İmanımızın Temelleri Serisi

Diyakonlar ve Kilisenin Misyonu | Elçilerin İşleri 6:1-7

Rev. Toğrul Salamzade tarafından | İmanımızın Temelleri Serisi

Rev. Toğrul Salamzade tarafından | İmanımızın Temelleri Serisi

Diyakonlar ve Kilisenin Misyonu

Kimileri, Elçilerin İşleri bölümünü “Kutsal Ruh’un İşleri” diye adlandırır. Geleneksel açıdan doğru olmasa da pratik olarak güzel bir yakıştırmadır çünkü Elçilerin İşleri kitabında okuduklarımız, insan hayalinin gücü değil, tamamen Ruh’un esiniyle yazılmıştır. Bu nedenle, bizler Kutsal Kitap’a yaklaştığımız zaman, bunun Tanrı’nın Sözü olduğunu unutmamalıyız. Kutsal Yazılarda yazılanlar, bizlere örnek olsun diye yazılmıştır ve bu nedenle onları okurken, “Bunun benim hayatımla nasıl bir ilgilisi, bağlantısı var?” sorusunu sorarak okumalıyız. Elçilerin İşleri 6.bölümde bugün okuduğumuz pasajın da bizim yaşamımızla bir bağlantısı var. Bu nedenle bu pasajı daha iyi anlamamız ve hayatımızla ilgili olan bağlantısını daha iyi kavramamız açısından, iki başlık altında bakacağız.

 Kilisede Sorunlar Vardır (1)

İsa’nın öğrencilerinin sayıca çoğaldığı o günlerde, Grekçe konuşan Yahudiler, günlük yardım dağıtımında kendi dullarına gereken ilginin gösterilmediğini ileri sürerek İbranice* konuşan Yahudiler’den yakınmaya başladılar.” (6:1)

Okuduğumuz üzere her şey çok iyiydi. Elçiler, öğrenciler ve genel olarak kilise, Müjdeyi duyuruyor ve Tanrı’nın adını yüceltiyordu. Aslında her şeyin iyi gittiğini söylemek pek doğru olmaz çünkü Hristiyanlar o dönem baskılar görmeye başlamışlardı bile. Tutuklanıyorlardı, azarlanıyorlardı ve dövülüyorlardı. Ancak kilisenin misyonu açısından her şey güzeldi. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, her şey olması gerektiği gibiydi. Ancak cümlenin devamını okudukça durumun biraz değiştiğini görüyoruz. İlk ayet bizlere, kilise içerisindeki bir sıkıntıyı gösteriyor. Şöyle ki, Grekçe konuşan Yahudiler ile İbranice konuşan Yahudiler arasında bir çekişme ve anlaşmazlık söz konusu oldu. Grekçe konuşan Yahudiler, Diaspora Yahudileri idi. İsrail dışındaki farklı bölgelere dağılmış olan Yahudiler bir süre sonra içerisinde yaşadıkları kültüre uyum sağlamaları ve daha sonra da kendi dillerini unutmaları söz konusuydu. İbranice konuşan Yahudiler ise günümüz İsrail / Filistin bölgesinde kalmış ve doğal olarak kendi dillerinden ödün vermemiş kimselerdi. Bu iki grup arasında dini bakış açısından çok ciddi bir fark olmasa da Grekçe konuşan Yahudiler, İbranice konuşan Yahudilerin gözünde hem şüpheliydiler. Sanki hem siyasi hem de teolojik tehlike arz ediyorlarmış gibi bir tutum söz konusuydu. Hal böyleyken, ilginç bir konuda bir anlaşmazlık ortaya çıkıyor. Ayette diyor ki, “günlük yardım dağıtımı” konusunda anlaşmazlık çıkmış ve şikayetler başlamış. Bu günlük yardım dağıtımı, Kutsal Kitap’ta verilmiş bir emir olmamasına rağmen elçiler bir inisiyatif kullanarak Yahudilere ait bu geleneği devam ettirmeye çalıştılar. Yahudi geleneğinde buna “Beyt Tamxoy” adı verilirdi. Aslında bu gelenek Türk toplumunda da vardır ve resmi adıyla, Osmanlı döneminde “İmaret” olarak bilinirdi. İmaret, yoksullara yiyecek içecek sağlamak için kurulmuş olan bir yardım kuruluşuydu. Günümüzde de halk arasında “Aşevi” olarak bilinir.

