merkezinde nasıl yer aldığını, Eski ve Yeni Antlaşma’da dirilişin her zaman imanın tam merkezinde nasıl yer aldığını görüyorsunuz, değil mi? Adem ve Havva’nın o korkunç ölüm lanetinden kurtuldukları andan itibaren, Tanrı’nın var olmayan bir şeyi nasıl var edeceği, ölü insanları nasıl yeniden yaşatacağı sorusu sorulmuştur. Ve şaşırtıcı olan şey, hepimizin ihtiyaç duyduğu doğruluğu dünya için ortaya koyan, Adem ve Havva’dan beri üzerimizde asılı duran laneti çarmıha çivileyen çarmıhtaki kendi ölümü aracılığıyla, ölüm yoluyla yaşam getirmiş olmasıdır. Ne kadar gizemli bir kurtuluş değil mi? Yasa’dan çok farklı… hepsi Tanrı’nın işi… hepsi O’nun vaadi. (Boğulan kişi örneği)

 

Ve bugün soru, sizin inanıp inanmadığınızdır. Esas soru İsa Mesih’e ve O’nun çarmıhına bakıp bakmadığınızdır. Ve onun dirilişinde kendi dirilişinizi görüp görmediğinizdir, çünkü sevgili günahkârlar size vaat edilen budur. Var olmayan bir yaşam… mevcudiyeti olmayan bir yaşam. Günahınız, suçluluğunuz, O’nun çektiği acılar tarafından yutuldu ve ortadan kaldırıldı. Ve sizin yeni yaşamınız onun dirilişindedir. Sizin çaresizce ihtiyaç duyduğunuz yaşam O’nun dirilişinde, yaşayan bedenindedir.

 

Dünyayı miras almak mı istiyorsun? Verecek olan O’dur. Gelin ve bu sofrada yemek yiyin. Onun yeni yaşamını paylaşarak, Tanrı’nın evinde onun kardeşi olarak ve hastalığınız için onun bereketlenmiş tedavisini ellerinize alarak beslenin.

 

Çünkü sadece lütufla kurtuldunuz. Sadece iman aracılığıyla. Yalnızca Mesih sayesinde.

 

Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Adıyla. Amin.