Aşevi kurmak ve yönetmek, Kutsal Kitap’ta verilmiş bir emir değildir, ancak inisiyatif olarak faydalıdır ve yapılmasında bir sakınca yoktur. Ne var ki, kilise cemaati bu ikinci dereceli mesele yüzünden sorun yaşamaya başladı. Tabii o dönem teknoloji yok; günümüzdeki gibi Whatsapp grupları, sosyal medya hesapları da yok. Her şey yüz yüze konuşulurdu. Durum o kadar büyüdü ki artık elçiler bu konuya müdahale etmek zorunda kaldılar.

Sevgili kardeşler, bu olay bizlere önemli iki gerçeği anımsatıyor: (1) mükemmel kilise yoktur ve (2) sorunların çözümü Tanrı’dadır. Bizler, sıkça hataya düşerek mükemmel kiliseyi aramaya çalışıyoruz. İlahileri mükemmel olsun, vaazları mükemmel olsun, kardeşler mükemmel olsunlar, pastör mükemmel olsun, bina mükemmel olsun. Ancak dünya üzerinde mükemmel bir kilise yoktur. Bazı insanlar çok ilginç sebeplerle kiliseden ayrılabiliyorlar. “Ben filanca ilahiyi beğenmedim,” “oturma düzeni hoşuma gitmiyor,” “filanca kardeşle aynı ortamda bulunmak istemiyorum,” “kilisenin ibadet sonrası yemeklerini sevmiyorum.” Birinci ayette okuduğumuz gibi insanlar çeşitli varsayımlar ve dürtülerle problem yaratmaya çalışıyorlar ve bazen problemler gerçekten de var oluyor. Kilisenin işleyişi ve yapısı her zaman makine gibi işlemiyor. Ancak burada asıl önemli olan, Tanrı’nın ve bizim bu sorunlara nasıl karşılık verdiğimizdir. Tanrı’nın nasıl karşılık verdiğini sonraki ayetlerde görüyoruz.

Çözüm Yolu Tanrı’dandır (2-6)

Bunun üzerine Onikiler, bütün öğrencileri bir araya toplayıp şöyle dediler: “Tanrı’nın sözünü yayma işini bırakıp maddi işlerle uğraşmamız doğru olmaz. Bu nedenle, kardeşler, aranızdan Ruh’la ve bilgelikle dolu, yedi saygın kişi seçin. Onları bu iş için görevlendirelim. Biz ise kendimizi duaya ve Tanrı sözünü yaymaya adayalım.” Bu öneri bütün topluluğu hoşnut etti. Böylece, iman ve Kutsal Ruh’la dolu biri olan İstefanos’un yanısıra Filipus, Prohoros, Nikanor, Timon, Parmenas ve Yahudiliğe dönen Antakyalı Nikolas’ı seçip elçilerin önüne çıkardılar. Elçiler de dua edip ellerini onların üzerine koydular. Böylece Tanrı’nın sözü yayılıyor, Yeruşalim’deki öğrencilerin sayısı arttıkça artıyor, kâhinlerden birçoğu da iman çağrısına uyuyordu.

Şimdi durum bu kadar ciddiyken, elçiler, Eski Antlaşma’daki yöntemi uyguladılar. Çölde Sayım 11.bölümde yazılanları hatırlayın. Halk yine şikayet ediyordu, kölelik yaptıkları ve zulüm gördükleri günleri anımsıyorlardı ve Musa’nın yükünü hafifletmek amacıyla Tanrı, ona yardımcılar sağladı. Benzer durumu burada görüyoruz. Elçiler çözümü, Tanrı Sözünden, yani Eski Antlaşma’dan buldular. Aslında elçiler burada kendi insani yöntemleriyle de sözde çözümler üretebilirlerdi. Diyebilirlerdi ki, “Bunu aranızda halledin; koca koca adamlarsınız.” Sorunu görmezden gelebilirlerdi ama gelmediler. Demagoji yapabilirlerdi, siyaset yapabilirlerdi; ama yapmadılar. Hatta günümüz dünyasında birçok evanjelik kilisenin yaptığı gibi “herkes hizmet etsin” de diyebilirlerdi. Ama bunu da yapmadılar. Yetkileri vardı, mucizeler yapıyorlardı, İsa’yı görmüşlerdi ve O’nu bizzat tanıyorlardı. Birazcık da kendi istediklerini ortaya serpiştirebilirlerdi. Ancak yapmadılar. Tam tersine, Tanrı’nın Sözüne uydular ve yardımcı olabilmeleri için yedi kişiyi atadılar. Peki, bu yedi kişinin görevi neydi? Bu yedi kişinin görevi, kilisedeki ana misyonuna, yani Tanrı Sözünün yayılmasına ve ilan edilmesine engel teşkil edebilecek şeylerle ilgilenmektir. Başka bir deyişle, kilisenin asıl görevinin gerçekleşmesine destek olmaktır. Bu adamların atanması için elçiler bir koşul sundular: “Ruh’la ve bilgelikle dolu” olmak. Demek ki, diyakon olarak atanacak olan kişi ruhsal ve bilge biri olmalıdır. Başka bir deyişle, bu kişi veya kişiler, Tanrı’nın sözünü bilmeli ve o söze göre yaşamalı ve ona uygun olarak hayati kararlar verebilmelidirler. Bu nitelikleri daha da açacak olursak, sabah okuduğumuz 1.Timoteos 3’e bir kez daha göz atabiliriz. “Aynı şekilde kilise görevlileri, özü sözü ayrı, şarap tutkunu, haksız kazanç peşinde koşan kişiler değil, ağırbaşlı kişiler olmalı. Temiz vicdanla imanın sırrına sarılmalıdırlar. Bunlar da önce denensin; eleştirilecek bir yönleri yoksa görev alsınlar.” Şimdi biz bu ayetleri okuyoruz ama belki bazılarınızın aklına, belki de diyakonların aklına bir soru gelmiştir. “Acaba ben böyle miyim?” veya “Acaba bu adam bu işi yapmaya layık mı?” tarzında bir soru. Burada iki türlü “Acaba” vardır. Birinci “acaba” iyidir. Diyakonlar kendilerini tıpkı pastörler gibi sürekli sınasınlar. “İman yolunda olup olmadığınızı anlamak için kendinizi sınayıp yoklayın.” (2Ko. 13:5) Fakat ikinci türlü “acaba” arka planda bir varsayıma sahip “acaba”dır. O varsayım da mükemmel kilise varsayımıdır. Mükemmel kilise yoktur; bu dünyada da olmayacaktır. Şimdi diyakonlardan birisi yüz kızartıcı bir suç işlediyse veya işlerse, bunu elbette bildireceksiniz. Ancak bazen davranışlardaki kusurlar, yanlışlar, dikkatsizlikler ve benzeri şeyler yererek değil, duayla ve bilgelikle çözülmelidir.

İnsani doğamız yakmaya, yıkmaya, yermeye, eleştirmeye, ezmeye ve yok etmeye meyillidir. Eleştirecek bir şey bulmadan edemiyoruz; dedikodu yapmadan edemiyoruz; hatta bazen iğneleyici söz sokmadan içimiz rahat etmiyor. Ancak Kutsal Kitap bizlere böyle öğretmiyor. Şimdi bugünkü vaaz yalnızca diyakonlarla ilgili midir? Yani bu vaazın muhatabı diyakonlar mıdır sadece? Elbette hayır!

Sevgili kardeşler, sizler az evvel bazı sözler verdiniz. Bu sözleri sadece lafta vermediğinizden emin olun. Buradaki litürji ve atama töreni, güzel ve otantik diye yapılmıyor. Verdiğiniz sözler havada kalmamalı. Bebekler vaftiz edilirken, anne-babaya sorulan sorular ve verilen sorumluluklar var. Anne-baba, o sorumlulukları yerine getirmelidir ve bizler de – tüm cemaat olarak – anne-babaya destek olmalıyız. Çünkü onlar bir konuda kendilerini adadılar ancak insan zayıflığından ve bozulmuşluğundan dolayı, bazen yoldan sapabiliyor, sorumluluktan kaçabiliyorlar.

Aynı biçimde diyakonların verdikleri sözler de önemlidir. Atama sırasında cemaate sorulan sorulara ve verilen sorumluluklara kulak astınız mı? Bir kez daha sormak istiyorum. Siz, diyakon atanmış kişiler için dua edecek misiniz? Gerekli olduğu halde onları destekleyip, gerekli olduğu zaman da uyaracak mısınız? 1.Timoteos mektubundaki niteliklere sahip olsunlar diye onlar için dua edecek misiniz? Kilise bir bedendir. Bedenin üyeleri birbirlerini desteklemezse o beden bir süre sonra hasta olur.

Bedeninizin üyeleri, siz ayakta dururken isyan eder ve görevlerini yerine getirmezlerse ne olur? Mesela siz ayaktayken sol bacağınız “ben artık gövdeyi desteklemek istemiyorum” derse, bir süre sonra denge sorunları yaşamaya başlamaz mısınız?

Diyakonlar, Tanrı’nın sözünün yayılması ve cemaatin gelişimi için son derece ciddi bir sorumluluk aldılar. Bu sorumluluğun farkındadırlar ve zamanla daha da farkında olacaklardır. Diyakonlar, biraz evvel söylediğim gibi kilisenin misyonunun yerine gelmesi için çabalayacaklardır. Davranışları hem sizlere hem de kiliseye yeni katılanlara örnek olmalıdır. Konuşmaları, tutumları, tavırları ve Tanrı sözüne karşı duydukları saygı artmalıdır ve eminim artacaktır. Kısacası, diyakonlar, Tanrı’nın sözünü okuyarak, çalışarak, Ruh’la ve bilgelikle daha fazla dolacaklardır.

Kilisenin misyonu budur. “Böylece Tanrı’nın sözü yayılıyor, Yeruşalim’deki öğrencilerin sayısı arttıkça artıyor, kâhinlerden birçoğu da iman çağrısına uyuyordu.” Kilise bir beden olarak, ortaya çıkan sıkıntıları aştıktan sonra, Tanrı’nın sözünün duyurulmasında engel teşkil edebilecek şeyler ortadan kalkacak ve Tanrı’nın sözü daha iyi bir şekilde yayılacaktır. Çünkü kilisenin asıl misyonu budur. Kilisenin asıl misyonu Tanrı’nın sözünü duyurmaktır. Yani hem Hristiyanları beslemek, hem de Hristiyan olmayanları tövbeye davet etmektir.

Bu misyon hem pastörlerin hem diyakonların hem de cemaatin nihai amacı olmalıdır. Bizler, Tanrı’yı yüceltmeli ve O’ndan zevk almalıyız. Diyakonlar, sizin Tanrı’yı daha fazla yüceltebilmeniz ve pastörlerin yüklerinin biraz da olsa hafiflemesi için çok önemli bir görev aldılar. Artık bugünden itibaren, size hizmet edecek ve Tanrı’yı birlikte yüceltmeniz ve O’ndan zevk almanız için çabalayacaklar. Bu yolda gerektiği zaman onları teşvik etmeniz, gerektiği zaman da kardeşçe uyarmanız, sizin sorumluluğunuzdur.

Baba ve Oğul ve Kutsal Ruh’un adında. Âmin.

 

Başka Sormak İstediğim Bir Şey Var...

Bize Bir Mesaj Yollayın

MESAJIN KONUSU

6 + 15 =